1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Tarihi Asmaaltı Meydanı
Tarihi Asmaaltı Meydanı

Tarihi Asmaaltı Meydanı

Tarihi Asmaaltı Meydanı

A+A-

Tuncer Bağışkan

Çocukluk ile gençlik yıllarımda belli bir yeri olan Asmaaltı meydanının tarihi geçmişini araştırmaya başladığım 1990 yılında hayli zorlanmıştım. Nedeniyse meydanın yakın geçmişiyle ilgili yeterli bilgi birikimine sahip olmayışımdandı. Nihayet 2002 yılında yitirdiğimiz Yenicami’nin güngörmüş helvacısı Ahmet Rasım Çerkez amca imdadıma yetişti. O sırada 71 yaşında olan Çerkez amca yardımcı olmasaydı belki de bu yazım bugünkü şekliyle ortaya çıkmamış olacaktı.

MEYDANIN TARİHİ GEÇMİŞİ

Osmanlı döneminden itibaren şehir içi ticaret hanlarının yoğunlaştığı bir konaklama merkezi olan Asmaaltı meydanı, Lüzinyan döneminden itibaren Kıbrıs’ın idari merkezi olan Sarayönü ile dini merkezi olan Ayasofya meydanlarının arasında bulunmaktaydı. Osmanlı ile İngiliz Sömürge dönemlerinde Lefkoşalılar ile Lefkoşa’ya geçici olarak gelenlerin konaklama, beslenme, yıkanma, dinlenme, eğlence, alışveriş ve hayvanların nallanması gibi gereksinimlerini karşılayan bir merkez durumundaydı. Meydanın Osmanlı dönemi öncesi durumuna ilişkin bilgilere sahip değiliz. Ancak yine Osmanlı dönemine tarihlenen Kumarcılar Hanı’nın giriş kapısı koridorunda bulunan Venedik kemeri, çok uzun bir tarihi geçmişinin olduğuna işaret etmektedir.
1873 yılında Lefkoşa’yı ziyaret eden Archduke Louis Salvator, İplik Pazarı camisinin biraz ötesindeki Asmaaltı sokağında, bir adamın ayağı kadar kalın ve dalları sokağı tutan bir asma ağacının bulunduğundan söz etmiştir. Meydan genellikle Asmaaltı adıyla bilinirken, 1873 -1930 yılları arasında Kumarcılar hanının karşısında arpa ile diğer hububatların satıldığı bir bina bulunduğundan “Buğday Pazarı” adıyla da bilinmekteydi.
Meydanın kuzeyinde Kumarcılar Hanı ile doğu bitişiğinde ciğerci Salih dayının arabası (daha sonra yerine yapılan kebapçı Hasan Kamalı’nın çalıştırdığı dükkan), meydanın güneyinde Büyük Han ve meydanın doğu ile batısında ise değişik dükkanlar bulunmaktaydı. Yirminci yüzyılın ilk yarısında meydanın batısındaki dükkânlar, kuzeyden güneye doğru sırasıyla, Berber Behçet, Berber Yusuf, kitapçı Seyfi Akdeniz, ortak bakkallık yapan Mustafa ile Behiç beyler, meyhaneci Şefik (Yıldızlar), Bakkal Hulus, aşçı Rüzgâr’ın Salih ve köşedeki dükkan ise meyhaneci Hüseyin tarafından çalıştırılmaktaydı.(Daha sonra bu dükkanlara hazır mobilya satan Dellal Yusuf (daha sonra oğulları Hüseyin ile Hasan) ve Ahmet ile Nafi kardeşlerin çalıştırdığı ANK şirketi de eklenmiştir) Meydanın doğusundaki binalarda ise, güneyden kuzeye doğru, Pervin halamın eşi Ömergeli Süleyman eniştemin bakkal dükkanı, Ermeni Agob’un bataryacı dükkanı (daha sonra Ornutalı Bataryacı Kemal) , yemenici Arif’in dükkanı, Anastas ile Garabet adlı Ermenilere ait fırın (Daha sonra bu fırın Ağırdağlı Ahmet Dağer’e geçince “Bereket fırını” adını almıştır), Elmaslı Hamam, taksici Arif’in yazıhanesi (daha sonra taksici Hüseyin Cincer), Evliya’nın Salih’in kahvehanesi, Şano ve daha sonraları M. Necati Özkan’ın binalarının bulunduğu alanda Tahsin’in hanı vardı.

MEYDANDAKİ HANLAR

Osmanlı döneminde bir ticaret merkezi olan Lefkoşa’da, belirli gün ve yerlerde yaklaşık 23 pazar yeri kurulmaktaydı.1873 yılında Lefkoşa’yı ziyaret eden Archduke Louis Salvator, yaklaşık 19 handan sadece Büyük Han, Kumarcılar Hanı, Tüccarbaşı Hanı, Basmacılar Hanı ve Ali Efendi Hanı’nın adlarından söz etmiştir. Alış-veriş için bir gün önceden gerek köylerden, gerekse tek direkli yelkenli gemilerle Anadolu’dan Lefkoşa’ya gelenler öncelikle hanlarda konaklarlardı. Hanların zemin katları satılmak için Lefkoşa’ya getirilen malzemelere depo görevi görürken, üst katları ise yatakhane olarak kullanılmaktaydı. Alt kattaki orta avlu ile revaklar hayvanların bağlama yerleriydi. Arabalar ise genellikle hanların önlerinde bırakılırdı.
O sıralarda Asmaaltı meydanında, yukarda da adlarından söz ettiğim Büyük Han, Kumarcılar Hanı ve Tahsin’in hanı bulunmaktaydı. Meydanın güneyinde, Alanya’dan gelenler tarafından kullanılması itibarıyla önceleri “Alanyalılar Hanı” adıyla bilinen, daha sonraları ise “Büyük Han” adını alan han yer alıyordu. Bu han, Sultan Selim’im emriyle Ayasofya camisi vakfına gelir sağlamak amacıyla yaptırılan dükkanlar Kıbrıs’ın ikinci Beylerbeyi Sinan Paşa (1572-1579) tarafından yıktırıldıktan sonra yerlerine yapılmıştı. Zamanına göre Lefkoşa’nın en büyük hanı sayılmaktaydı. Develerle hana girecek olanlar daha yüksek olan batı giriş kapısını kullanırlardı. Batı girişinin dışında, daha sonraları Lefkeliler Hanı adını alacak olan bir meydan vardı. Doğu girişinin solunda ve sağında, önleri revaklı 10 dükkan bulunmaktadır. Revağa hayvanlar bağlanır ve duvar diplerinde ise hayvanlar için yem ve su yalakları bulunmaktaydı. Ayni yalâklar, hanın batı revağında da vardı. Bu han 1878-1892 yılları arasında hapishane olarak kullanılmış, 1962 yılına kadar da yoksul ailelerin barınağı olarak kullanılmaya devam etmiştir. Genellikle odaların yan taraflarında tahtadan yapılmış ve telle çevrili küçük tavuk kümesleri bulunmaktaydı. Handa oturanlar sabahları avludaki hayvanların gürültüsü ve horozların ötüşüyle uyanırlardı. 1950’li yıllarda bu hanın bence en renkli simaları, hanın doğu girişinin koridorunda kunduracılık yapan ve babamı, çocuklarına “dedeniz” diye takdim eden aile dostlarımız Nidai Cabacaba ile kardeşi Ahmet Cabacaba idi. Saçlarım uzadığında babam beni meydandaki berber Hasan Efendi’ye teslim ederdi. Hasan Efendi her seferinde saçlarımı sıfır numarayla kestiğinden, mahallede alay konusu olacağım düşüncesiyle çok üzülürdüm. Babam, belki de bunun farkına vardığından, gönlümü almak için, Ömerge’deki evimize gitmeden önce, “Gel sana Galadari’de bir ayran ısmarlayım” diyecek bana bol tuzlu ve naneli bir ayran içirtirdi.
Meydanın kuzeyinde, eskiden “Hımarcılar Hanı” (Eşekçiler Hanı) ile “Gezgin Çalgıcılar Hanı” adlarıyla da bilinen Kumarcılar Hanı yer almaktadır.  M.S XIX. Yüzyılın ilk yarısında Lefkoşa’nın varlıklı ailelerinden Fuat Tüccarbaşı tarafından inşa edilmişti. İki katlı olan hanın alt kat odaları depo ile ahır amaçlarıyla kullanılırken, üst kat odalarıysa kiraya verilmekteydi. Her handa olduğu gibi burada da bir nalbant bulunur, arabaların tekerlekleri ise hanın önünde yağlanırdı. Pehlivan güreşleri genellikle Büyük Han’ın avlusunda yapılmasına karşın, Kumarcılar Hanı avlusunda da pehlivan ile horoz güreşleri yapılırdı. 1950’li yıllarda Kumarcılar Hanında horoz güreşi yaptıran Cici Dayı’nın yanında bir seferinde horoz güreşi izlediğimi anımsarım.

KUMARCILAR HANININ DÜKKAN OLARAK KULLANILAN ODALARI VE DİĞER KOMŞU DÜKKANLAR 

Çok eskiden hanın iç avlusundaki revağa açılan batıdaki alt kat odalarının kapıları 1925’li yıllarda kapatılmış ve bunların yerine batıdaki Asmaaltı sokağına açılan birer kapı açılmıştı. O sıralarda bu sokakta matbaacı Akif, yoğurtçu bakkal Mehmet ve Kurtbaba Türbesi’nin karşısında kunduracı Muharrem Usta’nın dükkânları bulunmaktaydı. Kumarcılar hanının batı odaları çeşitli meslekten kişilerin kirasındaydı. Hanın kuzeybatı köşesinden güneye doğru uzanan dükkânlar sırasıyla Berber Tevfik, kitapçı Cahit, matbaacı Akif’in kardeşi olan Eczacı, kunduracı Örülgel, yoğurtçulukla ayrancılık yapan Ahmet Remzi Galadari ile bakkal Şevket, köşedeki dükkân da kahvaltıcı Ömer Ağa tarafından çalıştırmaktaydı. Ömer Ağa, sabahları kahvaltı olarak üçgen şeklinde yumurtalı, hellimli ve zeytinli pideler ve şamişi yapıp satardı. Yanındaki kerpiçten yapılmış dükkân demircilik ile nalbantlık yapan Yorgo tarafından çalıştırmaktaydı. Bu dükkân daha sonraları imece usulüyle bir gecede yıkılıp yerine Berber Hasan Efendi’nin kirasına verilecek olan dükkan yapılmıştı. Hanın giriş kapısının sağında ise cephesinde çardaklı bir asma bulunan “Asmalı Kahve” vardı. Bu kahvehaneyi önceleri Tahsin Ağa çalıştırılmaktaydı. 1934 yılından çok önce Ağırdalı Halil Hacı Fellah tarafından çalıştırılırken, daha sonra Vadilili Ahmet Pehlivan, 1980’li yılların başına kadar eşi Zekiye hanımla birlikte Hamit Ali ve en sonunda ise Beha Cabacaba tarafından çalıştırılmıştır.
Eskiden kış geceleri kahvehanede Mustafa dayı adlı bir meddah tarafından meddahlık gösterileri yapılırdı. Meddahın karşısına sandalyeler dizilir; kimileri de sandalye yetmezliği nedeniyle gösterileri ayakta izlerlerdi. Mustafa dayı meddahlık yaparken el kol hareketleri yaptığından, çevresinde kimsenin ve özellikle de “Mu Kantara Cazu” olarak andığı kadının durmasına izin vermezdi. Bir gece gösteride sözü edilen kadının yanına oturmasına çok içerlemiş ve oyunda Feruzu Şah’ın kılıcını çekme yerine gelince, “Ya Allah” deyip kılıcı çeker gibi yaparak elinin tersiyle kadının yüzüne “okkalı bir tokat” yapıştırmıştı. Bu dönemde meydanın ortasında bir elektrik direği vardı. Direğin bir yanına, meydanın doğusunda kahvehanesi bulunan Evliya Salih, diğer yanına da meydanın kuzeyindeki Asmalı Kahve’yi çalıştıran kahveci Tahsin Ağa birer su küpü dayarlardı. Müşteriler ile Asmaaltı meydanından gelip geçenler küplerdeki sudan içerlerdi. Küplerin yanında birer maşrapa bulunurdu. Küplere konan sular tenekelerle sokak çeşmelerinden sağlanır, ya da at arabalarıyla testiler içinde Anamomillo’dan su getiren suculardan satın alınırdı. Suyun soğuması için, Trodos’taki karların içinden toplanan küçük kurtlar bir dülbente sarılarak suyun içine atılırdı.
Gelen müşterilerin oturması için meydana hasır sandalyeler konurdu. Meydan öyle kalabalık olurdu ki, bazen oturacak sandalye bulunmazdı. 1920’li yıllardan itibaren Pazartesi ile Cuma günleri kahvehanenin önünde kömür, odun ve Lefkoşa ile Ağırda’dan getirilen maltızlar satılırdı. Odunlarla kömürler, Abohor, Yeniceköy ve özellikle de Ağırdalı oduncular tarafından eşeklerin sırtında veya katır arabalarıyla getirilirdi. 1934 yılından önce kahvehane Ağırdalı Halil Hacı Fellah tarafından çalıştırılması nedeniyle, eşek konvoyu oluşturarak Ağırda’dan Lefkoşa’ya gelen oduncuların ilk durak yeri burasıydı. Köyden geldikten sonra Lefkoşa’da aşhane, dükkân ve evleri gezerek odun siparişi alırlar, aldıkları siparişleri götürüp teslim ettikten sonra da köylerine dönerlerdi. II. Dünya Savaşı sırasında bir kucak odunun ½ şiline satıldığı anlatılmaktadır.

MEYDANIN MÜZİSYENLERİ VE MÜZİKLİ EĞLENCE YERLERİ

Asmaaltı meydanı ile kahvehaneleri yaklaşık olarak 1933 yılından itibaren sünnetçilerle çalgıcıların bir toplanma yeriydi. Düğün ve tören düzenleyecek olanlar onları bu meydanda bulup kiralarlardı. Çalgıcılar sadece sünnet ile düğün törenlerinde değil, şano ile kabarelerde de çalarlardı. Meydana genellikle çalgıcılar toplandığından o dönemde Kumarcılar Hanı “Gezginci Çalgıcılar Hanı” adıyla da bilinmekteydi. Meydan ile yakın çevresinde faaliyet gösteren eski fenni sünnetçilerden Kâşif, Ali dayı, Leymosunlu Kemal Şah, Mehmet Ali Halil Efendi ve en son ise Hüseyin Kesenel’in adları anımsanmaktadır. Sünnet ile düğün çalgıcılarından adları hatırlananlar ise; Mehmedali Vasfi Tatlıyay (‘kör kemaneci’), borulu keman çalan kemaneci Kara Mustafa, hamamcı Mustafa (deblek), Ahmet Nadide, Küçükkaymaklılı Ahmet Altıparmak, ut çalan Bedros ile Kral, Kanun çalan Ermeni Kayan, kemaneci Salih, kemaneci kör Yanni ve Şano’un kemanecisi Elham idi. Bunlara eşlik eden kadın sanatçılar arasında komiklik yapan Kara Fatma, ses sanatçılarından Cella ile Marikka kardeşler, Zarif hanım ve Abbas’ın Şerif vardı.
Müzisyenler ile sahne sanatçıları meydanın doğusunda bulunan Evliya’nın Salih’in kahvehanesinin yanındaki iki katlı şanoda çalışırlardı. Alt kat gösteri yeri, üst kat ise otel olarak kullanılmaktaydı. Şano’nun dip tarafında gösteri yapacakların üzerine çıktıkları büyük bir platform, platformun karşısında ise müşteriler için dizilen sandalyeler vardı. Müşteriler sadece kahve, gazoz, şerbet ve limonata gibi serinletici içkiler içerlerdi. Burada kesinlikle alkollü içki içilmezdi. Şano 1935-1936’larda kapandıktan sonra 1938 yılında yerine Dellal Salim tarafından bir kabare açılmıştır. Kabarede içki içilirdiği, dans edildiği, orada çalışan kadınlar masalara çağrılıp onlara içki ısmarlandığı ve üst katın ise genel ev olarak kullanıldığı anlatılmaktadır.

MEYDANDAKİ LOKANTA VE MEYHANELER

Asmaaltı Meydanı ile sokağındaki aşhaneler en çok müşteri çeken dükkanlar arasındaydı. Meydandaki aşçı Rüzgar’ın Salih’le kahvaltıcı Ömer Ağa’nın yanı sıra, Asmaaltı sokağında Sadi usta, aşçı hoca, aşçı aslan ve aşçı Adem’in lokantaları da vardı. Lokantalarda en çok sevilen yiyecekler arasında fırında patatesli kuzu kelleciği, fırında yumurtalı ciğer, sumaklı köfte, paça, şiş kebabı ve şeftali kebabı bulunmaktaydı. Meydandaki iki meyhaneden birini meyhaneci Şefik, diğerini ise meyhaneci Hüseyin çalıştırmaktaydı. Bunlar Kıbrıs genelindeki orta halli meyhanelerden farksızdı. ‘Bangobaşı’ veya masada oturarak içecek olanlar için ayrı ayrı yerler vardı. Servis yapılan ‘bangonun’ gerisinde ise Bitsilya bölgesinden eşeklerin sırtında getirilen şarap tulumlarıyla, üst üste veya yan yana dizilmiş durumda konyak ile şarap varilleri bulunurdu. Zuk küçük bodirilerde içilirken, konyak ise ‘garafagi’ adıyla bilinen altı geniş, üstü ise dar olan cam bardaklarda içilirdi. Meyhanelerde genellikle Nalçaciyan’ın imbikte yaptığı Zuk, Adelfi Fillipu’nun 1934’lerde yaptığı rom, şarap, Hacibavlo, Gabsula, tek, iki ve üç yıldızlı konyaklar içilirdi. Ayrıca 1938-1940’larda Seyfi Akdeniz’in Türkiye’den getirttiği bira ile Tekel rakısı da sevilerek içilen içkiler arasındaydı.

KURT (KUTUP) BABA TÜRBESI

Tek mekândan oluşan ve içinde üç mezar bulunan türbe Asmaaltı, Kurt Baba ve İrfan Bey sokaklarının kesiştiği köşede bulunmaktadır. Önceleri  “Üçler” ile “Kutup Baba” adlarıyla bilinirken, daha sonraları yaygın olarak “Kurt Baba” adıyla bilinir olmuştur.Türbede bulunan üç mezarın, Lefkoşa’nın Osmanlılar tarafından ele geçirilmesi sırasındaki sokak çatışmalarında burada şehit düşen Bektaşi şeyhlerinden “Kutup Baba” ile iki müridine ait olduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle yakın geçmişimizde türbenin Kurt Baba ile İrfan Bey sokaklarına bakan pencerelerinin demir parmaklığına adak amacıyla yeşil çaput parçaları bağlanmakta ve mum yakılmaktaydı.

ELMASLI HAMAM

Bir zamanlar Asmaaltı meydanı’ın güneydoğusunda Miralar Tahir Ağa’nın konağının yanında, gündüzleri kadınların, ikindiden sonra ise erkeklerin yıkandıkları Elmaslı Hamam vardı. Önceleri Latif Ağa, daha sonraları Salih Ağa ve kaynı Dizlikli Hasan dayı ile Zarif hanım tarafından çalıştırılmıştı. Hamamın ölümle sonuçlanan iki olaya neden olduğu anlatılmaktadır. Birinci olay, Miralay Tahir Ağa ve 1839 yılında zehirlenerek öldürülen Vezir Osman Paşa’nın dul eşiyle ilgilidir. Hamamın yanında oturan Tahir Ağa, hamamda yıkandığı bir sırada Vezir Osman Paşa’nın dul eşine sarkıntılıp yapınca, olay padişaha şikâyet edilmiş ve padişah fermanıyla Tahir Ağa’nın boynu vurulmuştur.
Hamamla ilgili ikinci olay ise 10.5.1924 tarihinde, karısı Fatma Hanım’ı kıskançlık nedeniyle öldüren Beyrutlu Dr. Hüseyin Behiç ile ilgilidir. Anlatıldığına göre eşi Fatma hanımın Arif Bey ile ilişkisi olduğuna inanan Dr. Hüseyin Behiç onunla kavga etmiş. Arif bey de Dr. Hüseyin Behiç’ten intikam almak için, Elmaslı hamamın kadın kesecisine para vererek Fatma Hanımın kalçasında bir benin bulunduğunu öğrenmiş. Böylece kahvehaneye giderek herkesin içinde Dr. Hüseyin Behiç’e eşinin kalçasında bir ben bulunduğunu öğünerek söylemiş. Bunun üzerine eşinin kendisini aldattığına hükmeden Dr. Hüseyin Behiç eve gitmiş ve eşine üç kurşun sıkarak onu öldürmüş. İşlemiş olduğu bu cinayet nedeniyle de yargılandıktan sonra idam edilmiş.

Bu haber toplam 7680 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 120. Sayısı

Adres Kıbrıs 120. Sayısı