1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Mimarlık yeni bir dil öğrenmek gibi”
“Mimarlık yeni bir dil öğrenmek gibi”

“Mimarlık yeni bir dil öğrenmek gibi”

Bu hafta "Anne Bitti” isimli öyküsüyle mimar, akademisyen Kamil Güley ile birlikteydik. Mimarlık mesleğini daha iyi anlama fırsatı bulduğum bu söyleşide, yaşam öyküsüne ve mimarlıkla sanatın ilişkisine de şahitlik etmiş oldum.  

A+A-

Mimarlık ile sanatı, mimarlık ile edebiyatı birlikte düşünme fikri çok yaratıcı sonuçları beraberinde getiriyor. Kıbrıs Türk Mimarlar Odası da son beş yıldır mimarlık ve edebiyatı birlikte düşünerek bir metin yarışması düzenliyor. Pek çok hikayenin biriktiği bu süreçte, okumaktan çok keyif aldığım metinler oldu. Son yarışmanın mansiyon ödüllerinden biri “Anne Bitti” isimli öyküsüyle mimar, akademisyen Kamil Güley’di. Mimarlık mesleğini daha iyi anlama fırsatı bulduğum bu söyleşide, yaşam öyküsüne ve mimarlıkla sanatın ilişkisine de şahitlik etmiş oldum.  

 

Akademisyen mimar olan Kamil Güley Doğu Akdeniz Üniversitesi’ndeki mimarlık eğitiminin ardından Mimar Sinan Üniversitesi’nde tamamladığı yüksek lisansı ile adaya dönerek, mimarlık mesleğine giriş yaptı. Mesleki hikayesi de böylece başlamış oldu.

“Adaya geri döndüğümde doktora eğitimime başladım. Bu süreçte mimarlık yapmaya da başladım. On beş yıl aktif olarak sahada çalışıp mimarlık yaparak onlarca projeye imza attım ve tasarlamış olduğum binaların uygulamasında da bulundum. Doktoramın da bitmesiyle üniversitenin ve akademik ortamın beni her yönden çok daha fazla besleyebileceğine inandım. Böylece 2014 yılında Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde tam zamanlı öğretim üyesi olarak çalışmaya başladım. O dönemde Mimarlık fakültesinde üç farklı bölüm yer alıyordu. Mimarlık, endüstri ürünleri tasarımı ve iç mimarlık. Tüm bölümlerde eğitim verdim. Ancak kendimi tamamen iç mimarlık bölümünde bulduğumu söyleyebilirim. Lise yıllarımda çizime karşı ilgim ve yeteneğim vardı. Mimar olmayı hiç düşünmemiştim ilk başta. Türkiye’de mühendislik kazandım ama hiç bu alanda eğitim almak istemedim. Öğretmen kolejini de kazandım, ilk başta öğretmen olmak cazip geldi. Babam da öğretmendi. Ancak aniden mimarlık okumak istediğime karar verdim. Bu kararımda emindim ve çok çalışıp Doğu Akdeniz Üniversitesi mimarlık bölümüne birincilikle girdim. Giriş sınavında tüm soruları doğru yapmıştım. İlk yıl çok zorlandım. Mimarlık yeni bir dil öğrenmek gibi... Zamanla mesleğime adeta aşık oldum.”

1-23-of-130.jpg

“Mimarlık bir yapı sanatıdır”

Mimarlıkta bir şeyler çizdikçe, çizdiklerini anlattıkça çok mutlu olduğunu söyleyen Kamil Güley ile mimarlığın sanat ve edebiyatla olan yakın ilişkisini de konuşuyoruz.

“Mimarlıkta diğer tasarım ve sanat dallarında olduğu gibi yeni birşey yaratma olayı var. Ama bina tasarlamak için birçok katmanlar var. Bina bilgisi gerekir, yapı bilgisi gerekir, insan psikolojisini iyi bilmek gerekir, malzeme, renk ve strüktür bilgisi gerekir. Aslında sanat ve tasarım dalları içerisinde, ne okursanız okuyun hepsinin ortak paydaşı temel tasarım. Yola bu şekilde başlıyorsunuz.  Mimarlık bir yapı sanatıdır. Yapıyı sanata çeviriyorsunuz. Üretirken sanatta olduğu gibi eğitiminizin üzerine geçmişinizle bir örüntü oluşturuyorsunuz. Mimarlık sistematik bir yapıdır. Büyük araştırmalar gerektirir. İnsan odaklı meslektir. Sanatta benzer şekilde insan odaklıdır, hayata bir haykırıştır. Bir şeylere isyandır, duruştur. Mimarlık da diğer taraftan mimarın duygularının dışa yansımasıdır. Mimarlıkta insanı yani kullanıcısını iyice tanımlamak gerekir ki bu yapı sanatını en güzel şekilde elde edebilesiniz. Tabii mimarlığın sanatlar içinde edebiyatla da yakın ilişkisi var. Mimarlık da bir dildir, çizimlerle, üç boyutlu maketlerle anlatılan bir dil. Yazıda da bir sistem, dizilim, kurgu vardır. Sonunda ikisi de sistematiktir. İkisinin sonunda da ortaya bir eser çıkar. İkisinde de duygu, felsefe ve analitik de çalışma var.”

 

“Yıllardır ertelediğim hikayeyi cep telefonu ile yazdım”

Mimarlar Odası’nın Mekan Anlatımı Metin Yarışması sohbetimizin aslında çıkış noktası. Yarışmayı ve kendisinin nasıl dahil olduğunu konuşuyoruz. 

“Bir şeyleri kaleme dökmekte iyi olduğuma inanıyorum. Çok büyük bir edebiyat aşkım olduğunu söylemem mümkün değil tabii. Mimarlar Odası’nın Mekan Anlatımı Metin Yarışması’nın çok ilgi çekici bir yarışma olduğunu düşünüyorum. 2018 yılından berli yapılıyor. Hayli de ilgi görüyor. Mimarlık yarışması denildiğinde akla ilk gelen bina tasarımı yarışmaları ve bir şeyler çizmektir. Odamız bu tip yarışmalara da öncülük ediyor. Bu tip mimari yarışmalar da çok değerli ve yapılmalı. Özellikle kamusal binaların tasarımı, yarışma ürünü olması gerektiğini düşünüyorum. Yarışmalarda her zaman çok iddialı eserler çıkar. Fakat böyle bir yarışma ilk. Mimarlığı kelimelerle anlatmanız isteniyor. Ben ilk kez katıldım. Yarışmanın amacı, mekana ait çeşitli veri, duygu ve birikimleri paylaşacak farklı bir ortam yaratmak; dolayısıyla toplumsal belleği güçlendirecek bilgi ve görgüyü çoğaltmaktır. Aslında geçmişte de bu yarışmaya katılmayı düşündüm ancak bir türlü olmadı. Hep erteledim. Bu yılki yarışmaya ise Almanya’da tatildeyken yazıp katıldım. Belki de tatilde olmam, yalnız olmam buna imkan yarattı. Aklımda bir şeyler zaten vardı. Yıllardır ertelediğim bu hikayeyi sonunda cep telefonu ile yazdım ve gönderdim. Hikayeyi yapay zekayla yaptığım bir görselle de zenginleştirdim. Böylece yarışmaya katıldım ve ödüle layık görüldüm. Şimdi de bu hikayeyi geliştirip, bir öykü kitabı yaratmayı hayal ediyorum.”

1-24-of-130.jpg

“Çocuklar yetişkin gibi yaşıyor”

‘Anne Bitti’ ismiyle, çocukluğu ve muzipliği çağrıştıran hikayenin ismi, banyo odasında bir çocuğun kurduğu hayaller üzerine şekillenen bir olay örgüsü ile besleniyor.

“Anne çocuk ve mekan ilişkisinin anlatıldığı, 80’li yıllara dair bir çocukluk hikayesi bu. İçindeki en önemli detay ise çocuk mekanlarını ele alıyor olmam. Elbette günümüz çocuklarının yaşadığı mekanlar, bizim çocukluk mekanlarımızdan çok farklı. Bugünün çocukları, çocuk gibi değil yetişkin gibi yaşıyor. Çoğu zaman sanal bir dünya içindeler. Aslında çocukluklarını yaşayamıyorlar. Hikayede kullanıcı ile mekan oranlarının ilişkisi vurgulanırken, küçük bir mekanın çocuğu ergonomik, fizyolojik, psikolojik ve hayal dünyası ile nasıl rahatlatabildiğini anlatıyorum.”

 

Hikayede Kıbrıslı Rumlara ait bir eve göç etmek zorunda kalan Kıbrıslı Türk bir aile var. Öyle sanıyorum ki bu aile Güley’in kendi ailesi…

“Çok kişi sordu bu soruyu. Ailemin hikayesi de benzerdir ama bu sadece bizim hikayemiz değil. O yıllarda 80’li yıllarda pek çok aile kuzeye göç etti. Pek çoğu Kıbrıslı Rumlar’ın evlerine yerleşti.”

 

“Maraş’ta modern mimarlığın en güzel eserlerini görürsünüz”

Renkler hikayedeki en önemli unsurlardan … Hikayenin geçtiği yıllarla, dönemin evleriyle, Kıbrıs’la çok örtüşen renkler bunlar… Pembe ve yeşillerin ağırlıkta olduğu, renkli seramikle1-50-of-130.jpgrle süslü Kıbrıslı Rumlara ait mekanlar. 

“Söz konusu yıllar modern mimarlığın Kıbrıs’a geldiği zamanlar. Alaturka tuvaletler, alafrangaya dönüştü. Küvetler yapıldı. Beyaz şimdiki gibi yaygın değildi. Renklerin öne çıktığı zamanlardı. Renkli seramikler, renkli fayanslar. Maviler, yeşiller… Hepimiz gözümüzü kapattığımızda, 80’li yıllara döndüğümüzde bunu hatırlıyoruz. Kıbrıslı Rumların çok rağbet ettiği renklerdi. Pembe ve yeşil aslında zıt renklerdir. Mekanlarda o dönem bunları tercih etmeleri de ilginçtir. Doktramı da renk üzerine yaptım. Konularımdan biri renklerin insan psikoloji üzerindeki etkileri. Pembe de bir sıcaklık var. İnsanı içine çeker. Oysa yeşil daha soğuk bir renktir ama insanı rahatlatma ve ferahlatma etkisi bulunur. O yıllarda konutlarda da kullanılması ilginç. Bu renkler düşünülerek ve bilinçli kullanıldı. Sonuçta bu evleri ustalar yapmadı. Söz konusu evler mimari tasarımla yapıldı. Özellikle Maraş, İskele’ye doğru olan bazı Rum köyleri gerçekten ciddi mimari detaylara sahip yapılara sahipti. Özellike Kapalı Maraş’ta modern mimarlığın en güzel eserlerini görürsünüz.”

 

Hikayede öne çıkan vurgu hayatlarımızda hiçbir şeyin olduğu gibi kalmadığı yönünde…

“Biz değişiyoruz, insanlar değişiyor. Tabii teknoloji ile birlikte ihtiyaçlarımız da değişiyor. Değişim doğru yapıldığı sürece iyi bir şeydir. Mimarlıkta da teknoloji ile birlikte çok şey değişti. Önemli olan insanın kendini bilmesi, kendi için doğruyu bulabilmesi. Hikayede değişime uğrayan bir evle birlikte, anıları kaybolan küçük bir çocuk var. Hikayede duygular var. Çocuğun anılarıyla birlikte biriken duyguları. Bunları araması. Mekanın, insanın duyguları üzerinde oluşturduğu etkilerini anlatmaya çalıştım.”

Bu haber toplam 3197 defa okunmuştur