1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Dedigoduculuk” ve “Gombinacılık” Kültürü Üzerine (1)
“Dedigoduculuk” ve “Gombinacılık” Kültürü Üzerine (1)

“Dedigoduculuk” ve “Gombinacılık” Kültürü Üzerine (1)

“Dedigoduculuk” ve “Gombinacılık” Kültürü Üzerine (1)

A+A-

 

Mustafa Ongun
m.ongun85@gmail.com

“Dedigoduculuk” ve Muhafazakar Otorite


Kıbrıslı Türklerin uzlaşabildiği bir konu bulmak herhalde dünyadaki en zor işlerden birisidir. Buna rağmen uzlaşabildiğimiz bir konu varsa o da Kıbrıs'ta herkesin "dedigodu" yaptığı, milletin birbirinin arkasından konuştuğudur. Dedikoduculuk aile ilişkilerinden tutun da mahalleye ve belki de daha da kötüsü politikaya kadar her yerde karşımıza çıkmakta ve hayatımızı etkilemektedir. Hiçbir konuda hemfikir olmasak da bu konuda sanırım herkes hemfikirdir.
Dedikoduculuk söz konusu olduğunda ortak noktalarımız bunlarla da sınırlı değil. Nedense herkes bu dedikoduculuktan şikâyetçi, herkes dedikoduculuktan kurtulmak istiyor ancak kurtulmak bir türlü mümkün olmuyor. Bunun nedenini sorduğumuzda ise cevabımız hazır: "ada toplumuyuz, küçük ülkeyiz de ondan. Hem zaten bütün adalar böyle, yapacak bir şey yok". Herkes bu cevabı vermese de sanırım çoğunluk tereddüt bile etmeden bu tür bir cevap vermektedir. Bu da günün sonunda dedikoduculuğun kaderimiz olduğu, onu beğenmesek de onunla yaşamayı öğrenmemiz gerektiği anlamına geliyor. 
Peki, bir süreliğine diğer adalar ve küçük ülkeler üzerine yaptığımız doktoraları bir kenara bıraksak ve bu özelliğimizin daha farklı politik ve sosyolojik kaynaklarını sorgulasak fena mı ederiz? Aksine, "dedigoducu" olmamızın  ciddi bir toplumsal ve siyasi boyutunun olduğunu söyleyebiliriz. Bu yazı tam da böyle bir iddia ortaya atmaya çalışacak. Yani dedikoduculuğun kaderimiz değil, toplumsal ve siyasi yapımızın bir ürünü olduğunu iddia edecektir.
Sanırım dedikoduculuğun toplumsal boyutunu en iyi kavramış olan yazarlardan birisi de Jane Austen’dir. Bu yüzden konuyu irdelemeye Austen’den başlamakta fayda vardır. Dedikoduculuğu Austen’in (ve özellikle onun Emma adlı romanında) kullandığı biçimiyle anlamadığımız zaman, ortaya çoğumuzun gördüğünden çok daha farklı bir resim çıkar. Austen’in romanlarında ve özellikle Emma’da, dedikodu, otoritenin gözüdür. Yani otoritenin kendini muhafaza etmesi için gerekli olan kuralların gelişmesini - ve bireylerin bu kurallara uymasını - sağlayan en önemli araçlardan biri dedikodudur. Otorite veya hakim anlayış dedikodu kültürü aracılığı ile “sapkın” kişileri “belirler” ve onları “dışlar”. Tabi bu otoritenin bilinçli olarak geliştirdiği bir araç olmaktan çok onun doğal bir sonucudur. Sonuç olarak otoritenin oluşumu belli normları, doğruları veya yanlışları ortaya çıkarır ve otorite, devamını sağlamak için, dedikodunun bu özelliğinden beslenir.
Jane Austen’in Emma romanında dedikodunun yeri gerçekten bu mu değil mi tartışmaya açık bir konudur. Yukarda anlatmaya çalıştığım sadece bir yorum. Ancak burada önemli olan, yorumun doğruluğundan çok, bu yorumu bizim toplumumuza uyguladığımızda acaba ne gibi bir toplumsal resim çizebileceğimizdir. Böyle bir çaba içine girdiğimizde sanırım karşımıza söyle bir sonuç çıkacaktır: Anavatan, ‘has’ Kıbrıslı, baba, başkan, erkek gibi otorite figürleri devamlılığını dedikoduculuk kültürü üzerinden devam ettirmektedir. Yani dedikoduculuk kültürü bugün var olan otoritenin birincil ihtiyaçlarındandır. İktidarın gözü olarak dedikodu, kimin genel kabul gören kuralları ihlal ettiğini, kimin bu kurallara uyduğunu, kimin normların dışına çıktığını belirleyen bir araçtır. Daha spesifik olmak gerekirse, dedikodu, hangi kadınların egemen erkek anlayışa göre “iyi” hangilerinin “kötü” olduğunu, hangi gençlerin “pislik” hangilerinin “düzgün” olduğunu, hangi öğrencilerin “iyi” hangilerinin “kötü” olduğunu belirleyen önemli bir araçtır. Hatta belirlemekle de kalmayıp “kötü” olanı dışlayan ve küçümseyen bir mekanizmadır. Günün sonunda dedikodu kültürü devam ettikçe hem otorite kendini devam ettirecek hem de otoriteye ayak uyduranlar kendilerini iyi ve güvende hissedeceklerdir.
Bu noktada bazılarımız doğal olarak peki o zaman dedikoduculuktan kurtulmanın yolu otoritenin her halinden kurtulmak mıdır diye soracaktır. Bu soruya verilecek en kısa cevap hayırdır. Mesele otoriteden tamamen kurtulmak değildir. Önemli olan otoritenin belli bir formundan kurtulmaktır. Burada ne demek istediğimi daha iyi anlamak için sanırım dedikoduculuk kültürüne yukarda önerdiğim açıdan biraz daha derinlemesine bakmamız gerekiyor.
Önerdiğim çerçeveden baktığımızda, dedikoduculuk kültürü özünde muhafazakar bir otoriteyi temsil etmektedir diyebiliriz. Yani dedikoduculuğun sosyal hayatta gözü ve denetleyicisi olan otorite muhafazakardır. Bu otorite için önemli olan var olan normların, değerlerin ve doğruların muhafaza edilmesidir. Babanın ailenin “reisi” olarak kalması, başkanın eleştirilmemesi, Kıbrıslıların ‘has’ kalması ve hatta kurumsal yapıların olduğu gibi devam etmesidir önemli olan. Bu otorite anlayışında yeni ve değişik olan tehlikeli ve dışlanması gereken şeylerdir. Bu açıdan baktığımızda işte tam da bu nedenle dedikodu kültürü muhafaza etmeye yönelik tespitler ve dışlamalar yapmaktadır. Burada otoritenin dedikodu kültürünü bilinçli bir şekilde yarattığı gibi bir iddia ortaya atılmadığını bir kez daha hatırlatmakta yarar vardır. İddia, daha çok otoritenin dışına çıkanların dedikodu aracılığı ile “kötü” olarak nitelendirilmelerinin otoritenin işini kolaylaştırdığı ve bu nedenle dedikodu kültürünün otoriteden beslendiğidir. Bu iddia eğer doğruysa, dedikodu kültürü aslında kaderimiz değildir iddiasında bulunmak da mümkündür. Bu kültür ada olmamızdan veya küçük toplum olmamızdan kaynaklanmamaktadır. Bu kültürün kökeni egemen anlayışın muhafazakarlığıdır. Yani farklılığa karşı tahammülü olmayan, yenilikten korkan ve kaçan bir otoritenin ürünüdür dedikoduculuk kültürü. Bu otoriteyi daha toleranslı ve özgürlükçü bir anlayışla değiştirmeyi başardığımızda, dedikoduculuk kültürünün en azından şu anki rahatsız edici boyutundan da kurtulmak kolay olacaktır.
Bu bağlamda dedikoduculuktan durmadan şikayet edip insan ilişkilerinde, ailede ve okulda yeniliğe kapalı, farklılığa tahammülü olmayanlarımız da aslında dedikoduculuk kültürünün bir parçasıdır. Dedikodu yapmayı sevmesek ve beğenmesek de muhafazakar otoriteye karşı çıkmadıkça dedikoduculuk kültürünü besleyenler ve devamını sağlayanlar arasında yer alacağız. Sonuç olarak farklılıkları kabul etmeyen, yeniliğe açık, yenilik arayan ve teşvik eden bir otoriteyi, var olan muhafazakar otoriteyle değiştirmek dedikoduculuk kültürünün bu kadar yaygın olmasını engelleyecektir diyebiliriz.
Mahafazakar otoritenin etkileri yaygın bir dedikoduculuk kültürüyle de sınırlı değildir. Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasi ve günlük hayatta önemli bir yeri olan ve “gombinacılık” adı verdiğimiz kültürün de aslında bu muhafazakar otoriteyle yakından ilişkisi vardır. Bu nedenle bu yazının devamı “gombinacılık” kültürü ve muhafazakar otorite üzerine olmalıdır. Ancak bunu bir sonraki yazıya bırakmak daha doğru olacaktır…

Bu haber toplam 1532 defa okunmuştur
Gaile 211. Sayısı

Gaile 211. Sayısı