1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. ESKİ BİR YERLEŞİM BİRİMİMİZ… GAMBİLLİ (HİSARKÖY)
ESKİ BİR YERLEŞİM BİRİMİMİZ… GAMBİLLİ (HİSARKÖY)

ESKİ BİR YERLEŞİM BİRİMİMİZ… GAMBİLLİ (HİSARKÖY)

Asırlar boyunca Gambilli adıyla bilinen Girne Kazasına bağlı şimdiki Hisarköy, Beşparmak Dağları’nın güney eteklerine kurulan küçük bir dağ köyümüzdür

A+A-

 

 

Tuncer Bağışkan

 

Asırlar boyunca Gambilli adıyla bilinen Girne Kazasına bağlı şimdiki Hisarköy, Beşparmak Dağları’nın güney eteklerine kurulan küçük bir dağ köyümüzdür. Gambilli sözcüğü “eğri”, “kavisli” ve “dönemeç” anlamına gelmektedir. Tarihi geçmişi Neolitik Çağa ( M.Ö 8200 – 3500) dayandığı kaydedilmektedir. Köy içiyle çevresinde Eski Tunç Devri (M.Ö 2500 – 1900), Geç Tunç devri (M.Ö 1600 -1050) ve daha sonraki dönemlere ait antik mezarlar ile mimari kalıntılara rastlandığından, sürekli bir yerleşim birimi olduğu izlenimi edinilmektedir.  Bazı kaynaklarda Ortaçağda Feodal bir derebeye tahsis edilen bir “FİEF” (çiftlik) olabileceği de öne sürülmüştür. Nitekim köyün arazileri arasında bulunan “Lima” ve “Huriyani” gibi İtalyan ve İspanyolca mevkii isimleri, köyün varlığını ortaçağda da sürdürdüğüne işaret etmektedir. 1573 yılında Abraham Ortelius’un bakır levha üzerine yapmış olduğu Kıbrıs haritasında adı “Gambili” olarak geçerken, 1885 tarihli Kitchener haritasında ise adı “Kambyli” olarak geçmektedir.

1760 – 1767 yılları arasında Kıbrıs’ı ziyaret eden İtalyan gezgin Giovanni Mariti’nin kaleme aldığı “Travels in the Island of Cyprus” adlı kitabında, büyük bir yerleşim birimi olan Gambeli’de bir Ağa’nın ikamet ettiği ve pamuğunun mükemmel olduğu belirtilmiştir. Bazı yaşlı köylüler de bu bilgileri teyit ederlerken, bir zamanlar bölgede bol miktarda yetiştirilen tütünün Antalya ile Çukurova’ya ihraç edildiğini de belirtmişlerdir.

Anlatıldığına göre çok eskiden kalabalık nüfusu olan büyük bir yerleşim birimi olduğundan buraya “Küçük Şehir” de derlermiş. Adanın Osmanlı idaresine girdiği 1571 yılından sonra, akarsuyu olan Gambilli’ye, az sayıda Osmanlı -Türk nüfusu yerleştirilmiş. Bunların çoğunluğu Trakya ve Antalya’dan gelmiş olmalarına karşın aralarında Çerkez de varmış. Söylendiğine göre Karpaşa’dan Gambilli’ye gelenler arasında Antalya valisi Ahmet Paşa’nın torunu olan Mehmetali Balidri de varmış. O sırada Ahmet Paşa, padişah Abdül Hamit’in öngördüğü miktardaki vergiyi halktan toplayamayınca, Abdülhamit’e : “Halk bu kadar vergiyi ödeyemez padişahım” demiş. Abdülhamit de onu Kıbrıs’a sürgün olarak gönderince önce Kormacit’e gitmiş, sonra da Gambilli’ye yerleşmiş.

Yaklaşık olarak 1650 yılında köyün topraklarının Maronit Kilisesi’ne ait olduğu kaydedilmektedir. 1778 yılı itibariyle köyde 29 Maronit vardı. Eski yazarlardan Dandini (1596) ile Mariti (1769), bu köyün Maronitler için öneminden ve bir Türk ağasının ikamet yeri olduğundan söz etmişlerdir. Nitekim 1831 sayımında köydeki 32 hane evin 26 hanesinin Müslümanlara, 6 hanesinin ise Maronitlere ait olduğu belirlenmiştir. Anlatıldığına göre bölgenin en eski yerleşim birimleri Larnaka tis Lapithos adıyla bilinen Kozanköy’ün Kathari/Katharon bölgesi, Asomado (Özhan) ve Gambilli (Hisarköy) köyleriymiş. Ancak o sırada köye ‘Ölet’ (salgın bir hastalık) gelmiş. Tarlalarda çalışanlar tarlalarda, yollarda yürüyenler yollarda ve evdekiler de evlerde ölmeye başlamış. Köy 1880 yılında bir de çekirge hücumuna uğramış. Böylece baş gösteren salgın hastalık, kıtlık ve kuraklık nedeniyle köyde çok büyük bir nüfus kırılması olmuş. Köyün ağaları arazilerinde çalıştıracak işçi bulamaz olmuşlar. Bu nedenle de topraklarını elden çıkartmaya karar vermişler. O sırada domuz yetiştirmekle ünlenen Kördemen (Kılıçarslan) köyü, küçük bir yerleşim yeri olarak Gambilli topraklarına yeni kurulmuştu. Gambilli’nin güneydoğusunda ‘İskemle Tepesi’ adıyla bilinen çok yüksek bir tepe vardı. Şimdilerde köy mezarlığı olarak kullanılan bu tepedeki iskemlelere oturan köyün toprak ağaları nargile içerlerken, Kördemen köyünden Rumların gelmesini beklerlermiş. Birinin geldiğini görünce de, kendi aralarında: “Dur bu Rum’a ben tarlamı satayım; benim paraya ihtiyacım var!” diye tartışmaya başlarlarmış. O sıralarda İskemle Tepesinde oturan toprak ağaları hem topraklarının satışını yaparlar, hem Kördemen’den gelen Rumlara ürünlerini pazarlarlar, hem de tarlalarında çalışan işçileri kontrol ederlermiş. Köyün ağaları arasında Çoban Ahmet Ağa ile oğlu Boyacı Ömer Ağa’nın adlarından söz edilmektedir. Bu kişilerden birinin 23 Şaban 1250 (yani 24 Aralık 1834) tarihinde “Boyacı Ömer bin Ahmet Vakfı” adında bir vakıf oluşturduğu Evkaf Arşiv belgelerinde yer almaktadır.

Yaklaşık olarak 1917 yılı itibariyle küçük bir Maronit köyü olarak gösterilmekle birlikte, bu tarihte nüfusunun yarı yarıya Türk ve Maronit olduğunu gösteren kaynaklar da vardır. Yine de bu tarihten sonra köyün Türk nüfusu artmaya başlamış. Larnaka dis Lapithos (Kozanköy) ile Kormacit (Koruçam) köylerinde oturan Türkler köylerini terk edip Gambilli’ye yerleşmişler. Bu arada Gambilli’de oturan Maronitler de 1920’li yıllar ile 1930’lu yılların başlarında köyden ayrılıp Kormacit köyüne yerleşince, Gambilli, tamamı Türk olan bir köy olarak ortaya çıkmış.

 

GAMBİLLİ CAMİSİ

 

Köyün en eski camisi Osmanlı döneminde yapılmış olup şimdiki caminin yerinde bulunmaktaydı. 1879 yılında İstanbul Evkaf’ı tarafından hazırlandıktan sonra 1883 yılında Captain M. B. Seager tarafından yayımlanan Kıbrıs’taki Vakıf malları listesinde adı “Girne kazasına bağlı Hisar köyündeki Musalı’nın kızı Hatice Hatun Camisi” olarak geçmektedir. Bu caminin Lefkoşa’daki Arabahmet Camisi’ne benzediği ve bir Cuma namazında cephesindeki son cemaat yerinde 70 veya 99 adet çift değneğinin dayalı olduğunun sayıldığı anlatılmaktadır. Cuma ile Bayram namazlarında camiye ibadet için gelenlere yetmediğinden,  önündeki avluda da namaz kılındığı anlatılmaktadır. 7.2.1888 tarihinden hemen önce cami için oluşturulan vakfın mütevellisi Süleyman Dayı idi. Ancak ölünce yerine geçici olarak Arif Efendi gönderildi.  1891 yılına gelindiğinde harap duruma gelen caminin tamir edilebilmesi için Rum ustalardan Nicola Kalla’ya başvuruda bulunulmuş ve yapılan hesaplama sonucu caminin 2903 kuruşa tamir edilebileceği belirlenmiştir. Bu nedenle 23.7.1891 tarihinden hemen sonra cami vakfı tarafından tamir edildi.

1955 yılına geldiğinde cami ile yanındaki okul kullanılmayacak derecede harap durumdaydı. Bu nedenle yıktırılıp yerine yeni bir cami yapılması için “Theodoros Photiades ve Oğulları Mimarlık Bürosu”na bir plan çizdirilir, ihale şartları da hazırlanır. Çizilen plan Baf’taki Fasula (Bağrıkara) camisinin bir benzeriydi. Nihayet cami, yaklaşık olarak £1902 karşılığında, Peristeronalı Osman Hocaoğlu tarafından inşa edilir.

Caminin batı cephesindeki verandanın önünde üç sivri kemer, iki yanlarında ise birer sivri kemer bulunmaktadır.  Caminin güneybatı bitişiğindeki minare alçak kaideli, çokgen gövdeli, tek şerefeli ve metalik külâhlıdır. Bir zamanlar caminin kuzeyindeki arazi mezarlık olarak kullanılmış olmasına karşın, sadece mezar taşları yazıtsız olan iki tanesi günümüze kadar gelebilmiştir.

 

BAKİRE MERYEM ANA KİLİSESİ

 

Köy içinde Bakire Meryem Ana’ya adanmış küçük bir ortaçağ köy kilisesidir. Haç planlı ve kubbeli bir yapı olup muhtemelen M.S XII-XV. yüzyıla tarihlenmektedir.  İnşaatında bölgesel sarı taş kullanılmıştır.  M.S XIII. Yüzyıla tarihlenen iç duvarlarındaki fresklerin bir kısmı sıva tabakasının altında kalırken, büyük bir kısmının da rutubetten yok olduğu izlenimi edinilmektedir. Şimdilerde sadece izleri görülebilen kilisenin güneyindeki tonoz üst örtülü mekan günümüze kadar gelmemiştir. Zaman sürecinde ibadete gelenlere yetmediğinden batısına bir oda daha eklenmek suretiyle büyütülmüştür. Çok eskiden 15 Ağustos günlerinde kilisede dini ayin düzenlendiği anlatılmaktadır. Kilise ilkin 1850 yılına doğru restore edilmiş, son restorasyonu ise geçtiğimiz yıllarda USAID, SAVE ve Maronitlerin oluşturduğu KORMACİT VAKFI işbirliğiyle gerçekleştirilmiştir.

 

GAMBİLLİ HAMAMI

 

Köyün kuzeybatısında bulunan bu hamamın yapım tarihi şimdilik bilinmiyor olmasına karşın, Osmanlı dönemine ait olduğu tahmin edilmektedir. Yapımıyla ilgili olarak değişik görüş ve rivayetler günümüze kadar gelmiştir. Bir rivayete göre, bir zamanlar Gambilli çok büyük ve kalabalık bir yerleşim birimi olduğundan böylesi büyük bir yerleşim biriminde bir halk hamamının bulunması kaçınılmaz olduğundan bu hamam inşa edilmiş. Hamamla ilgili bir başka rivayet, köyün nüfusunun fazla olduğu Osmanlı döneminde yapılıp kullanıldığı, ancak köye gelen salgın hastalık sonucu köy nüfusunun yarıdan fazlasının ölümü nedeniyle o zamandan sonra hiç kullanılmadığı doğrultusundadır.

Buna karşın, bu hamamın köyün şeyhine veya köye gelip yerleşen bir Osmanlı ağasına ait olduğu doğrultusunda söylentiler de vardır. Nitekim, hamamın güney ile güneybatısındaki arazinin derin sürülmesi sırasında yuvarlak sütun kasnakları ile mimari taşların açığa çıkmış olması ve umuma ait olamayacak kadar küçük olması nedeniyle, zengin birine ait büyük bir evin özel hamamı olması daha olası görülmektedir.

Harabe durumunda günümüze gelen hamamın diğer Osmanlı hamamlarında olduğu gibi soyunmalık, sıcaklık ve külhan odaları vardır. Güneydeki soyunmalık kısmına güneydoğusundaki küçük bir kapıdan girilmektedir. Tavanı çökmüş olmasına karşın köşelerdeki izlerden bir zamanlar kubbe üst örtülü olduğu anlaşılmaktadır. Bu odanın kuzeyindeki yuvarlak kemerli bir kapıdan hamamın sıcaklık kısmına girilmektedir. Yaklaşık kare planlı olan bu oda kubbe üst örtülüdür. Kubbede sıcaklık bölümünün aydınlanmasını sağlayan delikler bulunmaktadır. Duvarlardaki ok ucu şeklinde kemerleri olan üç adet küçük nişin bir tanesinin altında, bir kurnaya ait izler bulunmaktadır. Sıcaklığın kuzey bitişiğinde, hamamı alttan ısıtacak ateşin yakıldığı ‘külhan’ kısmı yer almaktadır.  Şimdilerde tavanı çökmüş olmasına karşın bir zamanlar tonoz üst örtülü olduğu anlaşılmaktadır.

 

ARMUTLU ŞEHİDA

 

Köyün güneybatısınaki eski hamamın yanında yer alan kayaya mağara şeklinde oyulmuş antik bir mezar odasından dönüştürülen bir adak yeridir.  Eskiden mezarın başucunda bir armut ağacı bulunduğundan şehidaya “Armutlu Şehida” adı verilmiştir.  Şimdilerde mezarın üst başında, üzerine asma ağacı sarılı bir alıç ağacı bulunmaktadır.

Armutlu şehidayla ilgili değişik rivayetler günümüze kadar gelmiştir.  Billur adıyla bilinen bir Laptalının aktardığı rivayete göre, çok eskiden Lapta’da oturan iki Osmanlı süvarisi varmış. Bir gün atlarıyla Kambilli köyünden geçerlerken bir tanesi bazı köylüler tarafından yakalanıp öldürülmüş. Öldürüldükten sonra da şimdiki antik mezara elbise ve tüfeğiyle birlikte gömülmüş.  Yakın geçmişimizde mezarda gerçekleştirilen kaçak bir kazı sırasında bir kumaşa sarılı durumda huni şeklinde ağzı olan antik bir tüfek bulunduğu ve bunun zaman sürecinde yitirildiği anlatılmaktadır.

1988 yılı itibarıyla 75 yaşında olan köyün yaşlılarından Emine Karaca’nın anlattığı ikinci rivayete göre, çok eskiden antik mezar odasında şehidaya ait herhangi bir mezar yokmuş.  Bir gece, köylüler arasında ‘Topal Halil’ lakabıyla bilinen Halil Mehmetcik kahvehaneden evine dönerken, hamamın yanındaki mağara şeklindeki eski mezardan çıkıp elindeki testiyle dere yatağına doğru giden sırık kadar uzun boylu ve beyaz çarşaflı bir kadın görmüş. Bunun üzerine peşine düşmüş. Bu kadın derede abdest aldıktan sonra kilitli olan caminin kapısından geçip içeri girmiş. Onun camiden çıkmasını beklemiş. Bir süre sonra camiden çıkmış ve ayni yoldan mağaraya girdiği anda gözden kaybolmuş.  Bu olayla ilgili olarak anlatılan ayni rivayetin bir başka versiyonuna göre, elindeki testiyle antik mezardan çıkan şehida aşağıdaki dereye gidip testisini su doldurmuş ve ayni yoldan geri döndükten sonra mezarın yanındaki armut ağacının altında abdest alıp namaz kılmış. Sonra da mezara girip gözden kaybolmuş. Bu olay sonrasında bir gece Halil Mehmetcik’in rüyasına giren şehida, mezarının yapılmasını ondan istemiş.  O da antik mezarın cephesini taşla ördükten sonra mezar odasına moloz taşlardan bir mezar yaptırmış, mezarın başucuna da sarık başlıklı bir mezar baş taşı koymuş. Böylece burası köylüler tarafından adak ve ziyaret yeri olarak kullanılmaya başlanmış. Adak yerinin türbedarlığını ise Halil Mehmetcik, eşi Hatice hanım ve kızı Emine hanım üstlenmiş.  Eskiden mezar taşının sarık kısmına mum ile kandil yakılır, mezar taşı ile armut ağacına da çaput bağlanırdı. Şehidaya yağ adağında bulunanlar, mezara bir şişe yağ getirip bir kısmını kibrit ile yakarlar, geriye kalanı ise kibrit kutusuyla birlikte mezar odasına bırakırlardı.

Bu mezar 1974 yılında bir sığınak olarak kullanılması sırasında şehidanın mezarı yıkılmış, mezar taşı ise oradan kaldırılarak yok edilmiştir.

 

KÖY MEYDANI VE KÖYÜN YUVARLAK TAŞI

 

Köy meydanı ile çevresindeki evlerin dış cepheleri geçtiğimiz yıllarda USAID ile SAVE tarafından ele alınıp düzenlendikten sonra yayalaştırılmıştır. (Fotoğraf 6)

Meydanında köyün simgesi sayılan 90 okkalık yuvarlak bir taş bulunmaktadır. Anlatıldığına göre eskiden o taşı göğüs hizasına kadar kaldıramayan erkeklere köyde kız vermezlermiş.  Ancak o taşı kaldıran erkekler evlenmeye hak kazanırlarmış. Yabancılar köye gelip de kız istediklerinde onlara : “Köy meydanındaki taşı kaldıramazsan sana kız vermeyiz” denildiği halen anlatılmaktadır.  Yine anlatılan diğer bir olay ise, bir zamanlar köyde güçlü kuvvetli bir kadın varmış. Bir gün köy meydanından geçerken “Bu mudur o taş şu söylerler?” deyip taşı kapmasıyla havaya kaldırması bir olmuş.

Karpaz bölgesinde Kilanemos adıyla bilinen Esenköy’ün içindeki Ay. Yorgi Kilisesi’nin avlusunda da bu şekilde yuvarlak bir taş vardı. Yılda bir kez düzenlenen panayıra gelen gençler bu taşın kaldırılması için parasına bahse tutuşurlar, taşı en yükseğe kaldıran ise bahis için konan paraları kazanmış olurdu.

 

KÖY KADIN KURSU VE EĞİTİM MERKEZİ

 

Yıllar önce köydeki eski okul evinde oluşturulan “Hisarköy Köy Kadın Kursu Halk Eğitim Merkezi”nin varlığını hala daha sürdürüyor olmasının memnuniyet verici bir gelişme olduğunu söyleyebiliriz. Mesleki Teknik Öğretim Dairesi’nin burada görevlendirdiği Zişan Damdelen hocanımın öğrencileri orta yaş ile orta yaşın üzerindeki köy kadınları.  Kursa katılan kadınlarımız bir yandan birlikte üretip sosyal ilişkilerini geliştirirlerken, bir yandan da yıl sonunda açacakları sergiye malzeme de üretmiş oluyorlar. Bazı kadınlar evlerinden getirdikleri eski bürüncük kumaşlara el işi işleyebilmek için üzerlerine motifler çiziyorlar, bazıları koza işi yapıyorlar, bazıları da kasnağa gerdikleri kumaşa iğneyle bezeme işliyorlar. Bu arada, bir eğitim yılı süresince haftada 3 gün kursa katılan kadınlara isteğe bağlı olarak ‘ahşap oyma’, ‘tel kırma’ ve diğer el sanatları da öğretiliyor.

Uzak ile yakın geçmişimizden günümüze aktarılan kültürel birikimimizin en belirgin temsilcileri arasında yer alan el sanatlarımızın öğretilmesi, yaygınlaştırılması ve kalıcılığını sağlanması uğraşı veren eğitmenlerimiz ile köy kadınlarımızı içtenlikle kutlayarak bu haftaki yazımızı da sonlandırmış olalım.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 12196 defa okunmuştur