1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 28 Temmuz Seçimleri ve Seçmen: İdeoloji mi? Hizmet mi?
28 Temmuz Seçimleri ve Seçmen: İdeoloji mi? Hizmet mi?

28 Temmuz Seçimleri ve Seçmen: İdeoloji mi? Hizmet mi?

28 Temmuz Seçimleri ve Seçmen: İdeoloji mi? Hizmet mi?

A+A-

 

Şevki Kıralp
[email protected]


Dünya genelinde Demokrasi, halkın kendisi adına yasa yapacak, o yasaları yürütmeye koyacak ve kendisine liderlik edecek kadroları kendi özgür iradesiyle, yani seçimlerle belirlemesi olarak algılanır. Tek partili rejimlerde dahi, halka liderlerini belirleme hakkı tanınır. Tek partili rejimlerde, devletin tek bir ideolojik ekseni olur, sadece o ideolojik ekseni yürütecek şahıslar değişir. Çok partili rejimlerde ise, partiler toplum içindeki ayrışmaları temsil eden oluşumlar durumuna gelirler. Bazen ekonomik, bazen ideolojik reform arayışları, toplumları partilere böler ve bu da demokrasinin özünü oluşturur. Çok partili rejimler ise, iktidarın el değiştiriş şekli bağlamında bir takım farklılıklar göstermektedir. Örneğin, iki kutuplu parti sistemlerinde, iki güçlü siyasi parti olur. Ya tek başlarına, ya da daha küçük partiler ile koalisyon halinde iktidarı birbirlerinden devralarak yönetim görevini üstlenirler. Çok kutuplu parti sistemlerinde ise, iki ana partinin varlığı yerine, güçleri birbirine nispeten daha yakın daha fazla sayıda daha küçük partiler vardır ve iktidar bunlar arasında (genellikle de koalisyon halinde) değişir. Bununla birlikte, Siyaset Bilimi partilerin daha fazla seçmene hitap edebilmek, dolayısıyla da daha fazla oy kazanabilmek adına ideolojik ağırlıklarını minimize ederek “hepsini yakala” anlayışıyla hareket ettiğini de ortaya koymuştur. Partiler ideolojik yelpazelerinin sınırlarını kırar ve toplumun tüm kesimlerine hitap etmeye çalışırlar. Sağ partiler çalışanların taleplerini, Sol partiler ise iş adamlarının taleplerini dışlayarak başarılı (ne seçimlerde ne de iktidarda) olamayacaklarını kabullenirler. Bununla birlikte, ilerleyen teknolojinin seçim kampanyalarını medya odaklı kılması ve partilerin halkı miting meydanlarına toplama eğilimini azaltması seçmeni genellikle apolitik kılar ve seçimlere katılım azalır . 
Bu yazının amacı, 28 Temmuz seçimleri öncesinde, öncelikle KKTC’deki siyasal yapılanmayı, sonra ise seçmenin 28 Temmuz’dan ne beklediğini kısaca incelemektir.  Kıbrıs Türk toplumu, 1970’li yıllardan itibaren, Ahmet Mithat Berberoğlu ve Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin siyasal yaşama girmesi ve Rauf Raif Denktaş’ın yürüttüğü ayrılıkçı-bağımsızlık (Türk toplumunu Kıbrıs Cumhuriyetinden bağımsızlaştırma) siyasetine bir alternatif oluşturmasıyla birlikte, iki kutuplu parti düzenine geçişin temellerini atmıştı. Bu bağlamda, Ulusal Birlik Partisi ve Demokrat Parti, geleneksel Denktaş siyasetini destekleyen, Cumhuriyetçi Türk Partisi ve Toplumcu Demokrasi Partisi (eski adıyla Toplumcu Kurtuluş Partisi) bu siyasete karşı çıkarak Rumlar ile federal ortaklık kurulmasını savunan partiler olarak KKTC’nin siyasal yaşamına yön verdiler. İktidar ise Sağ ve Sol’un en güçlü partileri olan UBP ve CTP arasında bazen ortaklı, bazen ortaksız biçimde el değiştirdi (ki UBP, CTP’ye kıyasla çok daha uzun bir dönemi iktidarda geçirmiştir). 2003-2004 Annan Referandumu süreci, KKTC’nin siyasi seyri açısından bir dönüm noktası oldu. Halk sokaklara döküldü, çözüm perspektifi desteklendi ve federasyon yanlısı bir parti olan CTP hükümetin büyük ortağı olarak iktidara geldi. Bu dönüşüm halkın aklına tek bir senaryo getirdi: “Türkiye’nin de desteğini alacağız, Kıbrıs’ı yeniden birleştireceğiz, Avrupa ve Dünya ile bütünleşeceğiz”.

CTP ve Talat, Kıbrıs Sorunu’nu çözme vaatleriyle iş başına gelse de, Rum tarafının talepleri ile Türk tarafının talepleri birbirini tutmadı ve anlaşma yapılamadı. Bu durum Kıbrıs Türk halkını, daha beş-altı yıl öncesine kadar günlerce protesto ederek iktidardan indirdiği Ulusal Birlik Partisini tek başına iktidar yapmaya itti. Açıkçası, Rum toplumu ile barış sağlanamayınca, kurulu sistemin Kıbrıs Cumhuriyeti’nden kopma sistemi olduğu ve bu sistemin en çok iktidar deneyimine sahip partisinin UBP olduğu yeniden akıllara geldi. İdeolojik bir analiz, bu dönüşümü Kıbrıs Türk toplumunun çözüm adına Rumlara karşı beslediği umuttan uzaklaşarak KKTC kurumsal dokusunda en hâkim ve en deneyimli gördüğü partiyi yeniden görevlendirdiği şeklinde okumayı gerektirir. UBP, milletvekili sayısını 30’a ulaştırmış, yasama organına hâkim ve güçlü bir hükümet haline geldi. Ancak, İlerleyen süreç beklendiği gibi olmadı. Kurultay süreci ve Lefkoşa Belediyesi krizi gibi beklenmedik istikrarsızlıkların etkisi sosyal, siyasal ve ekonomik alanlarda topluma yansıdı ve erken seçimin kapıları açılmış oldu.

28 Temmuz’a giderken, halkın neye göre oy vereceğini kestirmeye gelince, bu seçimin bir ideoloji seçimi olmayacağı ortadadır. “Kıbrıs Sorunu’nu çözeceğiz” diyerek iktidara gelen CTP, Rum tarafının “yerleşikler gitsin, garantörlükler kalksın, bu federasyon yapısı da çok esnek olmasın” şeklindeki talepleriyle hezimete uğradı. Bunun üzerine “ekonomik refahınızı yükselteceğiz” diyerek iktidara gelen UBP, Ankara’nın “durun bakalım, şimdi biraz kemerleri sıkacaksınız” uyarısıyla hezimete uğradı. Seçim sürecini takip edenler, siyasetçilerin klasik söylemlerden bir nebze de olsa uzaklaştığına tanıklık edebilirler. Sağda, “bu gafil solcular bizi Rum’a azınlık yapacaklar”, Solda ise “bu gafil sağcılar bizi dünyadan izole ettiler” söylemleri eski ağırlığını yitirmiştir. Adayların çoğu, çöken ekonomide diğer partilerin hatalarını saptayarak kendi partisinin bunu nasıl aşabileceği üzerinde yoğunlaşmaktadır. Ancak, burada önemli olan, Kıbrıs Sorunu artık ikinci plandadır ve seçimlerin kaderini ideoloji değil, hizmet beklentisi belirleyecektir. Yani, halk ideolojiye fazla önem vermeden seçim yapacak, “hepsini yakalayacak” olan ve seçimlerden birinci çıkacak olan parti yapabileceği icraat kapasitesiyle ve bunu pazarlamadaki başarısı ile bu yarışı kazanacaktır. Ayrıca, kayda değerdir ki, partiler bu seçim sürecinde, belki biraz da kampanya süresinin kısa olmasından ötürü, halkı sürekli olarak meydanlarda toplamak yerine, ağırlıklı olarak propagandalarını medya vasıtasıyla iletme yoluna gitmişlerdir.

Seçmenin şu an öncelikli olarak beklediği, ekonominin düze çıkması, istikrar sağlanması ve Türkiye ile ilişkilerin ekonomik işbirliği noktasının yeniden gözden geçirilmesidir. Bu nedenle, partilerin seçim süreci boyunca ve seçim sonrasında, ekonomik projeler üretip halka bunları takdim etmesi ve KKTC halkı için Ankara ile pazarlık yapması, KKTC gerçeklerini Ankara ile rasyonel, gerçekçi ve daha etkin bir rol oynayacak biçimde paylaşması gerekecektir. Dolayısıyla, 28 Temmuz’un iktidara getireceği parti ya da partiler, ideolojik bir arzuyu değil, öncelikle istikrar ve refah taleplerini temsil etmek üzere iş başına getirilecektir. Bu seçimlere katılımın ne boyutta olacağını şimdiden kestirmeye çalışmak bu yazının konusu olmasa da, halk arasında daha önceki seçimlere oranla gözle görülür bir katılım düşüşü beklendiği konuşulmaktadır. Burada üzerinde durulması gereken bir nokta vardır. İşin ilginci, bizdeki “boykotçular” arasındaki önemli bir kesim, dünya genelinde sandığa gitmeyen seçmen kesimlerinden ciddi bir farkla ayrılmaktadırlar. Çünkü KKTC seçmeni arasında sandığa gitmeyi reddedenler içerisinde önemli bir kesim “apolitik” olarak sınıflandırılamayacak, medyanın tesiri altında pasifleşmiş kişiler değildir. Aksine, sürekli olarak eylemler yaparak devletin öz yapısı, toplumu temsili ve işleyişine karşı güvensizliklerini dile getiren insanlardır. Bu da toplumsal anlamda Kıbrıs Türkü’ne özgü bir ironi olacaktır.

Vardığımız noktada, 28 Temmuz seçimlerinde, halk seçeceği liderlerden hizmet ve ekonomik gelişim bekleyecektir. Bu da partileri ideoloji için değil, topluma hizmet için yarışmaya itecektir ve de itmelidir. Kıbrıs Sorunu’nun çözüme ulaşmamış bir ulusal sorun olmasından dolayı, ideolojik eksenlerin öyle ya da böyle Milliyetçilik ile kesişmesi kaçınılmazdır. Ancak, şu an seçmenin öncelikli tercihi ideoloji değildir. Çünkü halk cebinden daha az para çıkaracak ve istikrar sağlayabilecek bir yönetim arayışına girmiştir. Bu, en azından önümüzdeki 5 yıllık süreç açısından (ki gelecek hükümet ekonomi politikasında istikrar sağlar ve başarılı olursa bu demokrasimiz açısından bir dönüm noktası olacaktır), faydası toplumun geneline yansıyacak icraatlar yapan bir hükümete ihtiyacımız olduğunu göstermektedir. İktidara gelecek olan hükümetin, orta ve uzun vadede çözülebilecek olan sorunlarda gözle görülür adımlar atarak güven sağlaması gerekli olacaktır. Eğer ki, Kıbrıs Sorunu’nda Annan Planı’na benzer çok önemli bir konjonktür değişimi yaşanmazsa Kıbrıs Sorunu geri planda kalmaya devam edecektir. Böylece, 28 Temmuz sonrası iktidara gelecek hükümetin notu toplumun cebinde kalan para doğrultusunda, genişleyen hak ve özgürlükler doğrultusunda, istikrar ve başarı doğrultusunda verilecektir.

 

***

Lipset, Seymour Martin; Rokkan, Stein 1967. Party systems and voter alignments: cross-national perspectives: an introduction. Party systems and voter alignments: cross-national prespectives. Free Press. p. 1-67.

Özbudun, E., 1979. Siyasal Partiler. Ankara: Sevinç Matbaası.

Wolfinger, Raymond E. & Steven J. Rosenstone. 1980. Who Votes? New Haven, : Yale University Press.

Lijphart, A., 1999. Patterns of Democracy: Government forms and performance in thirty-six democracies. New Haven: Yale University Press.


Heywood, A., 2007. Siyaset. Çeviri: Özipek, B., Şahin, B., Yıldız, B., Kopuzlu, Z., Seçilmişoğlu, B., Yayla, A., Ankara: Adres Yayınları.

 

Bu haber toplam 1620 defa okunmuştur
Gaile 223. Sayısı

Gaile 223. Sayısı