1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Nepal’de Beş Hafta: Anılar ve Düşünceler Yüce Shiva ve Buda’nın Gözleri
Nepal’de Beş Hafta: Anılar ve Düşünceler  Yüce Shiva ve Buda’nın Gözleri

Nepal’de Beş Hafta: Anılar ve Düşünceler Yüce Shiva ve Buda’nın Gözleri

Sorunları algılayış şeklimiz kişisel boyuttan çıkıp evrensel boyuta ulaştığı zaman, kişi kendini, sorunlarının kurbanı olmaktan kurtarıp, kalbini merhametle tüm duyarlı varlıklara açabilir çünkü kişi bu “gemide” yalnız olmadığını net bir şekilde görür.

A+A-

Mustafa Yaşın
[email protected]

Yüce Shiva’nın huzurunda ve Buda’nın gözleri altında yaşanan hayatlar var uzaklarda. Canlı, sevecen, coşkulu, ruhani, yoğun, biraz yorucu, aynı zamanda zorlu… Zıt duyguların bir anda yaşanabildiği, tekdüze olmayan, alışılmışın ötesinde bir yer. Burası, dünyanın en yüksek dağları olan Himalaya’ların bulunduğu fakir ama bir o kadar da kendiyle gurur duyan, kara ile kuşatılmış Güney Asya ülkesi Nepal. Bu ilkbahar Nepal’de otuz beş gün geçirme fırsatı buldum, muson yağmurları gelmeden önce.

Avrupa’dan ya da Avrupa kültürüne yakın yerlerden Uzakdoğu ülkelerine geldiğiniz zaman, ilk şok havaalanından çıkınca yaşanır. Kalabalık insan grupları, yoğun korna sesi altında akan bir trafik, hava kirliliği ve sağdan soldan vızır vızır geçen motosikletler. Ancak zaman geçtikçe bu kaosun içindeki gizli düzen de insanı kendine hayran bırakır. O kalabalığa ve kaosa rağmen insanların birbirine gösterdiği saygı beni çok şaşırttı. Nepal’de, Hinduizm ve Budizm’in iç içe yaşandığı, iki dinin birbirine saygılı olduğu bir yaşam vardır. İnsanların çoğunun Hindu olduğu zaten açıkça bellidir ve istatistikler de bunu doğrulamaktadır. Ancak birçok Hindu, Buda’ya karşı da çok saygılıdır. Konuştuğum bir Hindu taksi şoförü; “Ben Buda’ya da inanıyorum çünkü o da çok büyük bir değer diyordu”.

Gittiğim yerleri pek bilmeden gittim oralara birkaç Nepalli dosta güvenerek. İyi bir gezgin için alıntı yapılan bir cümle hep aklımdaydı; “İyi bir gezgin gittiği yeri bilmeyendir ancak mükemmel bir gezgin geldiği yeri unutandır”. “Mükemmel” bir gezgin olabilmek için geldiğim yeri “unutmalıydım”. Bu geldiğim yeri görmezden gelme, oradaki bağlarımı bir köşeye atma durumu kesinlikle değildi. Aksine, geldiğim yeri “unutarak”, onu daha çok sevebilme ve değerini anlama haliydi bu. Aynı zamanda, belki de “unutmak” bulunduğum yerin de tam anlamıyla hakkını verebilmekti. İnsan bir şeyin değerini gerçek anlamda ondan zihinsel olarak koptuğu zaman anlayabilir. Uzak olanı yakın yapmak, yakın olanı da uzak yapma durumu bu.

Hep düşünmüşümdür neden “kolay” geziler varken “zoru” seçer, seçmekle de kalmaz, bundan heyecan ve haz duyarım diye. Şimdi bunun nedenini daha iyi anlıyorum çünkü bu geziler günlük zihnimi bir köşeye bırakma fırsatı verir. Günlük zihin gücünü yitirdiği zaman, kişi, olayların evrensel boyutunu görmeye başlar. Örneğin, bu sayede kişisel, toplumsal ve coğrafi bağlamda yaşanan sorunların, sadece kişiye veya bir topluma özgü olmadığı açıkça görülebilir. Sorunları algılayış şeklimiz kişisel boyuttan çıkıp evrensel boyuta ulaştığı zaman, kişi kendini, sorunlarının kurbanı olmaktan kurtarıp, kalbini merhametle tüm duyarlı varlıklara açabilir çünkü kişi bu “gemide” yalnız olmadığını net bir şekilde görür.

Bu hayatta meşguliyetimiz nedir diye sorsalar, hepimiz yaptığımız işleri veya mesleğimizi anlatmaya başlarız. Fakat, aslında zamanımızın çoğunu, kendimizle meşgul olarak geçiririz. Kendimizle o kadar meşgulüz ki, bu yüzden etrafımızda ve coğrafyamızda yaşanan olayları net bir şekilde göremeyiz. Bu gezilerin en büyük hazinesi ve çekiciliği, kişinin “kendim” diye algıladığı şeylerden uzaklaşabilmesidir.

 

Dağlar – Lantang Vadisi

Nepal’de birçok milli park, yüzlerce yürüyüş parkuru vardır, ben Lantang Vadisinde dokuz günlük bir yürüyüş yaptım. Dağlara gitmek benim için hep güzel bir ritüel olmuştur. Bilmediğim ama içsel olarak pek de yabancı olmadığım bu topraklarda “yol almak” çok keyifliydi. Langtang, 2015 Nisan’ında meydana gelen büyük depremden en çok etkilenen bölgelerin arasındaymış. Bu da burayı seçmemdeki en önemli nedenlerden birisi oldu. Depremin sebep olduğu çığ ve toprak kayması, bölgede bulunan Langtang köyünü yerle bir etmiş. Sessiz bir şekilde çığ altında kalan bu köyün üzerinden geçerken, içimde garip bir korku ve aynı zamanda orada hayatını kaybeden canlılara ve doğanın gücüne karşı derin bir saygı belirmekteydi.

İnsanlar birçok şeye sahip olmak için hayatları boyunca çalışır. Birçoğumuz bir şeyleri elde etme peşinde hayatını harcar. İnsanın hedefinin olması kötü bir şey değildir, ancak hedef, insanın nihai varoluş nedeni olursa hayatın neşesi kaçar, çünkü çoğu zaman hedef diye belirlediğimiz şeyler geçicidir. Örneğin, hayatımızın bazı dönemlerinde göreceli olarak daha çok para sıkıntısı çekebilir, bazı dönemlerinde ise daha rahat olabiliriz. Fakat, hayatta hedef olarak belirlediğimiz şey çok para kazanmak ise, hayatımızın neşesi, bu geçici ve sürekli değişime tabi olan şeye koşullanmış olur. Bir diğer deyişle, hayat neşemiz, cebimizdeki paraya koşullanmıştır. Son yıllarda ülkemizde yaşanan ekonomik krizin bizden neler götürdüğünü gözlemlediğim zaman, bunlardan birinin “hayat neşemiz” olduğunu söyleyebilirim. Eğer bu evrende tam anlamıyla insan olarak var olmak istiyorsak, bu gibi sıkıntılı durumlardan psikolojik olarak bir çıkış yolu bulmak zorundayız. Elisabeth Kübler-Ross der ki, “Tanıdığım en güzel insanlar, yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi, kaybetmeyi tanımış, yaşamış ve en diplerden tekrar çıkış yolu kendileri bulabilmiş romantik ve anarşist insanlardır.”

Para bolluğu ve parasızlık dönemleri arasındaki değişim belli bir süreye yayıldığı için değişimin farkına varmak zordur. Yani bir ülke ve dolayısıyla orada yaşayan vatandaşlar için kriz döneminin gelişini fark etmek kolay değildir. Konunun kendisinin zorluğu dışında, bir de kendimizle olan meşguliyetimiz de farkındalığın önündeki en büyük engellerden birisidir. Aslında, “hayat” ve onun getirdiği güzel ve sorunlu şeyler, iki nefes arasında sürekli değişen bir olgudur. Benim için bu gerçeği fark etmenin en güçlü yollarından biri meditasyon diğeri de uzun dağ yürüyüşleridir.

3-199.jpg

Uzun dağ yürüyüşlerinde zihin An’a odaklanmayı öğrenir. An’dan koptuğunuz zaman da farklı duygular arka arkaya ortaya çıkar ve kaybolur. Bir an neşeli, diğer bir an kaygılı hissedebilirsiniz. Eğer yola devam etmek isterseniz, duygu ne olursa olsun, An’a geri dönmelisiniz. Bu gerçek, dağda olduğu gibi, günlük hayatta da size yaşadığınız iyi ve kötü her şeyin aslında sürekli bir şekilde değişime tabi olduğunu gösterir. Bu hayatta ne yaşarsanız yaşayın, yaşama sağlıklı ve içten bir şekilde devam edebilmek için An’a geri dönmelisiniz. Bir uçurum kenarında yürürken aldığınız her nefes, attığınız her adım hayatınız olur. Tam O An’da geçmiş ve gelecek yoktur, sadece alınan nefes, atılan adım vardır.

Dağlarda iki Fransız adamla işte böyle bir An’da tanıştım. Benim için zorlu bir uçurum yanı geçişinde ilk önce önümde mola verirken belirdiler. Ardından, şarkı söyleyerek neşeli bir şekilde arkamdan yürüdüler. O zorlu parkurda, “zihinsel kriz” ortasında gelen neşeli bir ses, zorluklara karşı bende tebessüm uyandırdı. Dağlardan sonraki planım şehirde üç hafta gönüllü öğretmen olarak çalışmaktı. Şehre döndüğüm zaman rastgele bu iki Fransız adamla tekrardan karşılaştım. İlk önce beni tanımadılar, daha sonra sohbetimiz sırasında öğrendim ki biri 72 diğeri da 84 yaşında olan bu iki kardeş, 2015 depreminde kaybettikleri kardeşin anısına, depremden yedi yıl sonra Nepal’e gelmişler ve on beş gün boyunca Langtang Vadisinde yürüyüş yapmışlar…

İyi ve kötü hiçbir şeyin kalıcı olmadığını içselleştirmek, rahatlatıcı ve güven verici bir duygu değil mi? Bu sorunun kafa karıştırıcı olduğu çok açıktır. Hiçbir şey kalıcı değilse, insan, hayatta ihtiyaç duyduğu güven duygusunu nerede bulacak? Bana göre insanın varoluş amacı, tüm bu geçicilik arasında, hepimizin içinde bulunan ve güvenebileceğimiz “şeyi” An’da bulabilmesidir.

2-260.jpg

 

Bhaktapur – Gönüllü Öğretmenlik

2019 yılında Nepal’i ilk ziyaretim sırasında, bir kafede otururken bizi dinleyen bir adam ilgimizi çekti, on beş dakika sonra da yanımızda bir Türk kızı belirdi. Burada gönüllü olarak bir okulda öğretmenlik yapıyormuş ve bizi dinleyen kişi de ona bu fırsatı veren okulun direktörüymüş. Bu tanışma sayesinde, Bhaktapur’a üç yıl sonra gönüllü öğretmen olarak ikinci ziyaretimi gerçekleştirebildim. Katmandu’ya on üç kilometre uzakta bulunan Bhaktapur şehrinde dolaşmak zamanda yolculuk gibi. Tam bir kültürel şov. Gün doğarken, rengarenk giysili insanların kırmızı tuğlalı sokakların arasından geçerek tapınaklara adak sunmaya gidişleri benim için unutulmayacak anılardır.

Gönüllü öğretmenlik deneyimim yaklaşık üç hafta sürdü. Aslında çocuklardan öğrenebileceğimiz çok şey vardır, bu genç Nepalli öğrenciler de bana çocukluğumu hatırlatıyordu. Çocukluğumda, şimdiye nazaran daha kapalı ve hala daha günümüzde de devam eden ambargolar altında büyümüş olduğum için, yurtdışından gelen misafirler benim için hep heyecan verici olmuştur. Çocuk zihnimde, evimize dışardan gelen bir yabancı diğer ülkelerle bir bağ kurma fırsatı verirdi. Benim de Nepal’e ziyaretim sanırım oradaki çocuklar için aynı heyecanı yarattı. Bir de covid-19 salgınından dolayı, iki yıldır kapalı olan ülkeye, salgının hafiflemeye başlamasından hemen sonra gittiğim için de ayrı bir heyecan vardı.

Çocuklarla birçok farklı anılar yaşadım ancak bunlardan bir tanesi çok ilginçti. Meraklı gözlerle yanıma gelen bir grup çocuk bana sorular sormaya başladı. Bir tanesi nerede kalıyorum diye sordu, okulda lojmanda dedim. Sonra diğeri odamda ne var diye sordu, ben de sizce bir odada ne vardır diye sordum. Çocuklar bir odada olan şeyleri sıraladı. Yatak, tuvalet, masa, halı, vs. Tabi bu arada da çocuklar İngilizce pratik yapıyordu. Fakat bir tanesinin cevabı çok ilginçti. Odada “God”, yani “Tanrı” olur dedi. İlk başta ne demek istediğini anlamadım. Tekrar sordum. Yine “God”, yani “Tanrı” olur dedi. Sonra da yanımızda bulunan Hindu Tanrısı Shiva’nın heykelini gösterdi. Bu cevap hakkında uzunca düşündüm. Nepal’de daha fazla zaman geçirdikçe de bu cevabın anlamını daha iyi hissedebildim.

mm-171.jpg

Nepal’de insanların manevi tarafının güçlü olduğu, şehirde yapılan ufak bir gezintiden sonra hemen anlaşılır. Her gün doğumunda ve batımında yakılan tütsüler, çalınan çanlar, okunan dualar… Bu tür geleneksel törenler bize çoğu zaman uzak, anlamsız ve tuhaf gelebilir ancak insanın “kutsal olanla” bir bağ kurma ihtiyacı vardır. Dünyamızda ve çevremizde yaşadığımız birçok sorunun temelinde, insanın bu bağı samimi bir şekilde kuramamış olması yatar. Günümüzde kurumsallaşan dinin yarattığı sorunlar açıktır, ancak “kutsal olanla” bir bağ kurma ihtiyacımızın her zamankinden fazla olduğu da açıktır. Bu ihtiyacı iyi bilen vahşi kapitalizm de bunu kendi çıkarına kullanmaya başlamıştır. Örneğin, etrafımızda binlerce yıllık dini ritüellerin bir kısmını çalarak, esenlik ve mutluluk vadeden birçok “sertifikalı öğretmen, hoca veya yogi” var. Artık esenliği ve mutluluğu sabahları kalktığımız zaman camı açınca gördüğümüz doğanın güzelliğinde, yaptığımız bir gezintide, tek sahip olduğumuz şey olan bir tek nefeste aramak yerine, pahalı kurslarda ve sosyal medyaya da arıyoruz...  O küçük çocuk, odada “Tanrı” olur diyerek belki de bize, “kutsal olanla” kaybettiğimiz bağımızı hatırlatmak istemiştir… 

f6-002.jpg

Langtang Vadisi, Nepal

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 3856 defa okunmuştur
Gaile 493. Sayısı

Gaile 493. Sayısı