1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Madiba’ya veda…
Madiba’ya veda…

Madiba’ya veda…

Madiba’ya veda…

A+A-


Umut Bozkurt

Mandela’nın ölümünden beri Güney Afrika’ya yaptığım ziyareti düşünüyorum. 2011 Ağustosunda iki haftalığına Cape Town’a yolum düşmüştü. Tüm yaşanmışlıklar, mekânlar üzerinde izler bırakırlar. Ben de bu izleri sürerek Güney Afrika’nın travmatik geçmişini biraz olsun anlamaya çabalamıştım.

Cape Town’da beni en çok etkileyen yerlerden birisi kuşkusuz Nelson Mandela’nın yirmi yedi yıllık tutsaklık hayatının on sekizini geçirdiği Robben Adasındaki hapishane oldu. Şimdi müzeye çevrilen hapishane özellikle Mandela gibi siyasi tutukluların tutulduğu bir yer olmuş. Mandela’nın tutulduğu tek kişilik dar odaya bakıyorum. Mandela, bir röportajında şöyle tanımlıyor bu odayı: “çok dar bir odaydı, odanın bir tarafından diğer tarafına üç adımda gidebiliyordum”. Ardından rehberimiz bizi Robben adasının etrafında bir gezintiye çıkarıyor. Bir yerde duruyoruz. Geniş bir boşluğun tam ortasında birtakım taş yığınları görüyoruz. Burası Mandela ve diğer tutsakların kireçtaşı kırdığı yermiş. Güneş altında saatlerce bembeyaz kireçtaşı kırmak Mandela’yı neredeyse kör etmiş ve görme yetisinin kalıcı hasarına yol açmış. Ardından hapishane avlusunda bir gezintiye çıkıyoruz. Mandela hayatını anlatan ve 1995 yılında basılan Long Walk to Freedom (Özgürlüğe Giden Uzun Yürüyüş) kitabını Robben adasındayken yazmaya başlamış. Ama Afrikaner gardiyanların siyah tutsaklar üzerinde sürekli terör estirdiği bir ortamda, Mandela ve mücadele arkadaşları, yazdıklarının bulunmaması ve imha edilmemesi için büyük bir çaba içine girmişler. Taslak uzun bir süre avlunun bir köşesinde saklanmış. Tutsakların yoğun çabası ve dayanışması sonucunda ise sağ salim güvenli bir yere ulaştırılmış ve ancak Mandela özgürlüğüne kavuştuktan sonra basılabilmiş.

Mandela, ‘Özgürlüğe Giden Uzun Yürüyüş” adlı otobiyografisinde, çoçukluğundan delikanlılığa geçişini, Afrika Ulusal Kongresinin örgütlenme sürecini, tutsaklık günlerini, Winnie Madikizela’yla yaptığı evliliği anlatıyor. Tüm bunları okumak insanda şöyle bir his oluşturuyor: bu satırların yazarı çok hakiki bir insan. Onunla beraber çalışmak bahtiyarlığına kavuşmuş Güney Afrikalı insan hakları hukukçuları da onu böyle anıyorlar: vicdanlı, erdemli, zarif ve bilge bir insan olarak. Mandela, yirmi yedi yılını tutsak olarak geçirmesine rağmen hiçbir zaman bir intikamcılığın peşine düşmedi. Bağışlamayı ve geçmişle uzlaşmayı salık verdi. Geçmişle uzlaşmak ve siyahlar ve beyazların birarada yaşadığı bir“rainbow nation” (gökkuşağı toplumu) yaratmak en büyük düşüydü.

Peki Mandela özgürlüğüne kavuştuktan yirmi yıl sonra, düşlediği şey gerçekleşebilmiş midir? Siyahlar ve beyazlar arasında uzlaşma geçmişte yaşanan bunca travmaya rağmen mümkün müdür? Hele ki ırk ayrımcılığı döneminde türlü eziyetlerden geçmiş siyah nüfus halen zorlu koşullarda hayatını idame ettirmeye çabalarken affetmek ve uzlaşmak kolay bir süreç midir? Elbette değildir. Güney Afrika’da bugün ırk ayrımcılığı siyasal bir sistem olarak sona ermişse de ırk, sınıfsal hiyerşinin belirleyicisi olmaya devam ediyor. 1994ten sonraki dönem yeni bir siyah orta sınıfı yaratmaya muktedir olsa da bu, siyah nüfusun büyük çoğunluğunun yoksulluk koşullarıyla boğuştuğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor.

Bu resmin yaratılmasında ne yazik ki Mandela’dan sonra cumhurbaşkanı olan Thabo Mbeki ve Jacob Zuma kadar bizatihi Mandela da sorumludur. Güney Afrika’da ırk ayrımcılığının son bulması eski rejimle ve onu destekleyen uluslararası güçlerle bir tür uzlaşma neticesinde gerçekleşti. Bu uzlaşmanın bir tarafı hakikat komisyonlarında insan hakları ihlallerine imza atanlara af sağlanması ise, bir başka tarafı küresel kapitalizme kafa tutulmamasıydı. Nitekim Mandela başa geldikten kısa süre sonra Afrika Ulusal Kongresinin savunduğu en temel ilke olan “madenlerin , bankaların ve tekelci sanayiinin kamulaştırılması” ilkesi rafa kaldırıldı. Afrika Ulusal Kongresinden Ronnie Kasrils’in de ifade ettiği üzere, “1991-1996 yılları, Afrika Ulusal Kongresinin ruhunu şirketlere kaptırdığı bir dönem oldu. Ne yazık ki bu tuzağa düştük” (Brian Ashley, “To do justice to Mandela’s life, the struggle must continue, Red Pepper, December 2013).

Mandela’nın ölümünün ardından kimileri onu bir aziz mertebesine yükseltiyor. Mandela kadar sahici bir insanın böyle anılmak istediğinden şüpheliyim. Mandela özgürlük yolunda çok uzun bir mücadele verdi. Çok az insanın girişeceği türden, kelle koltukta bir mücadele. Ancak küresel kapitalizme yenik düşerek yaratmak istediği eşitlikçi ve demokratik Güney Afrika düşünde başarılı olamadı. Mandela’nın hayalini kurduğu ülkenin kurulması için mücadele sürecektir. Bugün için ise bizlere Madiba’yı sevgi ve saygıyla anmak kalıyor. Işıklar içinde uyusun…

Bu haber toplam 1323 defa okunmuştur
Gaile 243. Sayısı

Gaile 243. Sayısı