1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Hayalimdeki dünyada sınırlar ve savaş yok”
“Hayalimdeki dünyada sınırlar ve savaş yok”

“Hayalimdeki dünyada sınırlar ve savaş yok”

İsmimi seviyorum aslında, bu nedenle Deniz derdim. Deniz’in sığ yerleri de var, derin yerleri de insan gibi biraz, karışık. Sığlaştıkça aydınlaşan, derinleştikçe kararan bir rengi de var.

A+A-

Sonay DEMİRPENÇE

Kendimi tek kelime ile tanımlayacak olsam…

İsmimi seviyorum aslında, bu nedenle Deniz derdim. Deniz’in sığ yerleri de var, derin yerleri de insan gibi biraz, karışık. Sığlaştıkça aydınlaşan, derinleştikçe kararan bir rengi de var. Normalde turkuazdan koyu maviye uzanır, gün doğup batarken ise turuncu, mor ve diğer her türlü rengi yakalayıp yansıtan, uyuduğunda kararan ve çarşaf gibi durulup serilen, sakinleşen dalgaları da var. İçimizdeki duyguları anlatan bir metafor gibi olduğu için bu kelimeyi seviyorum.

Şu an yaptığım işi yapmasaydım...

Duygularımı ifade etmeyi çok seviyorum, Ekonomi bunu yapabileceğiniz çok yaratıcı bir medyum değil. Sanırım bunu en açık yapabileceğimiz medyum sanatla ilgili, ben de böyle bir yeteneğim olsun isterdim, şarkı söylemek, yazmak, bestelemek ve çalmak hep imrendiğim şeyler oldu.

Benim gündemimi en fazla meşgul eden…

Sürdürülebilirlik ve idealizm.

Kayıtsız kalamadığım şey…

Bencillik.

En büyük pişmanlığım…

Emin değilim, hayat bence pişmanlıklar için çok kısa. Herşeyden bir ders çıkarmaya çalışıyorum, ders çıkaramadığım bir tecrübe henüz edinmedim. Edindiğim her tecrübe için de minettarım.

 

En büyük sevincim…

Çok hassas bir aile köpeğimiz var, adı Yumi, Japonca’da güzellik demek. Ne zaman aile evimize gitsem her zaman ayni sevinçle karşılar, topunu veya oyuncağını kapar gelir, kuyruğunu sallar ve oyun oynamak ister. Sonra ayaklarıma kapanır, karnını açar ve sevgi ister. Ben böyle masum sevgiyi Yumiş’ten önce tanımamışım, kalbimin masum yerlerinde sevinçle ve naif bir çocuklukla seviyorum onu.

 

Hayatımın dönüm noktası…

Zor bir soru, hayat bir dalga gibi döngüsel aslında, inişleri çıkışlar kovalar, çıkışları da inişler. Benim de durmuyor hayatım, bir inip bir çıkıyorum, kalıcı olan hareket halim ve zamanın akışı oluyor. Benim için bir noktaya odaklanmaktansa hareket halindeyken kendimi tanımaya çalışmak, inişler geldiğinde gideceğini hatırlamak ve çıkışlar geldiğinde keyfini çıkarmak daha anlamlı.

 

Beni en çok etkileyen yazar…

Daron Acemoğlu.

 

Başucumdaki kitap...

Dune – Frank Herbert.

 

En keyif aldığım müzik...

Yüzyüzeyken Konuşuruz – Ölsem Yeridir.

 

En son izlediğim film…

Film değil fakat çok etkileyici olduğu için, Andor.

 

Kendim için son aldığım şey…

Balkona bitki.

 

Dolabımdaki en gereksiz şey…

Küçülen, henüz bağışlamadığım kıyafetler.

 

Benim için alınabilecek en güzel hediye…

Eşyalara karşı bir bağım veya ilgim yok, deneyimleri çok seviyorum. En güzel hediye de sevdiklerimle yeni deneyimler edinerek onlarla anılar ve totemler biriktirmek.

 

Kendimle ilgili değiştirmek istediğim şey…

Uçaktan, yükseklikten korkuyorum. Korkusuz olmak isterdim.

 

Kendimde beğendiğim özellik…

Zaman zaman kendimden, bencilliğimden arınabiliyorum. Bu sabit değil, insan bazen kendini kendine kaptırıyor, insan kalabilmek bunu kontrol etmeyi öğrenmekle alakalı sanırım. Ben de bunu öğrenmeye çalışıyorum ve bu beni mutlu ediyor.

 

Olmasa da olur…

Tek kullanımlık plastikler.

 

Olmazsa olmaz…

Hellim.

 

En iyi yaptığım yemek…

Narlı, portakallı, yeşil mercimekli ve ballı hardal soslu ızgara hellim salatası.

 

Hayalimdeki dünya…

Bana uluslar ve askerlik çok saçma geliyor, insanlığı bekleyen problemler ulus devletlerinin ve savaşların aşabileceği ve çözebileceği sorunlar değil. Hayalimdeki dünyada sınırlar ve savaş yok, tek bir insanlık federasyonu var. Bu dünya hepimizin, buna yürekten inanıyorum.

 

Aşk benim için…

İnsan sevebilmek için özgür kalmalı. Aşk’ı çıplaklaşmadan yaşayabilen var mı bilmiyorum ama benim için aşk maskelerin düşmesi demek, kendinizi korumasız bir alana çekerek göstermeniz demek. Bu nedenle aşk yaratıcı bir yıkım, çıplak kaldığınızda sevileceğinizin bir garantisi yok ama o riski almadan, maskelerinizi ve duvarlarınızı yıkmadan da aşkı tam anlamıyla yaşayamıyorsunuz.

 

Onunla çok tanışmayı isterdim…

Geoffrey Hinton.

 

Görmek istediğim yer…

Japonya.

 

Mutlaka yapmak istediğim..

Noma’da yemek isterdim.

 

Son olarak söylemek istediklerim…

Burada bana sağlanan bu kamusal platformu da kullanarak benim için önemli olan birkaç kamusal konuya değinmek isterim. Kapitalizm artık bir sistem olarak tartışılmıyor, bunun başlıca sebebinin tartışmanın kutuplar üzerinden, yani daha önce denenmiş ve kapitalist sisteme alternatif olamamış sistemler üzerinden yürütülüp kapitalist sistemin “aklanmasına” bağlıyorum. Fakat günümüzün koşulları giderek kapitalist sistemin adaletsizliğini ve sosyal adalet bağlamında başarısızlığını ortaya koymuşken ekonomik sistem tartışmasının tekrar gündeme gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Ekonomik sistem tartışması da politik konularda olduğu gibi evrimsel şekilde ele alınabilir, bir sistemi tek bir günde, devrimsel olarak yıkmamıza gerek yok. Sistemin işe yarayan kısımlarını kabul ederek, işe yaramayan ve derin adalet erozyonuna yol açan kısımlarını tartışmaya açmamız gerekiyor.

Adalet erozyonu derken aklıma gelen konulardan birisi gündelik hayatta gördüğümüz lüks tüketim ürünleri. Bana göre insanların hayatta elde edebileceği refahın ayrımını yaparken sermaye çok adil bir ayrıştırıcı değil, fakat günümüzde kimin lüks tüketime erişimi olduğunu belirleyen en belirgin ve güçlü ayrıştırıcı elinizdeki sermaye ve ailemizden bize kalan miras oluyor. Bunun ötesinde, kısıtlı kaynakların birçoğunun da refahı yüksek insanların lüks tüketim ihtiyaçlarını karşılamak için kullanılıyor olması da bana adil gelmiyor. Aşırı zenginliği besleyen mekanizmalar adil değil ki oradan gelen üretim özgürce tasarlansın ve tüketilsin. Mesela dezavantajlı bir konumdaki ülkenin doğal zenginliğine çökerek kazanılan zenginliğin avantajlı ülkeler tarafından “özgürce” tasarlanıp, üretime dönüştürülüp sonradan tüketilmesinden bahsediyorum. Bence dünyanın bir başka Lamborginhi’ye ihtiyacı yok. Veya kendi ülkemizde, bir başka otelin halkın plajına çöküp orayı halktan soyutlamasına da ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum. Bunlar halk ve ekonomi bir arada düşünülerek yapılabilir, bunun dünyada birçok örneği de var. Doğal kaynak üzerinden zenginlik yaratmak halkın o zenginlikten soyutlanması için bir sebep olmamalı. Adını anmayayım ama bir otel eski duvarlarıyla yetinememiş, yeni duvarları da neredeyse 2 metreye ulaşmış, halkın gözüne sokarak koylarımızın etrafını işgal ediyor ama açıp bir bakın, anayasa açıkça ne yazıyor, plajlar halkın mı? Ben buradan bu fırsatı kullanarak anayasayı kabul eden ve üstüne yemin eden milletvekillerine sormak istiyorum, verdikleri yemin hiç mi vicdanlarını rahatsız etmiyor? Otel sahiplerine de ayrıca sormak isterim, plajı kimden koruyorlar? Eminim vergilerini ödüyorlardır ama vergi ödemek kamusal ödevinizi yerine getirdiğiniz anlamanına gelmiyor. Bana göre plaj halkınsa, halka karşı duvar öremezsiniz.

Bu haber toplam 3628 defa okunmuştur