
Ersin Tatar’ın Gerçek Dünya ile Yüzleşememesi
Her iki taraf da ilerleme fırsatlarının kaçırılmasında ve zor işlerin yapılmak istenmemesinde büyük sorumluluk taşımaktadır.
Yiorgos Kakouris*
ykakouris@gmail.com
Kısa bir süre önce, Kıbrıslı Türk lideri Ersin Tatar, Belçika’daki Türkiye Büyükelçiliği’nin daveti üzerine Brüksel’e bir ziyaret gerçekleşti. Ancak ziyarette, Tatar’ın arzu ettiği Avrupa Birliği yetkilileri ya da diplomatlarıyla herhangi bir görüşme gerçekleştirilmemiştir. Bunun yerine, Brüksel’in sınırları içindeki bir otelde konaklamış, orada yaşayan Kıbrıslı Türk göçmenlerle buluşmuş ve Brüksel muhabirleriyle gayriresmî bir toplantı yapmıştır. Ben de uluslararası medya ve haber ajanslarından muhabirlerle birlikte bu toplantıya davet edilmiştim. Kıbrıslı hemşerilerimin seçilmiş liderinin bölgemizin geleceği veya Trump'ın seçilmesinin etkileri hakkındaki sorulara yanıt veremediğini ve Osmanlı fethinden modern tarihe kadar uzanan uzun soluklu hikayeleri tekrarlamayı tercih ettiğini görünce, tüm Kıbrıslılar adına mahcup oldum.
Kıbrıs Sorunu’nun bu tür bir siyasi çıkmazla daha önce de karşılaştığı görülmektedir. Kıbrıs Rum liderliği, uzun süren bir durgunluk döneminin ardından müzakerelere dönmenin yollarını ararken; kısa süre önce ilerici bir liderden muhafazakâr bir lidere geçiş yapan Kıbrıs Türk tarafı bu girişimlere direnç göstermektedir. Türkiye ise kendi çıkarları doğrultusunda Kıbrıslı Türk lideri uluslararası toplumla uyumlu davranmaya teşvik etmekte, ancak bu çabalar her zaman başarılı olamamaktadır.
Bununla birlikte, 2025 yılı 2014 yılı ile aynı koşulları taşımamaktadır. Türkiye artık gelecekteki müzakerelerin federal çözüm temelinde başlatılmasına karşı bir tutum sergilemekte ve Kıbrıslı Türk liderliği de – fiilen – kuzeyin tanınmasını her türlü görüşmenin ön koşulu olarak öne sürmektedir. Kıbrıs Rum tarafı ise Birleşmiş Milletler çerçevesine bağlı kalmayı ve 2017 yılında kesilen müzakerelerin kaldığı yerden devam etmesini savunmaktadır. Türkiye, Kıbrıslı Türk liderin kendi çıkarlarıyla uyumlu bir politika gütmesini isterken, onun tutarlı bir strateji izleyememesinden dolayı hayal kırıklığı yaşamaktadır.
Ersin Tatar, tarafların özlü müzakerelere geçmesini engellediği sürece, Nikos Hristodulidis’in müzakerelerin nasıl devam etmesi gerektiğine ve 2017’den bu yana gündemdeki konulara ilişkin tutumunu netleştirmesine gerek kalmamaktadır. Hâlen çözüm bekleyen temel mesele, federal devletin yönetiminde siyasi eşitlik parametreleri ile mevcut garantör ülkelerin güvenlik ve askerî varlıklarına ilişkin uzun vadeli düzenlemeler arasındaki dengeyi kurmaktır.
Avrupa Birliği, günümüzün belirsiz dünyasında iki devletli bir çözüme hazır ya da istekli olmadığını açıkça ortaya koymaya devam etmektedir. Brüksel'deki kurumlar Kıbrıs'ta yeni bir devletin yaratacağı ek zorluklarla uğraşmaya istekli değil ve iki tarafın üzerinde anlaştığı herhangi bir federal modelin diğer üye devletlerle birlikte işleyebileceğine inanmaktadırlar. AB'nin diğer 26 ülkesi, özellikle de ayrılıkçı hareketlere sahip olanlar, AB'nin parçalarının ülkelerinden kopup daha sonra kulübe yeniden kabul edilebileceği fikrini teşvik etmek istememektedir.
Resmi müzakereler yeniden başlamadığı sürece iki taraf arasındaki asıl tartışma konusu, güven inşa ederken ve günlük yaşamı iyileştirirken mevcut sorunların nasıl ele alınacağıdır. Kıbrıslı Türk liderliği ve siyasi sınıfı, özellikle her iki topluma da fayda sağlayacak yeni geçiş noktalarının açılması ve Kıbrıslı Türklerin Yeşil Hat üzerinden hellim ihracatı konusunda ilerleme kaydedilmesi gibi konularda yapılması gerekenleri yapmaya hazır olmalıdır.
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Schengen Bölgesi'ne katılma çabalarının Kıbrıslı Türkleri etkileyip etkilemeyeceği ya da nasıl etkileyeceği, karma evliliklerden olan çocukların KC vatandaşlığı meselesi ya da Hristodulidis'in 2024'ün başında açıkladığı Kıbrıs Türk toplumuna yönelik diğer tedbirlerin gidişatı, iki taraf arasında en azından kamuoyu önünde tartışılmıyor.
Bunun yerine Kıbrıslı Türk lider, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres ve Genel Sekreter’in özel temsilcisi Maria Angela Holguin ile yaptığı görüşmelerde, Kıbrıslı Rumlara ait arazileri yasadışı ve büyük çapta imara açarak mülkiyet başlığındaki hassas dengeyi bozan birkaç müteahhidin çıkarlarını savunmak için zaman harcıyor.
İki toplumun yönetici sınıfları, uluslararası toplumun ve garantörlerin değişen politikalarına ve çıkarlarına bağlı olarak on yıllardır gerçekçi ve makul olmayan hayallere hapsolmuş durumdadır. Günümüzde ise Kıbrıslı Türk tarafı, Kıbrıslı Rum soydaşlar olmaksızın tam bağımsızlık hedefi etrafında şekillenen bir yanılsama içinde hareket etmektedir. Tatar ve destekçilerinin bu yaklaşımı, Avrupa Birliği’ne entegrasyon ihtimalini terk etmeyi ve Türkiye’ye tam bağımlılığı göze almayı dahi kabul etmektedir.
Kıbrıs Rum liderliğinin Kıbrıslı Türklere, onları mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti’nin vatandaşları olarak gördüğünü ve federal bir Kıbrıs'ı birlikte yönetmeye pratikte hazır olduğunu göstermek için daha fazlasını yapması gerekmektedir. Nihai olarak değil ama kısa vadeli bir gelecekte.
Kıbrıs Türk liderliği kendi hedeflerine ulaşmakla daha fazla ilgilendiği sürece, Kıbrıslı Rum tarafının daha fazla harekete geçmesi ve uluslararası toplumun da harekete geçmeyi teşvik etmesi için hiçbir neden yoktur. Ve toplum temsilcileri bir kez daha belirli ve uygulanabilir bir gelecek vizyonuna sahip olduklarını gösteremedikleri sürece Türkiye'nin Kıbrıslı Türklerin işlerine müdahale etmeyi bırakması için hiçbir teşvik eden bir durum bulunmamaktadır.
Her iki taraf da ilerleme fırsatlarının kaçırılmasında ve zor işlerin yapılmak istenmemesinde büyük sorumluluk taşımaktadır. Ancak bugün, mevcut Kıbrıslı Türk liderin modern dünyayla ilişki kuramaması, kendi toplumunun çıkarlarını savunamaması ve tüm Kıbrıslıların refahını dikkate alamaması hepimizi köşeye sıkıştırdı. İlerici Kıbrıslıların bir çıkış yolu bulamadığı bu durum, ne pahasına olursa olsun bölünmeyi sürdürmek isteyen dar görüşlü taraftarların işine yaramaktadır.
*Yiorgos Kakouris, Kıbrıs Sorunu ve Avrupa Birliği hakkında yazılar kaleme aldığı Politis ve Kathimerini gazetelerinde gazetecilik yapmıştır.
(Yazının İngilizcesi aşağıda yer almaktadır. The English version of the article is provided below.)
Ersin Tatar’s inability to deal with the real world
A few months ago, Turkish Cypriot leader, Ersin Tatar, visited Brussels by invitation of the Turkish embassy in Belgium. There were no planned meetings with EU officials or diplomats as Tatar would have liked. Instead, the Turkish Cypriot leader stayed in a hotel at the city's edge, met Turkish Cypriot expacts, and had an informal meeting with Brussels correspondents. I was invited along with correspondents from major international media and news agencies. Seeing the elected leader of my fellow Cypriots being unable to respond to questions about the future of our region or the effects of Trump’s election, and choosing to repeat long-winded stories that began with the Ottoman conquest up to modern history, I could not help but be embarrassed on behalf of all of Cypriots.
The Cyprus Problem has been here before. The Greek Cypriot leadership is looking for a return to negotiations after a period of inactivity, while the Turkish Cypriot leadership, having not too long ago switched from a progressive to a conservative leader, resists these efforts. Turkey, for its own reasons, urges the Turkish Cypriot leader to play along with the international community, but not always successfully.
But 2025 is not 2014. Turkey has adopted the position that any future discussions cannot start aiming for a federal settlement, and the Turkish Cypriot leader is emboldened or encouraged to - essentially - make recognition of the north into a precondition for any talks. The Greek Cypriot side insists on maintaining the UN framework and continuing negotiations from where they were left off in 2017. Turkey urges the Turkish Cypriot leader to play along when it is in her interest but is frustrated by his inability to stick to a strategy.
As long as Ersin Tatar holds everyone back from having substantive discussions, Nicos Christodoulides will not be obliged to put his cards on the table on how he specifically believes the negotiations should continue, and how he intends to handle the trade-offs that have been pending since 2017. The main trade-off that remains is between the specific parameters of political equality when it comes to governing the federal state, and the arrangements on long-term security and foreign troops when it comes to the role of today’s guarantor states.
The European Union continues to be clear that it is not ready or willing to accommodate a two-state solution in today’s uncertain world. The institutions in Brussels are not eager to deal with the additional challenge of a new state in Cyprus and believe that any federal model agreed on by the two sides can function alongside the rest of the member states. The other 26 countries of the EU, especially those with secessionist movements, do not want to encourage the notion that parts of the EU can just break off from their countries and then be readmitted into the club.
The real subject of discussion between the two sides, as long as formal negotiations do not restart, is how to handle current issues while building trust and improving daily life. The Turkish Cypriot leadership and political class should be ready to engage in what needs to be done, especially on opening new crossing points that will benefit both communities, and on the progress on Turkish Cypriots halloumi exports through the Green Line.
What the two sides are not discussing, at least in public, is whether or how the Republic of Cyprus’s efforts to join the Schengen Area could affect Turkish Cypriots, the issue of RoC citizenship for children from mixed marriages, or the progress of other measures for the Turkish Cypriot community that Christodoulides announced at the start of 2024.
Instead, the Turkish Cypriot leader has been using up time in his meetings with the United Nations Secretary General, Antonio Guterres, and with the UNSG’s personal envoy Maria Angela Holguin, to defend the interests of a few contractors that have been upsetting the fragile balance in the property chapter by illegally and massively developing Greek Cypriot - owned land.
The ruling classes of the two communities have been trapped for decades in unrealistic and unreasonable dreams, depending on the shifting politics and interests of the international community and the guarantors. Today, the Turkish Cypriot side is the one trapped in a dream of achieving full independence without its Greek Cypriot compatriots, driven by Tatar’s and his supporters’ belief that it is worth the risk of leaving behind the prospect of integration into the EU and the risk of becoming fully absorbed by Turkey.
The Greek Cypriot leadership needs to do more to show to Turkish Cypriots that it seriously perceives them as citizens of the current RoC and that it is ready in practice to jointly govern a federal Cyprus. Not eventually, but in the short term future.
There is no incentive for the Greek Cypriot side to take further action, and for the international community to encourage action, as long as the Turkish Cypriot leadership is more interested in scoring own goals. And there is no incentive for Turkey to stop intervening in Turkish Cypriot affairs as long as the representatives of the community cannot once again show that they have a specific and feasible vision of the future.
Both sides bear plenty of responsibility for spoiling opportunities for progress and for not wanting to get the tough work done. Today, however, the current Turkish Cypriot leader’s inability to engage with the modern world, to defend the interests of his community and to take into account the prosperity of all his fellow Cypriots, has painted all of us into a corner. An impossible position that progressive Cypriots can’t find a way out of, and that suits just fine the narrow-minded fans of maintaining division at any cost.
*Yiorgos Kakouris worked as a journalist for Politis and Kathimerini, writing about the Cyprus Problem and the EU.
