
“Toplumsal bütünleşme”
CTP Genel Sekreteri Erkut Şahali, 19 Ekim Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yeni bir dönem başlayacağını söyledi...
Ödül AŞIK ÜLKER
CTP Genel Sekreteri Erkut Şahali, 19 Ekim Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yeni bir dönem başlayacağını söyleyerek, toplumun hiçbir biçimde çatışmasına yol açacak bir durum yaratmayacaklarını ve yaratılmasına da izin vermeyeceklerini vurguladı.
CTP Parti Başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı Tufan Erhürman’a farklı kesimlerden verilen desteğe dikkat çeken Şahali, “Aslında bu bir sol cephe değil, bir toplumsal mutabakat zemini olacak. Bu kapsam içerisinde sol partiler yer alabileceği gibi, sağın çok önemli isimleri de kendine yer bulacak ve Tufan Erhürman’ın Cumhurbaşkanlığı kampanyasına destek ifade edeceği görülecek” diye konuştu.
Şahali, 16-17 Temmuz’da New York’ta yapılacak 5+1 toplantısının Tatar’ın, Hristodulides’le veya uluslararası muhataplarıyla vedalaşacağı bir toplantıdan başka bir şey olmayacağına dair düşüncesini dile getirdi.
Şahali, şu ifadeleri kullandı:
“Ortada duran bir gerçek vardır ki, Ersin Bey’in ve ona destek olanların ortaya koyduğu yaklaşımlar, Cumhurbaşkanlığı’na dair, bundan sonrasına ilişkin söyledikleri, bugün ve bundan önceki günlerde olmakta olanlardan farklı bir şeyi işaret etmiyor. Oysa, sağdan olsun, soldan olsun, Erhürman’a destek beyan eden, inanç belirten kişiler, kayıplarımızı telafi etmek, çözüm müzakerelerini yeniden başlatmak Kıbrıslı Rumları çözüme motive etmek gibi bir sorumluluk, bir arzuyla hareket ediyor. Dolayısıyla, biz sağ-sol cepheleşme üstünden değil, toplumsal bütünleşme üzerinden yol alacak ve hep birlikte yürüyerek, hep birlikte yöneteceğiz.”
“Bu yasama yılı kötü bir yasama yılı olarak tarihteki yerini aldı”
Soru: 10. yasama döneminin 4. yılı tamamlandı. Nasıl geçti?
Şahali: Başladığı gibi bitti, yani olaylı ve istenmeyen şeylerin yaşandığı bir yıl olarak başladı, meclis başkanlığı seçimi ekseninde söylüyorum. Verimli bir yıl değildi ve kapanırken de yine olaylı bir kapanış oldu. Hem açılışta, hem de kapanışta meclisteki olayların yaşanmasında temel sebep, kamuoyunun beklentilerine ve ihtiyaçlarına uygun olmayan işlerle ilgili ısrardı. Meclis başkanlığı seçiminde, UBP tek vücut olmadığını bize defalarca kanıtladı. Hükümetin vücut bütünlüğü olmadığı çok net bir biçimde ortaya çıktı. Süreç içerisinde sayısız kez nisap gerilimi yaşandı, belli başlı yasalar üzerinden milletvekillerinin şahsi pozisyon takınmasına şahitlik ettik. Kapanış gününde, gene hükümetin vücut bütünlüğünün olmadığı, hem Seçim Yasası, hem de Polis Yasası’yla alakalı oylamada ortaya çıktı. Günün sonunda bu yaşananlar, hükümetin fiilen yaşam destek ünitesine bağlı olduğunun ve gerçekte bittiğinin yeni bir ispatı oldu. Meclis, tarihinde görülmediği kadar verimsiz ve zaman mevhumunu göz ardı eden yapıya dönüştürüldü.
Bu yasama yılında meclis adres de değiştirdi. Eski tarihi meclis binasından, yeni inşa edilen devasa meclis binasına geçiş yapıldı. Bunun, meclisin çalışmalarına nitelik ve hız kazandıracağı iddia edildi ama en azından iki aylık çalışma zamanı içerisinde, binadan dolayı hiçbir olumlu gelişmenin ortaya çıkamayacağı çok açık biçimde görülmüş oldu. Dolayısıyla bu yasama yılı kötü bir yasama yılı olarak tarihteki yerini aldı. Umuyorum ki, tekrarı yaşanmadan 10. dönem kapanmış olsun ve biz en erken zamanda seçime giderek, bu meclisin yapısını yenileyelim. Yurttaş da ne olmaması gerektiğini çok net gördüğü için, olması gereken yapıya en uygun milletvekillerini parlamentoya gönderme şansı bulsun.

“Hazmedilmeyen her şey, bir noktada bünyeden atılır”
Soru: Son toplantıda yaşananlara baktığımızda, erken seçimin ayak sesleri duyulmaya başladı gibi. O günü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şahali: Hazmedilmeyen her şey, bir noktada bünyeden atılır. Mecliste yaşadığımız da budur. Örneğin Seçim Yasası, karma oyun kaldırılmasıyla alakalı girişim. Biz karma oyun kaldırılmasına destek verdiğimizi ifade ettik. Ama bununla birlikte, Seçim ve Halk Oylaması Yasası’nda esaslı değişiklikler yapılması, sadece oy verme günüyle alakalı değil, özellikle propaganda süreçleriyle alakalı da, günün koşullarına uygun değişikliklerin yapılması gerektiğini ifade ettik. Bununla ilgili, mecliste bir Ad-Hoc komitenin kurulması, sadece parlamento içindekiler değil, parlamento dışında olup da meclise girme ehliyeti bulunan tüm partilerin eş düzeyde katılımıyla bu sürecin ele alınması gerektiğini ifade ettik. Ancak, anımsayacaksınız, UBP’nin anda arada bir yaptığı parti meclisi toplantılarından birinde, erken seçimin de konuşulduğu kamuoyuna sızdı veya aktarıldı. İkisini de söylemek mümkün çünkü günler sonra, bu konuda “öyle bir şey yok” dendi ama biz öyle bir şey olduğunu kendilerinden yani “yoktur” diyenlerin ağzından duyduk. Seçimin konuşulduğu bir noktada, Seçim Yasası’na palyatif bir müdahale yapmış olmak, aslında maç başladıktan sonra oyunun kurallarını değiştirmek gibi olur dedik. Dolayısıyla biz komitede de, genel kurulda da hayır oyu verdik. Hayır oyu vereceğimiz bir yasanın nisabını sağlama konusunda da, herhangi bir katkı sağlamazdık elbette. Bu çerçevede, konu hazmedilmediği için bünye onu kabul etmedi ve Ünal Bey de yasayı geri çekmek zorunda kaldı. UBP artık bir grup olma halini tamamen yitirdiğinden, hükümet ortaklarıyla birlikte hareket edemiyorsa, küçük ortaklar kurucu ortak UBP’yi sürekli seçimle veya belli başlı konularda nisapla tehdit eder durumda bulunuyorsa, kaçınılmaz olarak seçime gitmek gerekir.
“Erken seçim, bizim açımızdan çok geç kalınmış bir seçimdir”
Soru: Erken seçim ne zaman olur? Cumhurbaşkanlığı seçimiyle olması ihtimalini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şahali: Her seçimin bir doğası, bir psikolojisi vardır, her seçimi etkileyen dinamikler farklıdır. Yerel seçim dinamikleriyle, Cumhurbaşkanlığı seçimindeki dinamikler aynı değildir. Parlamento seçimiyle, Cumhurbaşkanlığı seçiminin dinamikleri de farklıdır. Erken seçim, bizim açımızdan esasta çok geç kalınmış bir seçimdir. Bu, fazlasıyla geç kalınmış seçimi, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle aynı gün yapmak, hem Cumhurbaşkanlığı seçiminde iradenin tam olarak yansımasına engel teşkil edecek, hem de parlamento seçiminin dinamiklerini olumsuz etkileyecektir. Halihazırda planlanmış ve neredeyse takvimi başlamış seçim, Cumhurbaşkanlığı seçimidir. Onun hemen ardından milletvekilliği genel seçiminin yapılması şarttır, kaçınılmazdır. Umuyorum ki, yeni mahcubiyetleri yaşamak zorunda kalmadan, hükümet partileri de bu doğrultuda adım atarlar ve uzlaşıyla ortak bir tarih saptarız ve parlamento seçimlerini yenileriz. Buna ihtiyacımız gerçekten hat safhadadır.
“Şubat ayı makul bir zamandır”
Meclisin son toplantısında, tarih de zikredilerek, erken seçim tamtamları iyice duyulur hale geldi. Şubat ayı makul bir zamandır. Hükümet nisap sağlayamayan bir noktada yasama yılını kapattı. Açtığı zaman, nisap sağlayıp sağlayamayacağı şüpheli... Meclisin ilk mesaisi, çok doğaldır ki, Cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle ileriye atılacak. Meclis, 1 Ekim’de resmen açılacak ama belli ki gerçek mesai seçim sonrasına sarkacak. Bu da bütçe mesaisine denk gelecek. O gün geldiğinde, hükümetin nisabı var ya da yok, bizimle oturacak, konuşacak, bu ülkenin ihtiyaçlarına en yakın gelebilecek bir bütçeyi, gerekirse birlikte hazırlarız ve ona bağlı olarak seçim tarihini saptarız. Yeni yılın ilk mesaisi de seçim mesaisi olur.
“Bunca mahcubiyeti, hiçbir siyasinin yaşamaması lazım”
Soru: Polis Örgütü (Kuruluş, Görev ve Yetkileri) (Değişiklik) Yasa Tasarısı da UBP içinde bazı sıkıntılara neden oldu…
Şahali: O çok daha vahim bir durumdu. Maç oynandı, hakem uzatma dakikalarını işaret ettiği noktada kural değiştirilmeye çalışıldı. Neden? Çünkü o yasanın mecliste görüşüleceği günün ilk saatlerinde, Polis Genel Müdürü veda turlarına başlamıştı. Meclis başkanına da veda ziyareti yaptı. Ardından, genel kurul toplandı ve polisin en tepe noktasının yeniden şekillenmesine doğrudan etki edebilecek bir yasa değişikliğinin görüşülme denemesi yapıldı. Bu yasa, Polis Genel Müdürü atandıktan sonra, eğer boşalırsa, yardımcılıklara atanma ehliyeti olmayanlara, atanma ehliyeti kazandırıp, atamanın ona göre yapılmasına ilişkin bir yasa değişikliğiydi.
Düşünün, bir yasa var, o yasa belli makamlara atanmak için gerekli koşulları ifade ediyor ve halihazırda atamanın yapılabilmesi için, yeter sayıda, o koşulları taşıyanlar da var. Ama hükümet, “hayır, biz o koşulları taşımayan birilerine, o koşulları taşıyormuş gibi muamele yapıp atanmalarını sağlayacağız” diyor. Yani maç bitiyorken, kural değişikliği yapmak isteniyor. Böyle şey olmaz. Ve nitekim, bu da UBP içerisinde iktidar mücadelesinin alanı oldu. Ben yoklamaya katılmayıp Polis Yasası’nın geçmesini engelleyen vekillerin, mutlak vicdani bir duyarlılıkla hareket ettiğini söyleyecek kadar onlara güven duymuyorum. Belki vicdan da yapmışlardır ama bu, kendi aralarındaki iktidar mücadelesinin veya kudret savaşlarının yeni bir unsurudur. Bunun kamuoyunda da gideri vardı. Yani bu Polis Yasası ile ilgili yapılacak değişiklik, kamuoyunda sansasyonel bulunmaktaydı, benimsenmemekteydi. Dolayısıyla, hem istismar edildi, hem de gerekçe haline getirildi ve Ünal Bey’in bir kez daha prestiji, eğer kaldıysa tabii, yerle yeksan edilmiş oldu.
Bunca mahcubiyeti, değil bir başbakanın, aslında hiçbir siyasinin, hiçbir parti başkanının yaşamaması lazım. Her şey halkın huzurunda cereyan ediyor ve halk “bunca mahcubiyete rağmen, olduğunuz yerde bulunma ısrarı devam ediyorsa, o zaman burada bir bit yeniği vardır. Buraya bakmak lazım” diyor. O bit yeniğinin ne olduğunu biz biliyoruz, görüyoruz. Ve bu meclisin bir an önce yenilenmesi gerektiği konusunda ısrarımızı sürdürüyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, gecikmiş erken seçim olacak. Yani, seçimden sonra seçim var...

“Askerlik Yasası da hükümetin kötü emellerine kurban gitti”
Soru: Özellikle gençlerin beklediği Askerlik Yasası’ndaki değişiklikler de yapılamadı…
Şahali: Askerlik Yasası da pek çok yasa gibi kaldı. Askerlik Yasası, son derece önemlidir çünkü askerlik nedeniyle yurt hasretine katlanmak zorunda kalan sayısız genç vardır. Onlar ısrarla bu yasayı bekliyorlardı. İki noktada temel değişiklik olacaktı. Birincisi, bedelli askerlikle ilgili ödenmesi gereken ancak fahiş boyuta ulaşan para daha makul ve geleneksel olarak alıştığımız düzeye çekilecekti. Halihazırda, 10 asgari ücret olarak belirlenen bedelli askerlik ücreti, alışkın olduğumuz miktar olan 4 bin sterlin dolayına çekilmiş olacaktı. İkincisi de, şu veya bu gerekçeyle, bedelli askerliğe başvuru hakkını kaybetmişlere, bu haktan yararlanmak üzere işlem başlatma hakkı verilecekti. Ama maalesef, bu çok önemli yasa da hükümetin kötü emellerine kurban gitti ve meclisin yarıda kalması nedeniyle geçmedi. Konu, önce Resmiye Canaltay’ın verdiği bir öneriyle meclise taşındı. Ardından hükümet, çok büyük olasılıkla, o konuda kendini ön plana çıkarma isteği nedeniyle Resmiye Hanım’ın önerisini geri çektirdi. Zaman daraldıkça, tedirginlik arttığı için biz kendi önerimizi meclise verdik ve “yapacağınız her neyse, bizimki halihazırda burada, birleştirerek görüşelim” dedik. Hiçbirini yapmadılar ve günün sonunda çok gecikerek getirdikleri ve aslında son meclis oturumunun sabahında komitede görüşülerek sonuçlandırılan Askerlik Yasası, maalesef meclisin yarıda kalan mesaisinin kurbanı oldu. Bu yasa, gecikmiş erken seçimden sonra, ancak yeni mecliste ele alınabilecek gibi görünüyor.
Meclis tatili her zaman çok tartışılır ve sanki milletvekilleri kendi kendilerine tatil vermiş gibi değerlendirilir. Halbuki, 1 Temmuz’la 1 Ekim arası, Anayasa’da, yasamanın yapılamayacağı dönem olarak ifade edilir. Anayasa, o dönem için bir açılım sağlayarak, olağanüstü birleşimlere imkan tanır. Ancak olağanüstü birleşim olanağı vardır diye, olağanüstü birleşimde normal oturumlarda yapılabilecek bir mesai ortaya koyarsanız, bu hukuken sakat olabilir. Dolayısıyla, örneğin Askerlik Yasası gibi, genel kabul gören yasaların bu olağanüstü birleşimlerde görüşülmesi belki muhalif yaratmaz, onu yargıya taşıyacak bir muhatap söz konusu olmaz ama örneğin Polis Yasası gibi, Siyasi Partiler Yasası gibi tartışmalı yasaları, rutin mesai gibi göstererek, olağanüstü birleşimde ele alırsanız, bu yargıdan muhtemelen geri döner diye bir değerlendirmemiz var. Dolayısıyla, olağanüstü birleşim konusunu çok fazla istismar etmemek, anayasanın etrafından dolanacak bir araca dönüştürmemek lazım.
“Tatar, 19 Ekim sonrasında artık ‘eski Cumhurbaşkanı’ sıfatını kazanmış olacak”
Soru: Mart ayında Cenevre’de 5+1 toplantısında 6 konuda iki tarafın birlikte çalışması konusunda anlaşılmıştı ancak bir gelişme olmadı. 16-17 Temmuz’da, New York’ta 5+1 formatında bir toplantı yapılacak. İki tarafın tutumlarına baktığınızda, bu toplantıdan beklentiniz nedir?
Şahali: Kıbrıs müzakere tarihine baktığınızda, tarafların herhangi birinde, bırakınız Kıbrıslı tarafların, garantörlerin seçimleri bile Kıbrıs sorunu çözüm süreçlerini yavaşlatan bir etki yapar. Ama şu anda ortada gerçek bir müzakere süreci yok. Dolayısıyla 16-17 Temmuz’daki toplantı, kanaatimce, Sayın Tatar’ın Sayın Hristodulides’le veya uluslararası muhataplarıyla vedalaşacağı bir toplantıdan başka bir şey olmayacak. Çünkü kendisi, 19 Ekim sonrasında artık “eski Cumhurbaşkanı” sıfatını kazanmış olacak ve yeni bir dönem başlayacak. Bu bizi tam teşekküllü müzakere süreçlerinin başlayacağı döneme ulaştıracak mı? Elbette tarafların, karşılıklı olarak ortaya koyacağı pozisyon bunu belirleyecek. Örneğin, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, şu anda müzakereye çok istekliymiş gibi davranıyor ama karşısında müzakereden korkan bir Türk tarafı olduğu için, bunu rahat rahat haykırabiliyor. Karşısında müzakereye hazır ve istekli bir muhatap olduğu zaman Hristodulides’in aynı cesaretle çağırıp, “gelin müzakere edelim, bu sorunu çözelim” deyip demeyeceğini elbette göreceğiz. Dolayısıyla, 16-17 Temmuz, bu müzakeresizlik ve iletişimsizlik döneminde yine de çok değerlidir ancak bir temasın yapılacak olmasını önemsemenin ötesinde bir beklentimiz yoktur.
Mart’ta Cenevre’deki görüşmede ortaya konanlara ev ödevi derseniz, o ev ödevi yok denecek kadar az bir sonuç üretti. Gençlik Komitesi, sureten kuruldu ama toplumun tamamını temsil eden bir hassasiyet gözetilmedi. O da bizim açımızdan yarıbuçuk oldu. Geride kalan 4 yıl 9 ayı değerlendirdiğimizde, geldiğimiz nokta, bir arpa boyu yol bile değildir. “Hiç görüşmem, kahve bile içmem” diyen Ersin Bey, zorlana zorlana ve yahut çekiştirile çekiştirile iki kez, gayri resmi görüşmeye mecbur kaldı. Biz elbette bundan hoşnut değiliz.
“Siyasi iradenin olduğu noktada çözüme ulaşmak çok kolaydır”
Kıbrıs sorununun müzakere külliyatına baktığınızda, aslında siyasi iradenin olduğu noktada çözüme ulaşmak çok kolaydır. Bu siyasi irade neyi gerektirir? CTP açısından özeti çok yalındır, Birincisi; siyasi eşitliğin peşinen ve tartışmasız kabulünü gerektirir. İkincisi; sonuç odaklı bir müzakereye girişecek cesareti gerektirir. Hiçbir şey bugüne kadar müzakere edilmemiş gibi bir yaklaşımla müzakere edecekseniz, edersiniz ama bu sizi bir yere götürmeyebilir. Çünkü bu geçmiş yakınlaşmaları yok saydığınız bir yaklaşım olur. Halbuki geçmiş yakınlaşmaların tamamını temize havale edip, müzakere edilmesi gereken konuları rafine hale getirirseniz, o zaman sonuç odaklı çalışmak mümkün olabilir. Üçüncü; bu sonuç odaklılığı teşvik amacıyla, elbette bir de takvime ihtiyacımız vardır. İlelebet sürecek, nasıl ki Tatar ve etrafındakiler “50 yıl görüştük de ne oldu” diyor, hiç kimsede 50 yıl daha görüşecek tahammül yoktur. Dolayısıyla, takvime bağlı bir müzakere süreci bizim açımızdan olmazsa olmazdır. Ve nihayetinde, örneğin Annan Planı referandumundaki gibi, örneğin 2017 Crans Montana hezimetindeki gibi, Kıbrıslı Rumlar’dan kaynaklanan, statükonun devamını dayatan bir sonuç ortaya çıkarsa, yani Kıbrıslı Türkler’in, bu son durumla ilgili herhangi bir sorumluluğu yoksa, o zaman Kıbrıslı Türkler’in statüsünün de en azından bugünkü gibi kalmayacağının peşinen ortaya çıkarılması gerekir.
Unutmamak lazım ki, Kıbrıslı Türkler müzakere süreçlerinin her çöküşünde çok daha büyük kayıplar yaşamaya devam etti. Ama Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ve Kıbrıslı Rumlar’ın herhangi bir menfaat kaybı hiç söz konusu olmadı. Süreç, onlar açısından hala uluslararası toplumun bir parçası olarak devam etti. Oysa Kıbrıslı Türkler, her seferinde hem korkunç bir toplumsal psikolojik travma yaşadı, hem de bulundukları noktadan, demokratik, ekonomik, sosyal ve hatta kültürel bağlamda çok daha geriye gittiler. Dolayısıyla, Sayın Tufan Erhürman ile başlayacak 6. Cumhurbaşkanlığı döneminde, Kıbrıs müzakere süreci bu prensipler çerçevesinde yeniden şekillendirilecek. Bu konuda, şu anda sahip olduğumuz uluslararası ilişkiler ağı içerisinde söylediklerimizin tekine bile itiraz eden bir taraf söz konusu olmadı. Uluslararası bağlantılarımız bunları son derece makul ve haklı buluyor. Bu bağlamda, 19 Ekim sonrasında bunu doğrudan BM huzurunda, garantörlerle birlikte masaya koymak ve ilerletmek temel görev olacak.

“Tatar, 4 yıl 9 ayda Kıbrıslı Türkler adına en küçük bir ilerleme kaydetmiş değildir”
Soru: Sayın Tatar, “BM temsilcileri bizi anlıyor, bizi dinlediklerinde bize hak veriyorlar”, “4 buçuk yılda çok işler yapıldı” diyor. Bu dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şahali: Sayın Tatar, 4 yıl 9 aydır Cumhurbaşkanlığı ofisinde bulunmaktadır. Bu 4 yıl 9 ayda Kıbrıslı Türkler adına en küçük bir ilerleme kaydetmiş değildir. Dahası, mülkiyet meselesi, Kıbrıslı Türklerin uluslararası görünürlüğü, Cumhurbaşkanlığı ofisinin veya Kıbrıs Türk liderliğinin uluslararası ilişkileri bağlamında korkunç bir gerileme ve yok oluş yaşanmıştır. Bu çok somut bir biçimde görülebilir. Geçmişte, Kıbrıs Rum yönetimini ziyaret eden uluslararası statüsü olan kişilerin, kuzeye gelmeme cesareti gösterenlerine karşı çok sert tepki gösterirdik. Şu anda, bırakın gelme isteği duyanların son derece sınırlı sayıda olmasını, tepki gösteren yok. Nereden nereye? Yani hem Talat, hem Eroğlu, hem de Akıncı döneminde, Kıbrıslı Türkler yüzü dışarı dönük faaliyetler yürüttüler, müzakere süreçlerine aktif katılım gösterdiler. Çünkü canlı ve gerçek bir müzakere masası vardı. Örneğin uluslararası ilişkileri, Talat’a veya Akıncı’ya göre, çok daha geri düzeyde olan 3. Cumhurbaşkanı Eroğlu bile, Kıbrıs müzakere tarihinin en önemli belgelerinden birinin altına imza atabilecek bir başarı ortaya koydu. 11 Şubat 2014 belgesi, artık bu sorunun çözüm süreçlerinin temel belgelerinden biri olarak ifade edilmektedir. Dolayısıyla, Ersin Bey’in “bizi anlıyorlar” yönündeki ifadesi, tam bir züğürt tesellisidir. Çünkü 186 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararından itibaren, her uluslararası belgede Kıbrıs’taki bölünmüşlüğe doğrudan atıf yapılmakta, bu bölünmüşlüğün müzakereler yoluyla ortadan kaldırılması gerektiğinin altı çizilmekte ve daha da önemlisi, bu çözümsüzlük sürecinde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yasal temsilcisinin maalesef Rum yönetimi olacağı da çok net bir biçimde ifade edilmektedir. Özellikle KKTC’nin ilanından sonraki 550 ve 789 sayılı Güvenlik Konseyi kararlarında, hem Kıbrıs Rum yönetiminin, Kıbrıs’ın yasal ve meşru uluslararası temsilcisi olduğu, hem de onun dışındaki bir yapının Kıbrıs’ta herhangi bir temsil kabiliyeti olmayacağı ve tanınmaması gerektiği ifade edilmektedir. Bunlar ortadan kaldırılmadığı sürece, “bizi anlıyorlar” diye ifade edilen şey, aslında bizi hiç dinlemedikleri için, bizden söz etme ihtiyacı duymadıkları anlamına gelir. Ersin Bey, sadece Türkçe konuşarak kendini ifade ediyor ama anadili Türkçe olanlar bile onu anlamıyor, anlamadıklarını da zaten ortaya koyuyorlar. Kazakistan’ın, Özbekistan’ın, Türkmenistan’ın durumu ortada, Kıbrıs Rum yönetimiyle ilişkileri ortada. Dolayısıyla, bu züğürt tesellisi, Kıbrıs Türk halkına hiçbir şey kazandırmıyor.
Sayın Tatar, o kadar dar bir vizyona sahip ki maalesef, örneğin Türk Devletleri’yle, Türkiye’nin onu takdim etmesi doğrultusunda bir ilişki geliştirebiliyor belki ama bu ilişki istikrarlı değil. Yani örneğin, Kırgızistan’a davet edilirken, Türkmenistan’a davet edilmiyor. Gözlemci üye statüsündeki Macaristan’da adından hiç söz edilmiyor. İngiltere’ye gittiği zaman İngiltere’nin Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakanı’yla görüştüğünü ifade ediyor. Ancak, AB Kıbrıs Özel Temsilcisi’nin adaya yaptığı ziyarette, onunla görüşecek cesareti ortaya koyamıyor. AB, beğenseniz de beğenmeseniz de, Kıbrıs sorununda, özellikle 2004’ten sonra, doğrudan bir muhatap haline gelmişse, Kıbrıs’ın kuzeyini ve güneyini kendi sınırları dahilindeki bir toprak parçası olarak ifade ediyorsa, ancak kuzeyde Avrupa hukuk müktesebatının yürürlükte olmadığına ilişkin özel bir karara ihtiyaç duymuşsa ve çözümsüzlük sürecinin aşılabilmesi için devam edecek müzakereleri takip amaçlı bir görevlendirme yapmışsa, siz onunla görüşmeme hakkına sahip değilsiniz. Ersin Bey ne yaptı? Hahn ile görüşecek cesareti kendinde bulmadı. Johannes Hahn Kıbrıs’a geldiğinde, Hristodulides’le, ve Tufan Erhürman’la görüştü. Neden? Çünkü görüşmek esas olandır, diyaloğun başlangıç noktasıdır. O yüzden, son 4 yıl 9 aylık dönemde ortaya çıkan diplomatik girişim veya uluslararası ilişki maalesef monolog şeklinde devam etti. Ersin Tatar’ın söylediklerinin muhataplarına geçtiğini de, muhataplarından bir karşılık da görmüyoruz veya muhataplarının rutin davranışlarına devam ettiğini görüyoruz ve destek bulmadığını anlıyoruz. Zaten aksini beklemek de gerçekçi değildir, hiç olmadı.
Soru: CTP, Cumhurbaşkanlığı seçimi için adayını açıkladı, Tufan Erhürman. TDP de destek, ortaklaşma açıklaması yaptı. Bu ortaklaşmanın içeriği nedir?
Şahali: TDP, Tufan Erhürman’ın Cumhurbaşkanı adayı olarak desteklenmesi yönünde bir karar aldı. Bu kararı son derece saygıdeğer, değerli ve önemli buluyorum, selamlıyorum. Bu, Erhürman’ın ortaya koyduğu iddianın ve kendine yüklenen misyonun, toplumda yarattığı etkinin bir sonucudur. Çünkü Sayın Erhürman, tam da Cumhurbaşkanlığı makamının gerektirdiği sorumlulukla, “hep birlikte yürüyeceğiz, hep birlikte yöneteceğiz” diyor. Dolayısıyla, bu birliktelik içerisinde, elbette TDP çok önemli bir unsur olarak yer almış olmalıydı. TDP ile sınırlı kalmamak kaydıyla, bizim hem destek arayışımız çok yoğun bir biçimde devam etmekte, hem de çok yoğun olarak destek beyanları bizlere iletilmektedir. Bunların bir kısmı kamuoyuyla paylaşılacak, bir kısmı kamuoyuyla paylaşılmayacak belki ama, kamuoyu süreç içerisinde bunların farkına varacak ve günün sonunda Tufan Erhürman, Cumhurbaşkanlığı makamına geldiği zaman, bu toplumun, bu halkın bağrından çıkan değerleri, Cumhurbaşkanlığı’nda seferber ederek, onların kapasitelerinden yararlanılmasının, Kıbrıs Türk halkına hizmet etmelerinin önünü açacak.
“İşbirliği kararı, herhangi bir pazarlığın sonucu değildir”
Sayın Erhürman, çok net bir biçimde, örneğin bir uzlaşı olmamış olsaydı dahi, TDPli olduğu bilinen, ama kapasitesinden yararlanılması gereken kişilere heyetlerinde mutlaka yer vereceğini ifade ettiği gibi, TDP ile bir uzlaşıldı diye de sırf TDP mensubu, taraftarı, sempatizanıdır diye birilerinin heyetlerde yer almayacağını çok açık olarak söylemiştir. Dolayısıyla, bu işbirliği kararı, herhangi bir pazarlığın sonucu değildir. Yani Sayın Erhürman’ın ekibine birilerinin katılmasına veya herhangi bir seçimde, şu ya da bu düzeyde bir işbirliğinin, ittifak ilişkisinin kurulmasına karşılık alınmış bir karar değildir. Bu karar, TDP’nin bu ülkenin ve Cumhurbaşkanlığı makamının önemine ilişkin sahip olduğu kanaat doğrultusunda, bu ülkeye duyduğu güven, bu ülkenin ihtiyaçlarına karşılık gelecek niteliklerin de Sayın Erhürman’da olduğuna kanaat getirmiş olması üzerinden aldığı bir karardır. Dahası, çok net bir biçimde ifade ediyoruz, Sayın Erhürman’ın Cumhurbaşkanlığı belli bir hisse dağılımı çerçevesinde şekillenecek bir Cumhurbaşkanlığı olmayacak. Çünkü Sayın Erhürman, sahip olduğu birikim ve donanım gereği, daha önce Cumhurbaşkanlığı makamında bir profesyonel olarak yer aldı. Dolayısıyla, orada görev alması gerekenlerin taşıması gereken nitelikleri en iyi bilen pozisyondadır. Bu rahmetlik Denktaş dönemi için de, Sayın Talat dönemi için de geçerlidir. Cumhurbaşkanı Erhürman, cumhurbaşkanlığında ihtiyaç duyulacak insan kaynağını oluşturabilecek birikime, donanıma, deneyime sahiptir. Bununla ilgili, siyasi parti etkisi, emin olabilirsiniz ki, son derece geriden gelecektir. Yani, bir UBPli profesyonelin de hizmetine ihtiyaç duyulduğu noktada, UBPli olması, onun Cumhurbaşkanlığında değerlendirilmesine engel teşkil etmeyecek, bunu iç huzuruyla söyleyebilirim. Zaten Erhürman’ı biraz yakından takip etmiş olan herkes, bunun bu şekilde olacağının farkındadır. O nedenle, TDP’nin ortaya koyduğu destek, elbette Cumhurbaşkanlığı seçimi maksatları bakımından bir işbirliği şeklinde ilerleyecek. Ancak, bu sürecin sonucundaki yeni süreçlere dair ne yapılacağı, o süreçlerde oluşacak dinamikler çerçevesinde yeniden şekillenecektir. Gerek yerel seçimlere, gerekse genel seçimlere ilişkin, çok spekülatif iddialar ortaya atılıyor. Hem TDP, hem de bizler, son derece müsterihiz ki, pazarlık sonucu ortaya çıkmış bir işbirliğiyle karşı karşıya değiliz. İnançlarımız doğrultusunda yaptığımız ve toplumun da beklentilerine karşılık gelen bir işbirliği kararıyla yoldayız ve birlikteyiz.
“Bir sol cephe değil, bir toplumsal mutabakat zemini”
Özellikle sağ siyasetin temel yaklaşımlarından biri, çatışma üzerinden menfaat devşirmeye dönüktür. Biz, toplumun hiçbir biçimde çatışmasına yol açacak bir durum yaratmayacağız, yaratılmasına da izin vermeyeceğiz. Örneğin, Ersin Tatar’ın ortaya çıktığı konsepti “sağ duyu mutabakatı” ve buna bağlı olarak, özellikle TDP ve CTP’nin işbirliğine gidiyor oluşunu da “solda bir cephe” gibi göstermeye çalışan yaklaşımlar var. CTP, sosyalist bir partidir, TDP sosyal demokrat bir partidir. Her iki parti de Sosyalist Enternasyonal üyesidir. Ama süreç içinde göreceksiniz ki, aslında bu bir sol cephe değil, bir toplumsal mutabakat zemini olacak. Bu kapsam içerisinde sol partiler yer alabileceği gibi, sağın çok önemli isimleri de kendine yer bulacak ve Tufan Erhürman’ın Cumhurbaşkanlığı kampanyasına destek ifade edeceği görülecek. Ortada duran bir gerçek vardır ki, Ersin Bey’in ve ona destek olanların ortaya koyduğu yaklaşımlar, Cumhurbaşkanlığı’na dair, bundan sonrasına ilişkin söyledikleri, bugün ve bundan önceki günlerde olmakta olanlardan farklı bir şeyi işaret etmiyor. Oysa, sağdan olsun, soldan olsun, Erhürman’a destek beyan eden, inanç belirten kişiler, kayıplarımızı telafi etmek, çözüm müzakerelerini yeniden başlatmak Kıbrıslı Rumları çözüme motive etmek gibi bir sorumluluk, bir arzuyla hareket ediyor. Dolayısıyla, biz sağ-sol cepheleşme üstünden değil, toplumsal bütünleşme üzerinden yol alacak ve hep birlikte yürüyerek, hep birlikte yöneteceğiz.
Türkiye ile ilişkiler...
Soru: Erhürman’ın Cumhurbaşkanı olduğu dönemde Türkiye ile ilişkiler nasıl olacak? Kıbrıs konusunda nasıl bir tutum ortaya konacak?
Şahali: Tarih içerisinde Türkiye, rahmetli Denktaş, 2. Cumhurbaşkanı Talat ve Sayın Eroğlu ile mutlak uyum içerisinde çalıştı. Sayın Akıncı ile de mutlak uyum içerisinde çalıştı ancak Crans Montana hezimetiyle birlikte bir kırılma yaşandı. Kıbrıs Sorunu’nda 2017 ortasında başlayan çok ciddi müzakeresizlik hali nedeniyle, Kıbrıs Rum Tarafı’yla Kıbrıs Türk Tarafı arasında yüksek tonlu bir karşıtlık durumunun gelişmesiyle birlikte, Türkiye, Ersin Bey’in çatışmacı ve ayrılıkçı söyleminin yanında taraf oldu. Türkiye kendini ifade ederken, Ersin Bey’in ortaya koyduğu iki devletli çözüm modeline destek beyan ettiğini söylüyor. Bu beyandan, günün sonunda, Kıbrıs Türk Tarafı’nın, Kıbrıslı Türkler’in, Kıbrıs Türk Liderliği’nin söylediğine uygun hareket eden bir Türkiye ile karşı karşıya olduğumuz anlaşılıyor. Hal buysa, Kıbrıslı Türk seçmenin, dolayısıyla Kıbrıs Türk halkının, Cumhurbaşkanlığı seçiminde ortaya koyacağı irade doğrultusunda, Kıbrıs Türk Liderliği’nin Kıbrıs Sorunu’na yaklaşımı değiştiği zaman, Türkiye’den beklentimiz elbette Kıbrıs Türk Halkı’nın demokratik iradesiyle ortaya çıkardığı sonucu saygıyla karşılaması ve desteklemesidir. Bunun garantisi var mıdır? Yaşayarak göreceğiz. Eğer bir karşıtlık durumu söz konusu olursa, Sayın Erhürman’ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla ne dediği, ne diyeceği hepimizin malumudur. Tufan Erhürman, Kıbrıs’ta iki bölgeli, iki toplumlu ve siyasi eşitliğe dayalı bir çözümü hedefleyen bir aday olarak propaganda yapacak ve kazandığı zaman elbette bu hedefe ulaşmak için gayret ortaya koyacak. Kanaatimce Türkiye, bu doğrultuda, iki bölgeliliği, iki toplumluluğu, siyasi eşitliği reddeden bir duruşta asla olmaz, olamaz. Dolayısıyla konuşulmamışların konuşulacağı, konuştukça uzlaşılacak, uzlaşıldıkça da birlikte hareket edilecek yeni bir dönem kolaylıkla başlayabilir. Yeter ki, Türkiye, Kıbrıs Türk halkının demokratik iradesine saygıyı ön koşul olarak önüne alsın ve bu saygı çerçevesinde ortak yararı hedefleyen bir işbirliğini gözetsin. Ve yine, yeter ki hiç kimse Türkiye’nin bu adanın tamamının garantörü olduğunu ve garantörlerin tamamının onayını almayan hiçbir sürecin ilerleyemeyeceği gibi, hiç bir sonuca da ulaşılamayacağını aklından tek bir an bile çıkarmasın. Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs sorunu ancak ve yalnızca Kıbrıslı Taraflar ile birlikte Garantör Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin uzlaşısıyla çözülebilecek bir sorundur.
Biz, bu bağlamda, geçmişte bulunduğumuz pozisyonlarda, kendimizi kanıtlamış durumdayız. Gerek hükümet dönemlerimizde, gerek Cumhurbaşkanlığı makamında, Türkiye ile aynı şeyleri, aynı biçimde düşünmesek, hayal etmesek bile, uzlaşı noktalarını yaratmayı ve çoğu zaman da anlaşmayı başardık. Dolayısıyla, bu sefer de farklı bir beklentim yoktur. Yeter ki, ortak yararın diyalog sonucu bulunabilecek çözümlerde olduğunu herkes görsün. Çatışma bekleyenler için üzgünüm, bundan bir çatışma çıkmaz ve çıkmayacak...
















