1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Birisi özne olmak mı dedi?
Birisi özne olmak mı dedi?

Birisi özne olmak mı dedi?

Birisi özne olmak mı dedi?

A+A-

 

Mustafa Ongun
m.ongun85@gmail.com

Son zamanlarda Kıbrıslı Türklerin düşünce dünyasını garip bir düalizm meşgul etmektedir. Kıbrıs sorunu ve iç meseleler arasında keskin ve tehlikeli boyutlara varan bir ayrışma yapılmaktadır. Bu ayrışma ilk başlarda politika üretmeyenlerin Kıbrıs sorununu bahane olarak kullanamamalarına karşı yararlı bir söylem olsa da, artık aşılması gereken garip bir hal almıştır. Kıbrıs sorunundan bahsedenler toplumun  diğer problemlerini sanki önemsemiyormuş gibi muamele görmekte, iç sorunlardan bahsedenler ise sanki Kıbrıs sorunu yokmuş gibi düşünmeye itilmektedirler. Bu tehlikeli ve gerçekçi olmayan düşünce yapısı problemlerimizi bütünlüklü bir şekilde görmemizi engellemektedir.
Bu düalizmin en son karşımıza çıktığı yer, malum bayrak olayıdır. Mersin'deki oyunlara Kıbrıs Cumhuriyeti'nin katılması ve Kıbrıslı Türklerin temsil edilememesi akıllarda sadece bir fotoğraf karesi olarak kaldı. Tartışılması gerek önemli noktalar pek de tartışılmadı. Daha da önemlisi içine düştüğümüz bu düalizmden dolayı, malum bayrağın orada olmasının ve bizim orada olamamamızın, iç meselelerimizle ne türden bir bağlantısı olduğu irdelenmedi. Malum bayrak olayı Kıbrıs'ın kuzeyinde Kıbrıs sorunundan kaynaklı önemli bir demokrasi sorunu olduğunu göstermekteydi. Neyse ki Mersin'de Kıbrıs bayrağının açılmasının hemen ardından Mağusa'da gerçekleşen bir protesto Kıbrıs sorunu ile iç meselelerin nasıl bir bağlantısı olduğunu anlamamızı kolaylaştırdı. Oyunlara Kıbrıs Cumhuriyeti kabul edilirken Kıbrıslı Türklerin yer almamasını protesto etme amacıyla bir kişi iş yerinin önüne Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağı astı. Bu protestonun saçma olduğunu düşünebilir veya eleştirebilirsiniz. Bu gayet anlaşılır ve normaldir. Kısıtlı olsada genel tartışmalar zaten bu yönde şekillenmiştir. Bir kesim protestocunun saçmaladığını, gereksiz ve aşırı "rumcu" olduğunu savunundu. Bu eleştiriler genelde "zaten bu Rumlarda da hayır yok, olan bize olur hep, bizi kimse tanımaz" gibi bilindik yorumlarla sınırlı kaldı. Diğer bir kesim ise, "bak işte bu Türkiye de tanımaz bizi, biz sahte devletiz dediğimizde kimse bize inanmıyordu. Gördünüz mü şimdi?" yine bilindik yorumlarla olayı geçiştirdi.
Polis neden müdahale etme gereği duydu?
Herşeyden önce burada tartışılması gereken, Mağusa’daki olaya polisin neden müdahale etme gereği duyduğudur. Bunu iyi okuyabilenler adanın kuzeyinde neler olup bittiğini de görebilen kişilerdir. Polisin müdahale etme gereği duymasını şu şekilde açıklayabiliriz. Öncelikle polis hepimizin bildiği gibi KKTC'ye bağlı bir kurum değildir. Özünde TC'ye bağlı olan bir kurumun Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağının TC'de açılmasına engel olmaması ve sonrasında Mağusa'daki protestoya müdahale etmesi önemli bir gerçeği - bir kez daha - göstermektedir. Adanın kuzeyinde gerçekleşen bu olay, bir anlamda TC'nin esas niyetini yansıtmaktadır. Yani Mağusa’daki olay, TC’nin gerçekte yapmak istediğinin ama uluslararası antlaşmalardan dolayı yapamadığının bir dışa vurumu olarak okunabilir. TC hükümeti adanın kuzeyinde bütünlüklü bir hakimeyet kurmak istemektedir. Kuzeydeki halkın TC iradesi dışında Kıbrıs Cumhuriyeti ile kurabileceği herhangi bir yakınlık olasılığından bile rahatsızlık duymaktadır. Söylem boyutunda bunun tam aksi iddia edilse bile birçoğunun önemsiz bir olay diye geçiştirdiği Mağusa’daki polis müdahalesinin günün sonunda verdiği mesaj maalesef budur. Kısacası polisin Mağusa'daki müdahalesi küçük bir olay izlenimi verse de içinde büyük bir mesaj barındırmaktadır. Mesaj kısaca şudur: ben Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tanıyabilir veya ilişki kurabilirim, ancak bu adanın kuzeyindeki egemenliğimden vazgeçeceğime dair en ufak bir şüphe bile uyandıramaz. Bu şüpheyi yaygınlaştırmaya çalışacak herhangi bir hareket ve düşünceyi de her türlü gücü kullanarak susturmaya hazırım. Verilen mesaj en kaba tabiriyle budur.
Bu noktada bu mesajın bilinçli bir şekilde verildiğini kast etmediğimin de altını çizmem gerekir. Belki de TC yetkilileri bu olaydan haberdar bile değildir. Ancak önemli olan bu değildir. Anlatmaya çalıştığım Mersin’deki bayrak olayının ve sonrasında Mağusa’da yaşanan olayın belli bir anlamı olduğudur. Şimdi bu anlamı gerçekçilik adı verdikleri bir maskenin altına gizlenerek görmezden gelenler olabilir. Fakat adanın kuzeyinde yaşayanların özne olabileceğine inanan gerçekçiler için bunu görmezden gelmek kafaları kuma gömmekten başka bir şey olamaz. Burada niyetimin bazıları gibi her problemi TC'ye bağlamak ve susmak olmadığını da belirtmemde yarar vardır. TC’ye karşı herhangi bir düşmanlık geliştirmek kimsenin yararına olmayacaktır ve olmamıştır da. Yapılması gereken bizim siyasilerimizin olanların çelişkili olduğunu şeffaf bir şekilde kendi halkına ve TC’ye anlatmasıdır. KKTC polisinin TC askerine bağlı olduğunu, KKTC’nin sınır kontrolünün tam olarak kendi elinde olamadığını, TC’nin adada yüksek miktarda asker barındırdığını tekrar tekrar hatırlatmaları gerekir. Koşullar bu durumda iken, eğer TC Kıbrıslı Türkleri yok sayıp Kıbrıs Cumhuriyeti ile belli ilişkiler içine giriyorsa, bunun Kıbrıslı Türklerin siyasi hayatında önemli bir yeri olan özne olma idealine ters düştüğünü anlatması gereklidir. Siyasilerimiz bu çaba içine girmedikçe, bu alanda belli prensipler çerçevesinde davranmadıkça TC’yi suçlamanın ve düşmanlık yaratmanın pek bir anlamı yoktur.
Tabii burada birçoğumuz “bütün bunları zaten hepimiz biliyoruz, hep aynı şeyler söyleniyor ama değişen bir şey yok. Ne halkımız bu çelişkileri TC’nin yüzüne vuracak kadar dirayetlidir ne de siyasilerimiz” diyecektir. Gerçeklerin bununla sınırlı olduğunu düşünenler için yapılması gereken sanırım bellidir. Artık özne olma söyleminden vazgeçmek ve TC’nin alt yönetimi olarak yola devam etmek. Kıbrıslı Türklerin “önemli” bir siyasi hareketi olan UBP zaten bunu tutarlı bir şekilde yapmaktadır. Onlarla birlikte hareket edebilirler. Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yönetebilecek potansiyele sahip olduklarını düşünenler ise politik stratejilerini TC’yi düşmanlaştırmadan, şeffaf bir şekilde, çelişkilere karşı durarak ve bu çelişkileri aşacak politikalar geliştirerek ilerleyecektirler. İşte tam da bu yüzden bu yolda olduğunu iddia edenler bayrak olayına sesiz kalmamalı ve daha da önemlisi Mağusa’daki protestoyu saçma bulsalar bile engellemeli veya en azından eleştirmeliydiler.

Bu haber toplam 1393 defa okunmuştur
Gaile 220. Sayısı

Gaile 220. Sayısı