1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. 15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (4)
15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (4)

15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (4)

15 Temmuz Darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs Savaşı (4)

A+A-

Niyazi Kızılyürek
niyazi@ucy.ac.cy

Türkiye’nin Yaklaşımı

Türkiye başından beri 15 Temmuz darbesinin Kıbrıslı Rumların iç meselesi olmadığını, bunun Yunan Cuntası tarafından yapılan bir dış müdahale olduğunu biliyordu. Nitekim, Türk Alayı’nın başında bulunan Albay Katırcıoğlu, darbeden hemen sonra İngiliz büyükelçiliğinin savunma danışmanına Yunan alayının darbede önemli rol oynadığını kanıtlayan fotoğraflar göstermişti. Başbakan Bülent Ecevit açıkça Yunan müdahalesinden söz ediyor ve Garanti anlaşmasının çiğnendiğini vurguluyordu. 15 Temmuz günü Bakanlar Kurulu toplantısından sonra yaptığı açıklamada ‘Bu, bir Yunan müdahalesidir’ diyordu ve ekliyordu: ‘Ada’daki anayasal düzen yıkılmış, gayrı meşru bir askeri yönetim kurulmuştur. Türkiye bunu antlaşmaların ve garantilerin ihlali saymaktadır.’ Ecevit aynı gece yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısından sonra da benzer açıklamalar yaptı: ‘Kıbrıs’ın bağımsızlığı için hazırlanmış olan Garanti Antlaşmasının 4.üncü maddesinin işletilmesi ve Sampson düzeninin değiştirilmesi için, adada bir Türk askeri mevcudiyetinin bulundurulması gerekmektedir. Hazırlıklar başlamalıdır.’
Görülebileceği gibi, Türkiye darbenin ilk günü olan 15 Temmuz’da müdahaleye karar vermişti. Başbakan, adada Türk askeri mevcudiyetinin bir gereklilik olduğunu söylüyordu. Askerler müdahale etmek için beş günlük bir hazırlığa ihtiyaç duyuyordu. Bu da Ecevit’e Garantörlük anlaşmasının 4.üncü maddesini işletip, diğer Garantör ülkelerle istişare etmek için olanak sağlıyordu. Yunanistan darbeyi bizzat örgütlediğinden Yunanistan ile temas kurulması düşünülemezdi. Dikkatler diğer garantör ülke olan Büyük Britanya’ya çevrildi ve Bülent Ecevit kalabalık bir heyetle 17 Temmuz’da Londra’ya gitti.

Londra Temasları
Bülent Ecevit Londra’ya gittiğinde, Türkiye halihazırda müdahale kararı almıştı. Ecevit, İngiliz hükümetine iki öneri sundu: a) birlikte müdahale etmek, b) bu olmuyorsa, Türkiye’nin İngiliz üslerini kullanarak adaya tek başına müdahale etmesi... Ecevit, ortak müdahaleden sonra Türkiye’nin ‘minimum’ beklentilerini de sıraladı. Gelecekte Kıbrıs’ın statüsü ne olursa olsun - ister bağımsızlık isterse herhangi başka bir düzenleme - Türkiye’ye yakın bir yerinde, yani adanın kuzeyinde, Kıbrıslı Türklerin denize açılan yerleri olması talep ediliyordu. Ecevit, ‘ortak müdahalenin iki toplum arasında işbirliği için iyi bir fırsat olacağını’ belirtti. Tuhaftır ama Türkiye’nin ‘Makarios’un gitmesine neredeyse ağladığını ama adada bir ulus oluşturma fırsatının doğduğunu ve bunun heba edilmemesi gerektiğini ileri’ sürdü. Ecevit, ulus oluşturmadan gerçek bir bağımsızlıktan söz edilemeyeceğini’ de söyledi. Görüleceği gibi, Türkiye bir yandan ayrılıkçı bir anlayışla Kıbrıslı Türklerin ayrı bir bölgede toplanmasını savunuyor, diğer yandan da iki toplumun bir ‘ulus’  olarak kaynaşmasından söz ediyordu. 
İngiliz hükümeti Ecevit’in iki önerisini de geri çevirdi ve Yunanistan ile görüşmelerin yapılmasını önerdi. Türk tarafı Yunanistan ile görüşmeyi anlamsız buluyordu.
Bülent Ecevit Londra’da ABD dışişleri bakan yardımcısı Joseph Sisco ile de bir araya geldi ve iki toplantı gerçekleştirdi. Özellikle ikinci toplantıda Ecevit’in tavrı oldukça sertleşmişti. İki geçici otonom idarenin kurulmasını ve bu idarelerle üç garantör ülkenin yapacağı bir anlaşmayla yeni bir yasal statünün oluşturulmasını savunuyordu. Kıbrıs Türk toplumunun bütün deniz ve hava limanlarında söz sahibi olmasını veya bu limanların iki toplum tarafından birlikte yönetilmesini talep ediyordu. Ayrıca, Kıbrıslı Türklerin denize açılan yerleri olmasında ısrar ediyordu. Sisco, Ecevit’in bu sert tutumunu şahinler tarafından baskı altına alınmasına bağlıyordu. (Jan Asmussen, a.g.e. s.70)
Türk tarafının müdahalesini askıyı almayı başaramayacağını anlayan Sisco Atina’da cunta yetkilileri ile görüşmeler yaptıktan sonra 20 Temmuz’da Ankara’ya uğramayı önerince, o gün çıkarma yapılacağını bilen Ecevit Sisco’ya 19 Temmuz’da gelmesini söyledi. Sisco, Atina görüşmelerinde Türkiye’yi müdahale etmekten vaz geçirecek tavizler koparamadı. Cunta yetkilileri sadece Londra’ya gidip Kıbrıs görüşmelerine katılmayı ve Kıbrıs’ta da Barış Gücünün deniz ve hava limanlarını daha sıkı bir şekilde kontrol etmesini kabul ediyordu. Daha sonra buna Milli Muhafız ordusunda görev yapan ve darbeye karışan subayların değiştirilmesi de eklendi. Bu öneriler halihazırda adaya çıkarma yapmaya karar veren Türkiye’yi tatmin etmekten çok uzaktı. Nitekim Atina’dan Ankara’ya geçen Sisco Bülent Ecevit ve Turan Güneş ile 20 Temmuz sabahı saat 02.00 ile 04.30 arasında yaptığı görüşmelerden hiç bir sonuç alamadı. Kissinger’in talimatları doğrultusunda Sisco görüşmelerde çok dikkatli bir dil kullanıyordu ve ABD’nin Türkiye’ye tehdit ve baskı uyguladığı anlamına gelecek sözlerden kaçınıyordu. Sisco, Kliridis’in çözüm olabileceğini söylüyor ve ABD ile Türkiye’nin birlikte Enosis’i engelleyebileceklerini iddia ediyordu. Müdahalenin Türkiye’nin çıkarlarına zarar verebileceğinden söz eden Sisco, Kıbrıs Rum toplumunda müdahale sonrası oluşacak hükümetin hem içeride hem de dışarıda komünistlere dayanacağını ileri sürüyordu ve Türk hükümetinin dikkatini komünizm tehdidine çekiyordu. Bülent Ecevit, Kliridis’in çözüm olamayacağını, en iyi çözümün Türkiye’nin adaya asker çıkarıp güç dengesinin kurulması olacağını, güç dengesi sağlandıktan sonra müzakereler yoluyla çözüm bulunabileceğini söylüyordu. Komünizme karşı en büyük güvencenin adada Türkiye’nin varlığını kuvvetlendirmek olacağını da ileri süren Ecevit, Kissinger’in taleplerini yerine getirmenin dostluk değil, ona boyun eğmek anlamına geleceğini belirterek sitemde bulundu. Bunun üzerine, Sisco, Kissinger’in mesajında ‘talep’ anlamına gelecek hiç bir şeyin olmadığını söyleyerek ABD’nin Türkiye’nin geçmişte iyi müttefiki olduğunu, gelecekte de iyi müttefik olmaya devam edeceğini söyledi ve Türkiye’ye baskı yapmak niyetinde olmadığını belirtti. Sonunda Sisco, bir kez daha Atina’da görüşme yapabilmek için Ecevit’ten müdahaleyi 48 saat ertelemesini istedi. Ecevit konuyu Bakanlar Kurulu ile görüşeceğini söyledi. Saat tam 05.00’de Sisco ile son kez bir araya gelen Ecevit ertelemenin mümkün olamayacağını, Türk askerlerinin adaya ayak basmak üzere olduğunu söyledi. (Jan Asmussen, a.g.e. s.84)
Bu görüşmeden sonra 20 temmuz günü TBMM’nin kapalı oturumunda Ecevit Amerika’nın müdahale ile ilgili  tavrını şöyle özetleyecekti: ‘yeşil ışık yakmadılar ama kırmızı ışık da yakmadılar...’ 
‘Diplomasi Cambazı’ hayalci ‘Kliridis-Çözümünün’ suya düştüğünü görünce, çalışma arkadaşlarını bir araya çağırarak onlara ‘Kliridis Çözümü’ kadar hayalci olan esas stratejisini açıkladı:  ‘Akılda tutacağımız tek şey çifte-Enosis kapısını açık tutmaktır. Fakat bunu şimdi hemen bastırmaya başlamayalım...’ (Jan. Asmussen, s.87)          

Makarios’un 19 Temmuz Konuşması

Türk askerlerinin adaya ayak basmasına saatler kala  Başpiskopos Makarios 19 Temmuz günü Güvenlik Konseyi’nde tarihi bir konuşma yapıyordu. Türkiye’nin elini oldukça güçlendiren bu konuşmada Makarios Yunanistan’ın Kıbrıs’ı işgal etmekle suçluyordu: ‘Yunanistan’ın Askeri rejimi Kıbrıs’ın bağımsızlığını ihlal etmiştir. Yunan Cuntası Kıbrıs halkının demokratik haklarına zerre kadar saygı göstermeden, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına ve egemenliğine zerre kadar saygı göstermeden diktatörlüğünü Kıbrıs topraklarına yaymıştır.’ Makarios, konuşmasında Gizikis’e gönderdiği ve Yunanlı subayların adadan ayrılmasını istediği mektuptan sonra Yunanistan’ın Kıbrıs büyükelçisinin kendisini ziyaret ettiğini ve subayların adadan ayrılması durumunda Türk tehdidi karşısında Kıbrıs’ın savunmasının zayıflayacağını söylediğini belirttikten sonra Yunan büyükelçisine verdiği yanıtı aktarır: ‘olayların gidişatı karşısında Türk tehdidini Yunan tehdidinden daha önemsiz gördüğümü söyledim. Görüldüğü gibi, korkularımda haklı çıktım.’ Makarios mektubunu değerlendirmek üzere Cunta yetkiliklerinin Atina’da uzun saatler süren bir toplantı düzenlediklerini ve bu toplantıdan sonra 15 Temmuz günü yeniden bir araya geleceklerini açıkladıklarını, kendisinin de 15 Temmuz tarihinde Cuntanın yanıtını beklediğini söyledi: ‘fakat gelen yanıt darbe oldu’ dedi.
Makarios Kıbrıs’ta olup bitenleri Cuntanın Kıbrıslı Rumların iç meselesi olarak göstermek istediğini fakat bunun gerçek olmadığını belirttikten sonra, ‘söz konusu olan, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve egemenliğini ihlal eden dış kaynaklı işgaldir’ dedi. ‘Sözde darbe Milli Muhafız ordusunu yöneten Yunanlı subayların eseridir. Şunu da belirtmeliyim ki, Kıbrıs’a karşı bu saldırıda ittifak anlaşmasıyla adada bulunan 950 Yunan subayı ve erleri başı çekmiştir. Havaalanı, karargahları oraya yakın olan bu Yunan kuvvetlerine mensup subaylar ve erler tarafından ele geçirilmiştir.’
Makarios, ‘darbenin Yunan Cuntası tarafından düzenlenip Kıbrıs’ta görev yapan Yunanlı subaylar tarafından yönetildiğine dair’ en küçük bir şüphesi  olmadığını belirten Makarios, darbede ölen Yunan askerlerinin uçaklarla Yunanistan’a götürülüp Yunanistan’da gömülmelerinin en açık kanıt olduğunu ileri sürdü. Makarios, darbeden sonra Cuntanın cumhurbaşkanı atadığı Nikos Sampson’u ünlü bir silahşor/katil ( a well known gunman) olarak tanımladı ve darbenin bir iç mesele değil işgal olduğunu söyledi: ‘Bazıları Kıbrıs’ta devrim olduğunu ve yeni hükümetinin devrim yasası temelinde kurulduğunu ileri sürebilir. Böyle bir şey olmadı. Kıbrıs’ta iç mesele olarak görülebilecek bir devrim olmadı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini ve bağımsızlığını ihlal eden işgal oldu. İşgal devam etmektedir ve Kıbrıs’ta Yunan subayları olduğu sürece de devam edecektir. Normal anayasal düzene geri dönmezsek, demokratik özgürlükler yeniden tesis edilmezse, bu işgalin Kıbrıs için sonuçları kalıcı olacaktır.’
Makarios, Yunan subaylarının Milli Muhafız ordusunda görev yapmasına kendisinin izin verdiğine de değindi ve hatasını kabul ettiğini söyledi: ‘onlara güven duyduğum için hatamı itiraf ediyorum. Güvenimi istismar ettiler. Kıbrıs’ın bağımsızlığını, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü korumaya yardım edecek yerde, bizzat kendileri işgalci oldular.’
Makarios, Güvenlik Konseyi’nden Atinalıların darbesinin yarattığı bu doğal olmayan duruma son vermesi için elinden gelen çabayı göstermesini ve elindeki araçları gecikmeden anayasal düzenin ve Kıbrıs halkının demokratik haklarının yeniden tesis edilmesi yolunda kullanmasını istedi.
Makarios devamla darbenin Kıbrıslı Türklere de zarar verdiğini vurguladı: ‘daha önce belirttiğim gibi, Kıbrıs’ta yaşanan olaylar Kıbrıslı Rumların iç meselesi değildir. Kıbrıslı Türkleri de etkileyen, onları da ilgilendiren  olaylardır. Yunan Cuntasının darbesi bir işgaldir ve sonuçları Rum Türk bütün Kıbrıs halkına zarar vermektedir.’ (İlginçtir, Rauf Denktaş 15 Temmuz günü yaptığı konuşmada olayları Kıbrıslı Rumların iç meselesi olarak değerlendirirken, Makarios, Kıbrıslı Türkleri de ilgilendiren Yunan işgalinden söz ediyordu.)
Makarios sözlerini şöyle tamamladı: ‘Güvenlik Konseyi, Yunanistan’ın askeri rejimine Kıbrıs’ın Milli Muhafız ordusunda görev yapan Yunanlı subayları geri çağırmak ve Kıbrıs’taki işgale son vermek için çağrı yapmalıdır.’
Makarios’un konuşmasından 5-10 saat sonra Türk askerleri Kıbrıs’a ayak basacaktı...

Bu haber toplam 2303 defa okunmuştur
Gaile 277. Sayısı

Gaile 277. Sayısı