1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Dün Gece Rüyamda Beğendiğim Çocuğa Sarıldım”
“Dün Gece Rüyamda Beğendiğim Çocuğa Sarıldım”

“Dün Gece Rüyamda Beğendiğim Çocuğa Sarıldım”

“Dün Gece Rüyamda Beğendiğim Çocuğa Sarıldım”

A+A-

 

 Rumuz: İncir Çekirdekli Kadın
 incircekirdeklikadin@gmail.com


Sekiz veya dokuz yaşındaydım. Hangisi olduğundan emin değilim ama arkadaşımla oturduğumuz merdivenler bana üçüncü sınıfı hatırlatıyor.

Beğendiğimiz çocuğun kim olduğunu birbirimize söylemeye karar verdik. Aynı çocuk çıkmasın mı? Bir ortak noktamızın daha oluşu hoşumuza gitti. Ha hah, simdi aynı şey olsa kıskançlıktan kudururduk. On bir yaşından sonra sevgili paylaşılmıyor.

O gece rüyamda âşık olduğum çocuğa sarıldım. Ertesi gün heyecanla anlattım arkadaşıma; ne güzeldi sarılmak, keşke gerçek olsaydı. Birlikte hayal kurduk, kıkır kıkır gülerek. Eve döndüğümde hâlâ o kadar heyecanlıydım ki, anneme de bundan bahsetmek istedim. Bu heyecan aklımı karıştırıyordu, hissettiklerimin iyi bir şey mi, kötü bir şey mi olduğuna karar veremiyordum. “Ben dün gece rüyamda beğendiğim çocuğa sarıldım” dedim, “hii, sen daha çok küçüksün, ne beğenmesi, ne sarılması, çok ayıp!” diye cevap verdi annem. Bu konuyla ilgili konuşmak istemediğini anladım. Ne kadar zordu kendimde ona bunu söyleyecek cesareti bulmak. Kalbim kırıldı. Kalp kırıklığının ne demek olduğunu beş yaşımdan beri biliyordum, emindim o yüzden. Bu kadar önemli bir şeyi annem neden dinlemek istemedi, neden yardım etmedi, aklımdaki sorularla tek başıma ne yapabilirim diye düşündüm durdum bütün gün. Bütün heyecanım da bunları konuştuğumuz yemek masasında kaldı, içim incir çekirdekleriyle doldu. Ne güzeldi oysa sarılırken hissettiklerim, ertesi gün ağzım kulaklarımda zıplaya zıplaya okula yürüyüşüm. Çocuklar abartırlar. O küçük dünyaya giren her şey büyük ve çok önemlidir.

Simdi anneme o konuşmayı hatırlatsam üzülür, “yorgundum herhalde” der. Yorgundu da, hatırlıyorum.

Kısa bir süre sonraydı. Anneannem rahatsızlandı, artık bana bakamıyordu. Okul çıkışından akşama, annemle babamın iş çıkışına kadar bana bakan bir bakıcım olacaktı. 80’lerde okul erken biterdi, öğleden sonra birkaç ödev dışında yapacak hiçbir şeyim yoktu. Mahalleler çocuk doluydu, yollarda koşturarak oynamaktan ölürdük! Ah, üzerine resimler çizdiğimiz sokak lambası direğinin ağzı olsa da konuşsa!

Komşu çocuklarıyla ağaçtan topladığımız yenidünyaların çekirdeklerini en uzağa kim tükürür yarışması yaparken bakıcımın kocası seslendi. O günün takvim yaprağındaki fıkra çok komikmiş, “gel birlikte okuyalım” dedi. Bakıcım olan kadının nerede olduğunu hatırlamıyorum. Yalnızdık. Yanına oturduğumda elini bacağımın üzerine koyup “Hep bu elbiseni giy, yırtmaçlı elbise çok yakışıyor sana” dedi. O elbiseyi hâlâ unutmam, yırtmaç dediği, eteğin iki yanındaki iki küçük kesikti. Beni neden okşadığını anlamadım, öylece durup izledim, bekledim. Oyuna dönebileceğimi söylediğinde, döndüm.

Olanlardan hiç bir şey anlamamıştım. Kötü bir şeyler sezdiğimi, fakat neyin kötü olduğunu anlayamadığımı hatırlıyorum. Aklım yine karışmıştı. Beni o kadar çok seven, çok da tatlı olan bu amca niye kötü bir şey yapsındı?

O günden sonra sık sık benimle evde yalnız kalmanın bir yolunu buluyor, bir bahane yaratıp beni yanına çağırıyordu. Artık biliyordum. Yanına gittiğimde beni soyacak, vücudumu okşayacak, öpecek, bana anlamadığım şeyler söyleyecekti. Şimdiki çocuklar daha açıkgözdür diye avutuyorum kendimi. Ben defalarca aynı hatayı yapıp, defalarca aynı tuzağa düşecek kadar saftım. Bir de “cin gibisin” derdi mahalledekiler! Üstelik bu olanları anneme anlatabilmenin bir yolunu bulamıyordum. Rüyamda beğendiğim çocuğa sarılmanın ayıp olduğunu öğrendikten sonra bu adamın evin garajında beni okşadığını nasıl anlatacaktım! Olanlardan çok utanıyordum.

Geceleri bana yaptıklarını düşünmekten uyuyamıyor, ertesi gün annemle babam iş çıkışında beni almaya geldiklerinde yüzlerine bakmaya utanıyordum. Sanki annem gözlerimden anlayacaktı bakıcımın kocasıyla yaptıklarımı. Bir de sustuğum için suç ortağı olmuştum artık. Ondan kaçıyor, beni çağırdığında yanına gitmemeye çalışıyordum. Ama hep bir yolunu buluyor, beni bir köşede yakalıyordu. Çok kızıyordum kendime, çünkü daha akıllı olmalıydım. Fakat sonraki gün yine aptaldım!

Gittikçe daha da rahat davranmaya başladı. Karısı evde olduğunda da yanıma geliyor, kulağıma bir şeyler fısıldıyordu. Sesinden, yüzünden, yanıma gelişlerinden tiksiniyordum. Dilini görmek en büyük kâbusumdu. Günleri böyle geçirmeye alışmıştım. Yakalandığımda sesimi çıkarmıyor, yakalanmamışsam seviniyordum o günü dokunulmadan geçirebildiğim için.

Bir gün öğlen yemeği sonrası kestirme saatimiz geldiğinde, kadın kocasının yatak odasının (ayrı odalarda, tek kişilik yataklarda yatıyorlardı) pencerelerini açtı. Bir yaz günüydü, okul yoktu ama annemle babam hâlâ çalışıyor, ben hâlâ bakıcıya gidiyordum. Çok pencere vardı, esiyordu güzelce. Adam beyaz atleti ve gri göğüs kıllarıyla yatağına girdi. Benimse yere üst üste serilmiş olan birkaç yorganın üzerine uzanmam söylendi. “Öteki odalar çok sıcak, burada uyu sen de” dedi kadın. Hayatta uyuyamazdım!

Yalvarırcasına gözlerine bakıp, neden orada uyumak istemediğimi söyleyemediğimi hatırlıyorum. Boğazımın ilk düğümlenişiydi sanırım. Dediğini yaptım, yerdeki yorganın üzerine uzandım, gözlerimi adama diktim. O uyumadan rahat edemeyecektim. Karısının mutfakta bulaşıkları yıkadığını duyduğunda gözlerini üzerime cevirdi. Eliyle göbeğine pat pat vurarak “gel buraya” dedi, “gelmem” dedim, “gel, bu yatak çok rahat” diye ısrar etti. Ne yapmak istediğini anlayamıyordum. Odanın kapısı açıkken bunları yapmaya cesaret etmesi beni daha da korkutuyordu. Derken sesimizi duyan kadın mutfaktan çıktı, sinirli adımlarla yanımıza geldi.

Bana bağırmaya başladı. Çok konuştuğumu ve kocasını uyutmadığımı söyledi. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bilemedim. Ne söylediğimi hatırlamıyorum. Bir şey söyleyebildim mi onu da hatırlamıyorum. Bön bön bakmışımdır yine. Kızgın kadın bir elime yastık verdi, öteki elimi de tutup beni verandaya çekiştirdi. “Madem içeride uyumuyorsun burada uyu o zaman” deyip üzerime kapıyı kapattı. Dışarıda yastığın üstüne oturup uzun uzun ağladım. Çok gücüme gitmişti bu olanlar. Kadının bana neden kızdığını anlayamamıştım, ama kötü bir şey yapmadığımı bildiğini biliyordum. Simdi, geriye dönüp baktığımda kocasının bana olan ilgisinin farkına varmış olabileceğini ve fakat bununla yüzleşemediğini düşünüyorum... O gün uğradığım haksızlığı, kadının öfkeli yüzünü ve bitmek bilmeyen ağlayışımı hiç unutmam. Adamın bana yaptıkları bile beni kadının yaptığı kadar ağlatmamıştı. Bir an beni kurtaracağını sanmış, kendimi kapının önünde mermerlerin üzerinde otururken bulmuştum. Ama unutamadığım daha da kötü bir anı var.

Su içmek için mutfağa girdiğim bir gün, adamı masanın üzerine oturttuğu torununu kucaklayıp öperken buldum. Benim yaşlarımda bir kız çocuğuydu, sık sık anneannesi ve dedesini ziyarete gelirdi, oynardık. Bu yazıyı (şayet okursa) kimin yazdığını anlayacak tek insan odur. Adamın dili kızın ağzında, elleri t-shirtünün içindeydi. Şaşkınlıktan donakaldığımı gördüğünde hemen yanıma gelip beni kucakladığı gibi masaya oturttu ve kimseye bir şey söylemememi tembihledi. Torunu gülümseyerek bizi izliyordu. Neden gülümsediğini hiç anlamamıştım. Dedelerin torunlarını böyle sevdiklerini mi sanıyordu?

Yıllar sonra cesaretimi toplayıp bir kız arkadaşıma küçükken cinsel tacize uğradığımı söylediğimde, bana kendisinin de on altı yaşındayken doktoru tarafından tacize uğradığını söyledi. En beklemediği anda doktorun cinsel organını sırtında hissettiğinde dışarıya kaçabilmiş ama kimseye bir şey söyleyememişti. “Duyulsa babam doktoru öldürürdü” dedi. Başka bir arkadaşım, beş yaşındayken arabayla gezdirilme bahanesiyle bir aile dostu tarafından taciz edildiğini anlattı. Bu arkadaşım erkekti.

Geçenlerde Woody Allen’i cinsel tacizle suçlayan üvey kızının mektubunu okuduğumda bu hikâyeleri düşündüm. Bunları neden unutmaya çalıştığımızı, neden hiç paylaşamadığımızı ve neden paylaşmamız gerektiğini. Annemle babamın bunları yaşadığımı bilmelerini hâlâ istemem. Geç kaldım, artık beni koruyamazlar, sadece çok üzülürler. Ama konuşamayan başka çocuklar varsa, belki onların anne babaları bunların Kıbrıs’ta da yaşandığının farkına varıp çocuklarını uyarabilirler. Aslında annem de beni hep uyarırdı “okul çıkışı biri sana şeker, çikolata verip onunla gitmeni isterse hemen sınıfına dön” diye, ama şekerli kandırmalar sadece filmlerde olurdu. Ben de keşke bana da şeker verseler de sınıfa kaçabilsem diye düşünürdüm...

Bu haber toplam 1655 defa okunmuştur
Gaile 252. Sayısı

Gaile 252. Sayısı