1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Kıbrıs sorunu ve deniz yetki alanları birlikte ele alınmalı”
“Kıbrıs sorunu ve deniz yetki alanları birlikte ele alınmalı”

“Kıbrıs sorunu ve deniz yetki alanları birlikte ele alınmalı”

Kıbrıs sorununu deniz yetki alanları ile petrol ve gaz kaynaklarından bağımsız bir konuymuş gibi ele almanın doğru olmadığını söyledi

A+A-

“Kıbrıs sorununu deniz yetki alanları ve petrol ve gaz kaynaklarından sanki bağımsız bir konuymuş gibi ele almak bence doğru değildir. Her şeyden önce, deniz yetki alanları konusunda mutabakata varılmadıkça Kıbrıs sorunu sorun olarak kalmaya mahkum olduğundan Kıbrıs sorunu ve deniz yetki alanları konusu aynı kapsamda birlikte ele alınmalıdır”

 

“Doğu Akdeniz gazının bölge ülkelerinin enerji güvenliği ve ekonomik refahı açısından bir fırsata çevrilmesi, bölgedeki ülkelerin ve dış güçlerin samimi ve yapıcı bir diyalog kurarak, dengeli fakat pragmatik bir yaklaşım oluşturmalarına bağlıdır. Bu da bölge ülkelerinin gerçek anlamda derinliği olan, miyopik politikalardan uzak, tutarlı ve akılcı bir ortaklık stratejisi anlayışı çerçevesinde hareket etmelerini gerektirir”


“Dünyanın en az arama yapılmış bölgelerinden biri olduğu kabul edilen Doğu Akdeniz’de bugüne kadar keşfedilenin iki katı kadar daha gazın keşfedilmesi beklenmektedir. Petrol ve gaz potansiyeli konusunda dünyanın en saygın kurumu olan ABD Jeoloji Kurumu (USGS), 2010 yılında yaptığı iki önemli değerlendirme Doğu Akdeniz’de teknik olarak çıkarılması mümkün fakat henüz keşfedilmemiş 10 trilyon metreküpten fazla doğalgaz olduğunu öngörmektedir”

 

“(Türkiye’nin) Libya ile mutabakat imzalandığına dair haberler var. Açıklamalardan gördüğüm kadarıyla bu nihai bir anlaşma değil, sadece iyi niyet mutabakatı. Bunun resmiyete dökülmesi gerekir yani ortada uluslararası resmiyette bir durum yok”


Ödül Aşık ÜLKER

Bilkent Üniversitesi Enerji Politikaları Araştırma Merkezi’nden Doç. Dr. Sohbet Karbuz,

Kıbrıs sorununu deniz yetki alanları ile petrol ve gaz kaynaklarından bağımsız bir konuymuş gibi ele almanın doğru olmadığını söyleyerek, “Deniz yetki alanları konusunda mutabakata varılmadıkça Kıbrıs sorunu sorun olarak kalmaya mahkum olduğundan Kıbrıs sorunu ve deniz yetki alanları konusu aynı kapsamda birlikte ele alınmalıdır” diye konuştu.

Türkiye’nin son günlerde Libya ile imzaladığı mutabakatın nihai bir anlaşma olmadığını kaydeden Karbuz, “Bunun resmiyete dökülmesi gerekir yani ortada uluslararası resmiyette bir durum yok” dedi.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampüsü’nün Türkiye’deki Enerji Ekonomisi Derneği işbirliğiyle düzenlediği 1. Doğu Akdeniz Enerji Sempozyumu’na konuşmacı olarak katılan Dr. Karbuz Yenidüzen’in sorularını yanıtladı.
Türkiye, Almanya, Avusturya, İtalya ve Fransa’da çeşitli kurumlarda araştırmacı ve yönetici olarak çalışan Dr. Karbuz, Doğu Akdeniz’deki gaz keşiflerinin ve arama faaliyetlerinin artmasının bölge ülkelerinin enerji güvenliği ve ekonomik refahı açısından büyük fırsatlar sunmakla beraber, deniz yetki alanları etrafında yoğunlaşan birçok politik sorunun da kabarmasına neden olduğunu anlattı.

Karbuz şöyle konuştu:

“Doğu Akdeniz gazının bölge ülkelerinin enerji güvenliği ve ekonomik refahı açısından bir fırsata çevrilmesi, bölgedeki ülkelerin ve dış güçlerin samimi ve yapıcı bir diyalog kurarak, dengeli fakat pragmatik bir yaklaşım oluşturmalarına bağlıdır. Bu da bölge ülkelerinin gerçek anlamda derinliği olan, miyopik politikalardan uzak, tutarlı ve akılcı bir ortaklık stratejisi anlayışı çerçevesinde hareket etmelerini gerektirir. Mesela ihtilaflı bölgelerde arama üretim falliyetlerinin ve ihtilaflı bölgelerden geçmek zorunda olan boru hattı projelerinin ortaklaşa yapılması gibi. Deniz yetki alanları dahil bir çok zorlukların ve hassas sorunların üstesinden gelmenin tek yolu budur. Aksi takdirde, belki de tek ortak payda olan enerji konusu, Doğu Akdeniz ve çevresindeki jeopolitik çekişmeye şiddetli baş ağrısı yaratan unsurlardan biri olmaya devam edecektir.”

 

“Doğu Akdeniz’de henüz keşfedilmemiş 10 trilyon metreküpten fazla doğalgaz olduğu öngörülüyor”

Soru: Kıbrıs çevresinde doğalgaz konusunda yapılan çalışmalar, süregelen bir kavga var. Bölgedeki rezerv bu kavgaya değecek boyutta mı? Miktar ve olası fiyata bakınca, dünya piyasasında rekabet edebilir mi? 

Karbuz: Geçtiğimiz 10 yılda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, İsrail ve Mısır açıklarında keşfedilen dünya klasmanındaki doğalgaz rezervleri Doğu Akdeniz’i uluslararası petrol sektörü ve jeopolitiğin odağı haline gelmiştir. Ocak 2009 ile Eylül 2019 arasında Doğu Akdeniz’de keşfedilen gaz miktarı yaklaşık 2 bin 5 yüz milyar metreküptür. Bu miktar, Azerbaycan’ın bugün sahip olduğu doğalgaz rezervinden fazladır. Daha geriye gidildiğinde çok daha çarpıcı bir sonuç ortaya çıkmaktadır; Doğu Akdeniz’de ilk gaz keşfinin yapıldığı 1967 yılından bugüne kadar dünyanın en büyük gaz üreticilerinden biri olan Norveç kadar gaz keşfedilmiştir.

Buna rağmen dünyanın en az arama yapılmış bölgelerinden biri olduğu kabul edilen Doğu Akdeniz’de bugüne kadar keşfedilenin iki katı kadar daha gazın keşfedilmesi beklenmektedir. Petrol ve gaz potansiyeli konusunda dünyanın en saygın kurumu olan ABD Jeoloji Kurumu (USGS), 2010 yılında yaptığı iki önemli değerlendirme Doğu Akdeniz’de teknik olarak çıkarılması mümkün fakat henüz keşfedilmemiş 10 trilyon metreküpten fazla doğalgaz olduğunu öngörmektedir. Bölgedeki ülkelerin resmi kurumlarının yürüttüğü farklı çalışmaların da desteklediği bu miktar eğer gerçekleşirse toplam gaz varlığı açısından, yani bugüne kadar keşfedilmiş ve ileride keşfedilmesi beklenen miktar toplamı, Doğu Akdeniz’i Kuzey Denizi’ne eşdeğer yapmaktadır.

 

“Keşfedilen rezervler üretime kanalize edilirse bir anlam kazanır”

Bölgedeki rezerv bu kavgaya değer mi sorusu için mevcut rezerv ve keşdefilmesi beklenen miktarın parasal değerine bakmak gerekir. Avrupa referans gaz fiyatı olan TTF son 10 yılın en düşük seviyesinde olmasına rağmen ve petrol fiyatları da varil başına 60 dolardan seyrederken karşımıza bir trilyon dolardan fazla bir rakam çıkmaktadır. Haziran 2018’deki gaz fiyatı baz alınmış olsaydı bu parasal değerin iki ile çarpılması gerekecekti. Bu miktarda bir para için kavgaya değer mi değmezmi sorusuna herkesin bakışı farklı farklı olabilir.

Fakat şunu da eklemekta fayda var ki, keşfedilen rezervler üretime kanalize edilirse bir anlam kazanır. Bu da bulunan rezervin ekonomik ve teknik olarak çıkarılmaya müsait olmasına, beklenen net finansal getirinin doyuruculuğuna, üretime geçmek için yapılacak saha geliştirme maliyetine ve bunun finansmanına, üretilen miktarı yurt içi ve dışı pazarlara ulaştırabilmek için gerekli alt yapı ve taşıma olanaklarına, üretilen gazın satış fiyatına, ruhsatlandırma işlemlerindeki istikrara, politik atmosfere, enerji ve finans politikalarına, düzenlemenin güvenliğine ve benzeri etmenlere bağlıdır. Bu şartların çoğu yerine getirilemediği için Doğu Akdeniz’de keşfedilen bir çok gaz sahası ya halen üretime sokulamamış ya da uzun gecikmelere maruz kalınmıştır.

Şüphesiz, bölgedeki gazın paraya dönüştürülmesinde ihracat olanakları büyük önem arz etmektedir. Bunun için genelde beş şartın yerine getirilmesi gerekir; söz konusu ülkedeki gaz üretiminin iç talepten fazla olması, gerekli ihracat alt yapısının olması, rekabetçi bir ihracat fiyatı, yasal düzenlemenin şeffaflığı ve öngörülebilirliği, ve nihayet jeopolitik ortamın uygunluğu.

İhracat fiyatının rekabetçi olup olamayacağı konusu ise ülkeden ülkeye ve hedef alınan ihracat pazarına göre değişir elbet. Mısır’ın kendi gazı LNG yoluyla Avrupa ve Asya piyasalarında zaman zaman rekabet edebilir. İsrail gazının Mısır’daki tesislerde LNG’ye dönüştürülerek dış piyasalarda rekabet etmesi ise çok zor. Belki Asya piyasalarında kış aylarında rekabet edebilir ama bunun için Asya’daki fiyatların bugünkü değerinin oldukça üstünde olması gerekir. Çünkü İsrail gazı Mısır’a MMBtu başına yaklaşık 6 dolardan satılacak. Buna sıvılaştırma ve ulaştırma bedellerini eklerseniz karşınıza Asya piyasalarında bugünkü fiyat olan 6 doların üzerinde bir fiyat çıkar. Yani rekabet edemez. Avrupa piyasalarında ise bugünkü ve yakın gelecekte öngörülen fiyatlar göz önüne alındığında ise rekabet etmesini beklemek pek akılcı olmaz herhalde.


Soru: Rum basını Fatih’in Baf açıklarında 170 milyar metreküp rezerv bulduğunu iddia etmişti ama bu Türkiye tarafından doğrulanmadı. Yavuz ve Fatih çalışmalarına devam ediyor. Yakın bir zamanda Türkiye’den sondajlar hakkında açıklama bekliyor musunuz?

Karbuz: Yıllardır Akdeniz’de petrol ve gaz arama faaliyetlerine yeteri kadar önem veremeyen Türkiye, 30 Ekim 2018 tarihinde Fatih’in sondaja başlamasına kadar Akdeniz’de yanılmıyorsam 13 adet sondaj gerçekleştirmişti. Fatih şu anda bölgede üçüncü sondajına başladı. Bunun yanında, Yavuz gemisi de bölgede ikinci sondajını gerçekleştiriyor.

Enerji Bakanı Sayın Fatih Dönmez’in açıklamalarına göre Türkiye 2020 yılı içerisinde Doğu Akdeniz’de 5 adet kuyu açacak. Yani Türkiye Akdeniz’de iki yılda neredeyse şimdiye kadar gerçekleştirdiği sondaj adedi kadar sondaj yapmış olacak. Çok güzel bir gelişme. Yapılan sondajlar konusunda Türk makamlarından henüz resmi bir açıklama gelmezken Rum basınında gaz keşfinden bahsedilmesi çok manidar. Yapılan sondajlarda elde edilen bulgular incelendikten sonra Türk makamlarından gerekli açıklamaların yapılacağını tahmin ediyorum. Onun haricinde yapılan açıklamalar spekülasyondan öteye geçmez.

 

“‘Afrodit’te 2025 yılında üretime başlanacak’ demek tek başına birşey ifade etmez”

Soru: Afrodit’te 2025’te üretime başlanacağı açıklandı. Bu gaz nasıl pazarlanacak?

Karbuz: Öncelikle Afrodit sahasında 2025 yılında gaz üretimine başlanacağı iddiasına biraz temkinle yaklaşmak gerekir. Şöyle ki; üretime başlayabilmek için bir çok şartın yerine getirilmesi gerekir. Öncelikle sahanın ne kadar gaz içerdiğini daha net bilmek gerekir. Bunun için en az bir tane daha tespit kuyusu açılması yani sondaj yapılması gerekir. Eğer rezerv konusunda alınacak sonuçlar doyurucu ise üretime geçmek için gerekli tüm safhaların parasal hesaplaması yapılır. Üretilecek gazın nereye, nasıl, hangi şartlarla, nasıl satılacağının da hesabı kitabı yapılır. Yapılan açıklamalar, gazın bir boru hattıyla Mısır’da bulunan Idku LNG tesisine ulaştırılmasının, orada sıvılaştırılılarak uluslararası piyasalara sevkiyatının planlandığını gösteriyor. Eğer gaz alım satım anlaşmasından elde edilecek gelir Afrodit sahasını geliştiren konsorsiyumun vergi ve masraflar dahil tüm giderlerini karşılayıp onları tatmin edici bir kar bırakıyorsa projenin hayata geçirilebilmesi için finansman arayışına çıkılır. Herşey beklentilere paralel ise sahayı geliştirip üretime sokmak için nihai yatırım kararı alınır. İşte asıl önemli olan şey bu karar ve kararın verildiği tarihtir. O zamana kadar yapılan her şey proje geliştirme sürecinin bir parçasıdır. Proje ancak ve ancak nihai yatırım kararı alındıktan sonra uygulama aşamasına  geçer. Yani “Afrodit sahasında 2025 yılında üretime başlanacak” demek tek başına birşey ifade etmez. Peki nihai üretim kararı ne zaman verilebilir? Bunu kestirmek zor. Ayrıca, Afrodit sahasının bir kısmı İsrail deniz yetki alanına taştığından dolayı, bu karar verilmeden önce Güney Kıbrıs ile İsrail’in de bir anlaşmaya varması gerektiğini de gözardı etmemek gerekir.

Yılda 6 ila 7 milyar metreküp gaz üreteceği tahmin edilen Afrodit sahasından çıkacak gazın Mısır’daki Idku LNG tesisi yoluyla 2025 yılından sonra dış pazarlara LNG olarak satılması düşünüldüğü gibi basit olmayabilir. Burada iki konu çok önemli. Birincisi 2025 ve sonrasında Afrodit gazının ne kadar rekabetçi olabileceğidir. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yetkililerinin Afrodit sahasından bekledikleri kara ilişkin açıklamalar ve Idku LNG tesisi ortaklarıyla yapılması planlanan gaz alım satım anlaşmasına ilişkin ortada dolaşan rakamlar, Afrodit gazınında İsrail gazı gibi pek de rekabetçi olamayacağına işaret ediyor. İkincisi, ki ben bu konu üstünde daha fazla duruyorum, Idku LNG tesisinin yıllık 6 ila 7 milyar metreküp Afrodit gazına kapasite ayırıp ayıramayacağıdır. Bu iki konu beraber değerlendirildiğinde 2025 yılından ziyade 2020’li yılların sonlarını hedeflemek belki tüm aktörler için daha akılcı gelebilir.


“Deniz yetki alanlarının örtüştüğü yerlerde gaz sahalarının bulunması sorunları daha karmaşık hale getiriyor”

Soru: Doğu Akdeniz’de bu konudaki gerginlik alanını işbirliği alanına çevirmek, fırsata çevirmek mümkün mü?

Karbuz: Doğu Akdeniz’de tanık olduğumuz önemli gaz keşifleri ve arama faaliyetlerinin artması bölge ülkelerinin enerji güvenliği ve ekonomik refahı açısından büyük fırsatlar sunmakla beraber deniz yetki alanları etrafında yoğunlaşan birçok politik sorunun da kabarmasına neden olmuştur.

Güney Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye arasında Akdeniz’deki deniz yetki alanları konusu Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından taviz verilmeyecek bir konudur. Benzer şekilde, İsrail ve Lübnan arasında yaklaşık 850 km2’yi kaplayan Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sorunu da her iki ülke açısından taviz verilmeyecek bir konu olarak değerlendirilmektedir. Gazze Şeridi ile İsrail arasındaki deniz ablukası bağlantılı MEB sorunu da bölgedeki diğer bir çatışma unsurudur. Bölgedeki ülkelerin sahip olduklarını iddia ettikleri deniz yetki alanlarının örtüştükleri yerlerde mevcut ve potansiyel gaz sahalarının bulunması bu sorunları daha karmaşık hale getirmektedir.

Dolayısıyla, Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkeleri tek paydada toplayan enerji konusu maalesef birleştirici olmak yerine ayrıştırıcı işleve dönüşmekte ve jeopolitik çekişmenin bir unsuru haline gelmektedir. Bölgedeki ülkeler arasındaki politik sorunlar değişen ilişkileri de beraberinde getirmekte ve Doğu Akdeniz’de yeni bir güç dengesinin şekillenmesine yol açmaktadır. Bu nedenledir ki değişen ulusal çıkarlar doğrultusunda bölgede geçtiğimiz beş altı yıldır değişen ittifaklara ve rekabetlere şahit olmaktayız.

Doğu Akdeniz gazının bölge ülkelerinin enerji güvenliği ve ekonomik refahı açısından bir fırsata çevrilmesi, bölgedeki ülkelerin ve dış güçlerin samimi ve yapıcı bir diyalog kurarak, dengeli fakat pragmatik bir yaklaşım oluşturmalarına bağlıdır. Bu da bölge ülkelerinin gerçek anlamda derinliği olan, miyopik politikalardan uzak, tutarlı ve akılcı bir ortaklık stratejisi anlayışı çerçevesinde hareket etmelerini gerektirir. Mesela ihtilaflı bölgelerde arama üretim falliyetlerinin ve ihtilaflı bölgelerden geçmek zorunda olan boru hattı projelerinin ortaklaşa yapılması gibi. Deniz yetki alanları dahil bir çok zorlukların ve hassas sorunların üstesinden gelmenin tek yolu budur. Aksi takdirde, belki de tek ortak payda olan enerji konusu, Doğu Akdeniz ve çevresindeki jeopolitik çekişmeye şiddetli baş ağrısı yaratan unsurlardan biri olmaya devam edecektir.

 

Doğalgazın varlığı Kıbrıs sorunuyla birleşince bölgedeki gelişmeleri nasıl etkiledi?

Soru: Kıbrıs sorununun varlığı ve bu konuda 2020 baharından önce bir gelişme olması beklenmediği dikkate alındığında, Türkiye ve Rum tarafı arasında bir işbirliğinin olması pek mümkün görünmüyor. Rum tarafı Kıbrıs Türk tarafının ortak komite önerisine de olumlu yanıt vermedi. Tüm bu anlattıklarınız ışığında, Kıbrıs sorununun varlığı, doğalgaz konusunda bölgedeki gelişmeleri nasıl etkiler?

Karbuz: Aslında bu soruya önce tersten bakmak gerekir. Yani, doğalgazın varlığı Kıbrıs sorunuyla birleşince bölgedeki gelişmeleri nasıl etkiledi.

Türkiye’nin bölge ülkelerinin çoğuyla ilişkilerinin giderek kötüleşmesini fırsat olarak gören Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan, doğalgaz eksenli yüksek diplomasi trafiği ile önce Mısır ve İsrail ile olan ekonomik, siyasi ve askeri ilişkilerini pekiştirmeye başladı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi -Yunanistan ikilisinin bu hızlı diploması trafiği zamanla Lübnan, Ürdün ve Filistin’i de içine aldı. Bu ikili her fırsatta AB’nin dayanışma ilkesini ön plana çıkararak AB’yi de çembere dahil etti. Bu arada İsrail ile Mısır arasındaki ilişkilerin altın çağına girmesi ve ABD Başkanı Trump’la birlikte ABD’nin bölgeye olan ilgisinin tekrar artmasıyla çember genişletildi. Nihayetinde tüm bu gelişmeler Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nun oluşumuna yol açtı. Forum’da Türkiye, Lübnan, Suriye ve KKTC gibi diğer bölge ülkelerinin yer almaması, onları oyun dışında tutmak veya saf dışı bırakmak anlamında yorumlandı.

 

“Neden ‘bir millet üç devlet’ diye telaffuz etmiyoruz?”

Durum böyle olunca, Türkiye’de, Türkiye’nin alternatif  bir oluşum yaratması gerektiğini savunalar oldu. İyi güzel de, böyle bir alternatif oluşumda yer almak demek, dost ve kardeş bildiğimiz ülkelerin bile tanımadığı KKTC’yi tanımak anlamına gelir mi gelmez mi sorusu nedense umursanmıyor. Belki tuhaf gelecek ama devletin en üst kademelerinde bulunanlardan tutun, bizim bile ne kadar tanıdığımız şüpheli bence. Mesela, Azerbeycan’dan bahsederken “Bir millet iki devlet” tabirini neden “bir millet üç devlet” diye telaffuz etmiyoruz.

Kıbrıs sorununa gelince; aslında Kıbrıs sorununu deniz yetki alanları ve petrol ve gaz kaynaklarından sanki bağımsız bir konuymuş gibi ele almak bence doğru değildir. Her şeyden önce, deniz yetki alanları konusunda mutabakata varılmadıkça Kıbrıs sorunu sorun olarak kalmaya mahkum olduğundan Kıbrıs sorunu ve deniz yetki alanları konusu aynı kapsamda birlikte ele alınmalıdır. Eğer Mısır’da Mursi hükümeti zamanında Mısır ile Türkiye arasında deniz yetki alanları konusunda bir anlaşma yapılmış olsaydı ve benzer şekilde Libya ile bir anlaşma yapılmış olsaydı durum bugün çok farklı olabilirdi. Bugünlerde Libya ile bu konuda yürütülen çalışmalar eğer sonuç verirse çok önemli bir eşik aşılmış olur. Libya ile mutabakat imzalandığına dair haberler var. Açıklamalardan gördüğüm kadarıyla bu nihai bir anlaşma değil, sadece iyi niyet mutabakatı. Bunun resmiyete dökülmesi gerekir yani ortada uluslararası resmiyette bir durum yok.

 

Türkiye’nin kırmızı çizgileri...

Bilindiği üzere Türkiye’nin Kıbrıs adası civarında sürdürdüğü petrol ve gaz arama faaliyetleri üç ana eksende değerlendirilmektedir. Birincisi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin sözde münhasır bölgesinde bulunan parseller ile Türk kıta sahanlığında Türkiye Petrolleri’ne verilen parsellerin örtüştüğü alanlarda yapılan faaliyetlerdir. Bu alan Türkiye’nin kırmızı çizgisidir ve taviz verilemez. İkincisi, KKTC’nin Türkiye Petrolleri’ne arama ruhsatı verdiği yerlerde yapılan faaliyetlerdir. Üçüncüsü, Kıbrıs adasının ortak sahibi olan Kıbrıs Türkleri’nin adanın çevresindeki doğal kaynaklar üzerindeki asli haklarını korumaktır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin petrol ve gaz arama üretim faaliyetlerine Türkiye’nin verdiği haklı tepkinin temelinde bu yatmaktadır. Doğal kaynakların ortaklaşa geliştirilmesi konusuna Rum tarafı sıcak bakmadı ama kaynakların geliştirilmesinden elde edilecek gelirin paylaşımına ilişkin bazı zarflar attı. Bunu olumlu bir şeymiş gibi yorumlamamak gerekir çünkü önemli olan şey detaylardır. Bu detayların atlanmaması gerekir.

harita-tablo-2.jpg

harita-tablo-1.jpg

Bu haber toplam 7368 defa okunmuştur