1. HABERLER

  2. HABERLER

  3. COVID-19 çevre kirliliğini tetikledi
COVID-19 çevre kirliliğini tetikledi

COVID-19 çevre kirliliğini tetikledi

Çevre hakkı savunucuları, ülkede yaşanan COVID-19 salgınının çevresel etkilerine dair konuştu

A+A-

“Maske gibi tek kullanımlık plastik ürünlerin tüketiminde artış oldu, maskeler sahillere kadar ulaştı. Hijyen kaygısı çevre kirliliğini tetikledi”
“Salgının iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini hatırlatıcı etkisi oldu, ancak iklim değişikliğinin hissedildiği ve iklim krizinden en fazla etkilenecek Akdeniz’de yer alan ülkede iklim politikası yok”
“Salgında insanların doğaya yönelmesinin doğa tahribatını da beraberinde getirdi”
“Salgın sürecinde sağlık konusunda bilgilendirme yapılırken, çevre konusu ikinci plana itildi”

 

Bazı çevre hakkı savunucuları, son bir buçuk yıldır KKTC’yi de etkisi altına alan koronavirüs salgını (COVID-19) sürecinde insan hayatının, çevre ve doğanın korunmasının önüne geçtiği görüşünde... Salgınla oluşan “hijyen kaygısının” çevre kirliliğini tetiklediğini ve insanların yaşam şeklini doğa dostu olmaktan uzaklaştırdığını belirten savunucular, salgında, maske, eldiven, dezenfektan şişeleri gibi tek kullanımlık plastik ürünlerin tüketiminin arttığına ve bu malzemelerin sahillere kadar ulaştığının gözlemlendiğine işaret ediyor.
Çevreciler, salgınının önlemesi kapsamında uygulanan geçici kısıtlamalar; kapanmalar, seyahat kısıtlamaları, sokağa çıkma yasağı, sanayinin durması sayesinde, hava kalitesinde ve karbon emisyonlarında “geçici” iyileşmeler görüldüğü ancak bu iyileşmelerin kısıtlamaların azalmasıyla salgından önceki seviyelere döndüğü konusunda hemfikir. Emisyonlarda eski seviyelere ulaşılmasının, küresel iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini hatırlatıcı etkisi olduğunu belirten çevreciler, iklim değişikliğinin aşırı iklim olaylarıyla etkilerinin hissedildiği ve iklim krizinden en çok etkilenecek bölge olarak belirtilen Akdeniz bölgesinde yer alan Kıbrıs’ta ülkesel bir iklim politikası olmadığını, “iklim değişikliği yokmuş gibi” davranıldığını kaydetti. 
Çevre savunucuları ayrıca, sosyal izolasyon ve fiziksel mesafe kurallarının yaşandığı salgın sürecinde insanların doğaya yönelmesinin doğa tahribatını da beraberinde getirdiğine işaret ederek, doğaya çıkan kişilerin çöpünü doğada bırakması, kaplumbağa yumurtlama alanlarını kamp alanları olarak seçmeleri, araçlarla sahillere girmeleri gibi doğa tahribatına yol açan aktivitelere sıklıkla rastladıklarını aktardı.
Çevreciler, salgın sürecinde sağlık konusunda bilgilendirme yapılırken, çevre konusunun ikinci plana itildiğini, ancak iki konunun iç içe olduğunu, ekonomi politikaları ile ülkenin geleceğe dair planlarının çevre koşullarındaki olası değişiklikler dikkate alınarak şekillendirilmesi gerektiğini söyledi. Çevreciler, salgının çevresel etkilerini azaltmada bireylere sorumluluklar düştüğüne de işaret etti. 
Son bir buçuk yıldır tüm dünyayı ve KKTC’yi de etkisi altına alan koronavirüs (COVID-19) salgınının sadece insan hayatı ve ekonomi üzerindeki etkileri değil, çevresel etkileri de tartışılmaya devam ediyor. Türk Ajansı Kıbrıs (TAK), COVID-19 salgınının çevre ve doğa üzerindeki etkilerini Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki İki Taraflı Çevre Teknik Komitesinin Kıbrıslı Türk Eş Başkanı Salih Gücel ve bazı çevre örgüt temsilcileri ile konuştu. 
Koronavirüs, ilk olarak Çin’in Wuhan eyaletinde 2019’un Aralık ayının sonlarında ortaya çıkmış ve hızla tüm dünyaya yayılmasıyla Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından 11 Mart 2020’de küresel salgın olarak ilan edilmişti. KKTC Sağlık Bakanlığı tarafından Kovid-19’a neden olan SARS-CoV-2 virüsüne KKTC’de ilk kez Mart 2020’de rastlandığı açıklanmıştı.


Biyologlar Derneği (BİO-DER): “Tahribat kaldığı yerden devam ediyor”

Biyologlar Derneği (Bio-Der) eski başkanı Hasan Sarpten, salgınının sadece insanların değil, doğal yaşam ve yaban hayatı üzerinde etkileri olduğuna işaret ederek, “İlk zamanlarda salgın tedbirleri kapsamında dünyada farklı zamanlarda ‘kapanmaların’ yaşanmasıyla daha az ulaşım aracı kullanımı, fabrikaların kapanması, insan aktivitelerinin azalması, geçmiş dönemlere oranla karbon salınımında ve hava kirliliğinde geçici azalmalara neden olmuştur. Haliyle insanlar eve kapanınca da hem doğa tahribatı bir süreliğine durmuş hem de dünya bir anlamda insan dışı canlılara özgürce kalmıştır. Pandeminin ilk dönemlerde parklara ve şehirlere inen yaban hayvanlarının görüntülerini sıklıkla gördük” diye konuştu.
Ancak Sarpten, insanlığın virüsle mücadele konusunda üzerindeki ilk şoku atlatıp açılım süreçleri hızla başlayınca tahribatın ve kirliliğin kaldığı yerden devam ettiğini belirterek “2020 yılının sonunda pandemi sürecine rağmen atmosferdeki karbondioksit oranının rekor düzeylere ulaşması engellenememiştir. Bu da insanlığın doğayı yok etmesinin bir sonucu olan virüs salgınlarından gereken dersi çıkarmadığını ve halen doğayı tahrip etmeyi daha da hızlı bir şekilde sürdürmeye devam ettiğini göstermiştir” değerlendirmesinde bulundu. 
Sarpten, “Açıkçası, salgın nedeniyle yaşanmış bir doğa tahribatı yok ama salgın sonrası salgından hiç ders çıkarılmadığını gösteren birçok veri vardır. Elbette ki bu verilerin başında da ilk açılım yaşanan sektörlerin başında ülkemizde inşaat sektörünün gelmesi gösterilebilir” dedi.

“Doğada olmalıyız ama doğayı da korumalıyız”

Sarpten ayrıca, pandemi döneminde, insanların daha izole bir yaşam sürmeleriyle birlikte doğaya yönelmelerinin çevre üzerindeki etkilerine de işaret ederek, “İnsanların doğaya çıkması, doğayı tanıması ve doğayla içe içe yaşamaya özlem duyması pandeminin bireyler üzerindeki önemli etkilerinden biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ne var ki, bu durum doğa tahribatlarını da beraberinde getirmektedir. İnsanların bu konuda daha hassas ve dikkatli olması, atıklarını etrafta bırakmaması, gördüğü bitkileri koparmaması son derece önemlidir. Doğada olmalıyız ama doğayı da korumalıyız. Bence pandeminin en temel mottosu bu olmalıdır” görüşünü paylaştı.
Sarpten, ülkelerde “yeniden açılma” süreciyle emisyon düzeylerinin tekrar yükselmesinin iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini hatırlattığına da işaret ederek, “Bizim iklim için hemen ve süratle harekete geçmemiz gerekiyor. Çünkü, özellikle bizim gibi Akdeniz ülkeleri iklim değişikliğinden üst düzeyde etkilenmeye başladı bile. Kış aylarında yaşanan seller, yaza aylarında yaşanan yangınların şiddeti ve sıklığı arttı. Aşırı miktarda can ve mülk kayıpları yaşanıyor” diye konuştu.
Çevre ve doğanın korunması konusu ile iklim değişikliğinin ülke üzerindeki etkileri hakkında sivil toplum örgütlerinin bazı farkındalık çalışmaları ve uyarıları dışında yetkililerin herhangi bir çalışma yapmadığını da söyleyen Sarpten, “Biz daha yangınlara bile hazırlıklı değiliz. Devletimiz, biz dünyada yaşamıyormuşuz ve iklim değişikliği yokmuş gibi davranıyor” dedi.
 

ccc-004.jpg

Yeşil Barış Hareketi (YBH): “Çevre, ekonomik odaklı politikaların gölgesinde kaldı”

Salgın tedbirleri kapsamında uygulanan kısıtlamalar sayesinde hava kalitesinde ve karbon emisyonlarında iyileşmeler görüldüğünü ancak kısıtlamaların azalmasıyla karbon emisyonlarında salgın öncesi seviyelere dönüldüğü konusunda Sarpten ile aynı görüşleri paylaşan Yeşil Barış Hareketi (YBH) Başkanı Feriha Tel, salgından sonra ekonomik toparlanma sürecinde, çevreye duyarlı politikaların, ekonomi odaklı politikaların gölgesinde kaldığını söyledi. Tel, şöyle konuştu:
“Son yıllarda, salgından hemen önce çevre konusunda farkındalık artmaya başlamıştı. Ülkeler iklim değişikliğinin yavaşlatılması için küresel eylem planına kim dahil olacak diye yarışa girmişti. Rüzgar ve güneş enerjisi kullanımlarından termik santrallerin kapanmasına kadar birçok konu gündeme gelmişti. İklim değişikliği önem kazanmaya başlamıştı. Tek kullanımlık ürünlerin kullanılmaması konusunda da farkındalık oluşmuştu. Ancak salgından dolayı birçok faaliyetin durmasını takip eden süreçte, özellikle ülkelerin tamamen açılmasıyla çevreye duyarlı politikalar geri planda kaldı ve ekonomiyi tekrardan ayağa kaldırmaya odaklanan politikaların olduğu bir sisteme dönüldü.”
Tel, bu küresel durumun KKTC için de geçerli olduğunu belirterek, salgın öncesi, son zamanlarda ülkede yaşanan aşırı yağışlar, sel ve su baskınları ile daha sıcak ve kurak geçen yaz aylarının bilim insanlarınca konuşulmaya başlandığını, ancak bu farkındalığın “uzun süre kapalı olan sektörleri nasıl ayağa kaldırırız, turizmi nasıl canlandırırız” gibi kaygılarla bakan politikaların gölgesinde kaldığını söyledi. Ancak Tel, son zamanlarda ülkede meydana gelen yangınların sellerin doğal afet değil, insanların yıllar içinde yarattığı iklim değişikliğinin sonucu olduğunu ve iklim krizi konusunda acil önlemler alınması ve iklim politikası oluşturulması gerektiğine işaret ederek, şöyle konuştu:
“Doğaya, şişe ya da sigara izmariti atıp yangına neden oluyorsanız, yangın doğal afet olmaz. Dereler içinde inşaat yapıp, derelerin yolunu değiştirerek, derelere müdahale ediyorsanız, sel bir doğal afet değildir. Bunlar doğaya verilen tahribatın sonucudur. Bunlar, ekonomik arsızlıktan dolayı yapılan yanlışlardır. Son zamanlarda çıkan yangınların doğal afet olarak kabul edilmemesi gerekiyor çünkü artık bilmemiz gerekiyor ki iklim değişikliğinden dolayı sıcaklık ve nem oranı yükseliyor ve ormanlara atılan bir şişe bile yangına neden olabiliyor... İklim değişikliğinden dolayı Akdeniz bölgesinde orman yangınlarının daha da fazla artacağı bilinciyle ülkede bir ya da birden fazla yangın helikopterinin bulundurulması gerekiyor. Bu, hem dış temaslarda hem de bütçe olarak birinci öncelik olmalı. Geçen ay Türkiye’nin farklı illeri ile KKTC’de Karşıyaka’da eş zamanlı çıkan yangınlar bunun önemini ortaya koymuştur.”


Kuzey Kıbrıs Kaplumbağaları Koruma Cemiyeti (Spot): “Endişelendirici bir durum var”

Kuzey Kıbrıs Kaplumbağaları Koruma Cemiyeti (SPOT) Başkanı Damla Beton, COVID-19 salgını tedbirleri kapsamında kısa süreli kısıtlamaların doğaya salınan karbondioksit miktarlarında azalmaya yol açtığını, ancak bu kısa süreli değişimin devam ettirilmemesi halinde iklimsel değişikliğe pozitif etki sağlamasından bahsedilemeyeceğini söyledi.
Beton, salgında kullanımı artan hijyen malzemelerinin doğa üzerindeki etkisine işaret ederek, “Doğaya zararları saymakla bitmeyen pek çok malzeme, geçmişte temel olarak laboratuvarlarda kullanılırken, şu anda herkesin evinde de kullanılmaya başlandı. Eskiden sahillerimizde bu malzemelere rastlamazken artık her yerde görmek mümkün. Herkeste ön plana çıkan hastalık korkusu kendini hijyen kaygısı olarak göstermekte ve bu da çevre kirliliğini tetiklemekte. Bu durum, genel olarak yaşam şeklimizin doğa dostu olmaktan uzaklaştığına işaret ediyor. Bu endişelendirici bir durum. Uzun süreçte doğadan daha da uzaklaşmamıza yol açabilecek bir ruh hali” değerlendirmesinde bulundu.


“Doğaya yönelim artınca tahrip edici aktiviteler de arttı”

Salgın sürecinde, insanların doğal alanlara yöneliminin arttığını belirten Beton, “Bir ülkede doğa dostu yaşam hakimse doğal alanlara yönelmekte bir sakınca yoktur, fakat, henüz kendi çöpünü doğada bırakmamaya alışmamışken doğal alanlara yönelinmesi çevre açısından riskli olur” dedi. Beton, ülkede, doğal alanlara çöp atmama konusunda sınırlı bilince sahip olunmasından dolayı insanların gittiği alanları kirletmesine, kamp yapmak için seçilen alanların kaplumbağa yumurtlama alanları olmasına, sahillere araçla girilmesine sıklıkla rastlandığını belirterek, “Doğaya yönelim artınca tüm bu tahrip edici aktiviteler de artıyor. Bu konularda ihbarları değerlendiriyor, hem insanları uyarmaya çalışıyoruz hem de gerekli durumlarda ilgili mercilere şikayetlerde bulunuyoruz” diye konuştu.
Bu konuda genel olarak olumsuz bir tablo çizmesine rağmen, doğada zaman geçirerek, doğanın bir parçası olduklarını yeniden hatırlayan kişilerin doğayı koruma konusunda daha hevesli olduklarını belirterek, Beton, “Evet, doğaya çıkıp kirletenler daha çok olabilir, ya da tahrip edenler artmıştır. Fakat, umuyorum ki ailesi ile doğada zaman geçirdiği için daha duyarlı hale gelen insanlarımız da vardır. Bu kişilerin sayısı arttıkça uzun vadede doğa kendini toparlayacaktır” dedi.
Beton, salgından önce de iklim değişikliğinin çok sıcak bir konu olduğunu, salgın ile eş zamanlı olarak birçok kurumun iklim konusunda farkındalık çalışmalarını devam ettiklerini, dünyanın pek çok farklı yerinde yaşanan yangın, sel ve benzeri iklim kaynaklı felaketlerin de iklim konusunun ön planda kalmasına neden olduğunu anlatarak, “dünya yüzünü iklime döndü” dedi.


Çevre Teknik Komitesi Kıbrıslı Türk Eş Başkanı: “Her taraf maske dolu” 

Çevre Teknik Komitesi Kıbrıslı Türk Eş Başkanı Salih Gücel ise, salgında ilk yaşanan kapanmalarla çevrenin nefes aldığından bahsedildiğini ancak yeniden açılmalarla bu iyileşmelerde salgından önceye dönüldüğünü anlatarak, salgının hem dünya hem de ülkede çevresel etkilerinin görüldüğünü söyledi. 
Gücel, ülkede yaşanan salgının çevresel etkilerine ilişkin şöyle konuştu:
“Salgın korkusuyla insanların toplu taşıma araçları yerine kendi araçları ile seyahat etmeyi tercih etmeleri hem hava kirliliğini hem de trafik yoğunluğunu artırdı. Lefkoşa, Girne ve Mağusa şehir içinde bir yerden bir yere gitmek zorlaştı, tabii bunun çevreye zararları var. Maske, plastik dezenfektan şişe, ıslak mendil gibi tek kullanımlık ürünlerin kullanımının artması ve doğaya gelişi güzel atılmasıyla çevre kirliliği yaratıldı. Eskiden doğaya atılmış çöp poşetleri görürdük, ardından naylon poşetler ücretli olmuş, bu da naylon poşet kullanımı azalmıştı. Ancak şu an her taraf maske dolu, poşetler en azından sağlık riski taşımıyorlardı... Dezenfektan kullanımının virüsü öldürdüğü söyleniyor, ancak dezenfektan doğaya karışınca faydalı bakterilerin ve bazı canlıların da yok olmasına neden oluyor. Ayrıca insanlarda alerji, solunum ve cilt kanseri gibi sağlık sorunlarına yol açıyor. Öte yandan seyahatlerde sınır formalitesi nedeniyle kağıt sarfiyatı arttı. Bir taraftan salgından korunmaya çalışırken, diğer taraftan doğa üzerinde yeni bir baskı oluşturduk.” 

Haber: Anıl Işık 

 

Bu haber toplam 2033 defa okunmuştur
Etiketler : ,