1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. "TC’nin garanti ettiği şey, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü, egemenliği ve anayasal düzenidir”
"TC’nin garanti ettiği şey, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü, egemenliği ve anayasal düzenidir”

"TC’nin garanti ettiği şey, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü, egemenliği ve anayasal düzenidir”

DAÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yücel Vural, Türkiye’nin KKTC’yi tanıtma ısrarının, ileride, Garantörlük Anlaşması’nın fiilen sona ermesi anlamına gelecek şekilde yorumlanabileceğini söyledi.

A+A-

Ödül Aşık Ülker

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yücel Vural, Türkiye’nin KKTC’yi tanıtma ısrarının, ileride, Garantörlük Anlaşması’nın fiilen sona ermesi anlamına gelecek şekilde yorumlanabileceğini söyledi.

Prof. Dr. Vural, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda KKTC’nin tanınması çağrısının, Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının, toplumlararası uzlaşma ve BM parametrelerine dayanan zemini terk etmesinin ilanı olduğunu belirtti.

“Garantör devlet olarak, bir yandan ‘Garantörlük Anlaşması’na göre Kıbrıs’ta asker bulunduruyorum’ diyeceksiniz, diğer yandan da ‘artık Kıbrıs Cumhuriyeti yoktur, iki devlet vardır’ diyeceksiniz. Bu olmaz” diyen Prof. Dr. Vural, Türkiye’nin garanti ettiği şeyin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü, egemenliği ve anayasal düzeni olduğunun altını çizdi.

Prof. Dr. Yücel Vural, Türkiye’nin KKTC’yi, Kıbrıs’ta ortak bir devletin mümkün olmadığı iddiasını kanıtlama çabasının bir parçası olarak tanıdığını, bu iddianın gerçekleşmesi durumunda, KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak tanınması çabasının olmayacağını kaydetti. Prof. Dr. Vural, “İçeride atılan adımlar, Kıbrıs’ın kuzeyini Türkiye tarafından yönetilen, neredeyse uydu bir devlet durumuna getirme çabasıdır. Bu yönde çok ciddi adımlar atılmıştır” dedi.

 

“Jenca ziyareti bir yoklama”

Soru: Uzun zamandır Kıbrıs konusunda bir hareket yok, bir beklenti de yok. BM Siyasi İşler Bölümü Avrupa, Orta Asya ve Amerika Genel Sekreter Yardımcısı Miroslav Jenca geçtiğimiz günlerde adaya bir ziyaret yaptı ve liderlerle görüştü. Bunun bir anlamı var mıdır?

Prof. Dr. Vural: Tabi, mutlaka bir anlamı vardır ama bu anlam oldukça sınırlıdır ve Kıbrıs Sorunu’nun çözümünde yeni bir aşamada olduğumuzu göstermez. BM, taraflara Kıbrıs Sorunu’na dönük ilgisini sürdürdüğünü, bu konuda kararlı olduğunu bu tür ziyaretlerde mesaj olarak iletmektedir. Uygun bir ortamda, tarafların hangi pozisyonda olabileceklerini saptamaya çalışmaktadır, bu bir yoklamadır. Uygun bir ortam ne zamandır diye sorarsak, bu Kıbrıs’ın dışında, bölgenin dışında bir takım gelişmelerle alakalıdır.

 

“Türkiye’den uluslararası topluma ve Kıbrıs’ın güneyine dönük baskı”

Türkiye, Sayın Ersin Tatar aracılığıyla mevcut BM parametrelerinin terk edilerek, görüşmelerin ancak yeni bir zeminde yapılabileceğini ileri sürerek, uluslararası topluma ve Kıbrıs’ın güneyine dönük baskı yapmaktadır. Bu baskı, çözüm çabalarının artık BM parametrelerine dayalı olamayacağını öngören ve ilgili diğer aktörlerin tutumlarının değişmesini talep eden bir baskıdır. Bu hiç de gerçekçi değildir. Türkiye’nin bu baskılama çabalarına, parametreleri reddeden tutumuna karşı BM niçin başka seçenekleri gündeme getirmemektedir? Bunun cevabı Kıbrıs’ın dışındadır, Kıbrıs siyasetine bakarak bunun cevabını bulamayız.

 

“BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla canlılık yaratmak şu anda mümkün değildir”

BM Güvenlik Konseyi kararları aracılığıyla burada yeni bir hareket yaratmak, canlılık yaratmak şu anda mümkün değildir. Bu durağanlığın merkezinde Ukrayna’daki kriz, Ortadoğu’da Türkiye ile ABD’nin karşı karşıya gelmesi, Türkiye’nin ortaya koyduğu kimi politikalarla ABD’nin ortaya koyduğu kimi politikaların tam bir çatışma içinde olması, Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşması vardır. Ukrayna konusu uzaklaşmanın nasıl sonuçlanacağını, yani Türkiye geri mi dönecektir yoksa uzaklaşması daha da mı derinleşecek, bize onu gösterecektir. Şu anda Türkiye, kendini orta noktada tutarak güçlü olmayı ve mesela Kıbrıs konusundaki bu baskısının işe yaramasını beklemektedir. Yani Batı’nın kendisine ihtiyacı var saptamasını yapmaktadır. Aynı şekilde Rusya’nın da, kendisinin bu duruşunu değerlendirmesini beklemektedir. Rusya bunu değerlendirmektedir, bir önem atfetmektedir, gereğini Türkiye’nin memnun olacağı şekilde yapmaktadır. Avrupa’ya gidecek olan gazı Türkiye üzerinden gönderme önerisi bunun bir örneğidir. Bu öneri, Rusya’nın Türkiye’ye çok büyük bir önem verdiğini somut olarak gösterme girişimidir. Türkiye ise, NATO üyesi olmasına, AB üyeliğine dair bir pespektife tarihsel olarak sahip olmasına rağmen ortada durmakta, Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmamakta, Sayın Erdoğan Rus liderle görüşmekte ve Rus lideri övücü açıklamalar yapmaktadır.

 

“Türkiye-Batı ilişkilerinde bir kilitlenme var”

Batı açısından önemli olan, Rusya’nın saldırganlığının kırılmasıdır. Batı, bu saldırganlığın dizginlenmesiyle birlikte Türkiye’nin pozisyonunda da değişim beklentisi içerisindedir. Esas sorunun kaynağı Rusya’dır, dolayısıyla Rusya’nın saldırganlığının dizginlenmesi ve yeni bir ortamın yaratılması düşünülmektedir. Suriye’de de benzer bir şey vardır. Rusya’nın Türkiye’yi Batı’dan koparmaya dönük bir takım manevraları söz konusudur. Aynı şekilde Kafkasya’da, yine Rusya, Türkiye’ye sanki yeni bir rol sunmaktadır. Türkiye’yi bugün yönetenler de bu yeni rolün cazibesine kapılmış görünüyorlar. Kısacası Türkiye-Batı ilişkilerinde bir kilitlenme vardır.

Öte yandan Rusya, BM Güvenlik Konseyi üyesi bir ülke olarak BM anayasasını ihlal etmektedir. Bu da BM Güvenlik Konseyi’ni bazı konularda neredeyse çalışamaz duruma itmiştir. Bu konulardaki kilitlenme sona ermedikçe, Türkiye Kıbrıs’ta masanın farklı koşullarda, farklı zeminlerde kurulmasına dair baskısını sürdürme eğiliminde olacaktır.

 

“Kıbrıs Türk tarafı ortak bir zemin yaratılması yönünde çaba ortaya koymuyor”

Geçen gün Sayın Tatar, Jenca ile görüştükten sonra ortak zeminin olmadığını düşündüğünü söyledi. Esasında söylemeye çalıştığı, “BM parametrelerine dayalı bir zeminde biz yokuz”dur. Kıbrıs Türk tarafı ortak bir zemin yaratılması yönünde hiç bir çaba ortaya koymuyor. Ortaya koydukları şey, Türkiye tarafından önerilen yeni zeminin diğerleri tarafından kabul edilmesini beklemektir, bu beklentinin cevap bulmasına imkan ve ihtimal yoktur. Zaten Türkiye’ye bunun mesajları ABD’nin Kıbrıs’ın güneyine yönelik silah ambargosunun kaldırılması gibi adımlarla verilmektedir. Bunun ötesinde Kıbrıslı Rumlara stratejik ortak gözüyle bakılmaktadır. ABD, Kıbrıslı Rumların yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti ile yakınlaştığını, işbirliği yaptığını, bu entiteye karşı herhangi bir olumsuz hareketin karşısında olacağını söylemektedir. Kıbrıslı Rumların yönetimindeki Kıbrıs Cumhuriyeti ile İsrail arasındaki ilişkiler, Mısır’la kurulan ilişkiler, ABD’nin artık çok farklı bir kimlik altında Kıbrıs’a girişi Türkiye’nin beklentisinin gerçekleşmeyeceğini gösteren mesajları içeren adımlardır.


Kilit nasıl kırılır?

Soru: Bu kaotik ortam nasıl çözülecek?

Prof. Dr. Vural: Bu kaotik ortam, uluslararası ortamdaki kilitlenmeyle alakalıdır. Türkiye, Rusya ile Batı arasında bir yerde kalıp, her iki tarafı da kullanma perspektifini devam ettirdiği müddetçe bu çözülemez. Bunu çözecek başka unsurlar elbette vardır. Mesela Türkiye’deki seçimler... Türkiye’deki seçimlerde iktidarın değişmesi durumunda o kilit kırılır. Çünkü yeni gelecek iktidarın devralacağı ekonomik enkazın, siyasal sorunların altından tek başına kalkabilmesi mümkün değildir. Zaten AK Parti de tek başına kalkamamıştı, Batı’nın siyasal anlamdaki kredisiyle bazı konularda ilerleme sağlayabildi.

Kilit başka nasıl kırılır? Rusya’nın saldırganlığı dizginlenir ve Türkiye’ye “Senin elinde artık kullanacağın bir Rus kartı yok” denir. Türkiye de bunu görür, Rus gazının Anadolu’da depolanması ve Avrupalılara satılması gibi hiç de gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayale kapılmaz.

Avrupa Rusya’yı rahatlatacak, Türkiye’yi Rusya’ya daha da bağımlı hale getirecek adımlar atmaz, atmayacaktır. Türkiye ve Rusya arasında siyasal anlamda zaten bir bağımlılık oluşmuş durumdadır. Türkiye Rusya’yı çıkış kapısı olarak görüyor. Tersi de doğrudur. Rusya’nın özellikle Ukrayna’da sergilediği saldırganlık dizginlendiği zaman, Türkiye de hayali modellerin peşinde koştuğunu anlayacaktır. Kıbrıs’ı örnek alırsak, “Kıbrıs’ta yeni parametreleri görüşürüz” tutumunun hayal olduğunu anlayacaktır.

 

“Türkiye, Kıbrıs’ta Kıbrıslıların ortak bir devletinin olmayacağı bir gelecek umut ediyor”

Soru: Uluslararası alanda dengeler değişiyor, anlattığınız çerçevede Kıbrıs konusu durdu. Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasında tırmandırılan açıklamalar yapılıyor, gerginlik var. Kıbrıs’ın kuzeyinde insanlar arasında bölünmeler var. Türkiye bunlardan ne umut ediyor?

Prof. Dr. Vural: Türkiye, açık bir şekilde, Kıbrıs’ta Kıbrıslıların ortak bir devletinin olmayacağı bir gelecek umut ediyor. Dolayısıyla buna hizmet eden ne varsa, Türkiye onları yapacaktır, zaten yapmaktadır. Kuzeyin demografik yapısını, kimliğini değiştirme çabalarının dayandığı zemin, “artık Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların ortak bir devleti olamaz” tutumudur. “Kıbrıs’ın kuzeyi tanınsın, sonra biz icabına bakarız” gibi düşünülmektedir. KKTC’nin tanınması mümkün değildir. Türkiye’den Kıbrıs’a bakıldığında kafalardaki model, Türkiye’nin sınırlarının değiştirilmesi, genişletilmesi arzusu ve beklentisidir.

 

“İçeride atılan adımlar, Kıbrıs’ın kuzeyini neredeyse uydu bir devlet durumuna getirme çabasıdır”

Soru: TC Cumhurbaşkanı Erdoğan BM Genel Kurulu’nda KKTC’nin tanınması yönünde bir çağrı yaptı. Türkiye, KKTC’yi ne kadar tanıyor, bunun gereğini yapıyor mı?

Prof. Dr. Vural: Kıbrıs’ta ortak bir devletin mümkün olmadığı iddiasını kanıtlama çabasının bir parçası olarak KKTC’yi tanımaktadır. O iddia gerçekleşirse, artık böyle bir çaba yani KKTC’nin bağımsız bir devlet olarak tanınması çabası olmayacaktır. Çünkü içeride atılan adımlar farklıdır. İçeride atılan adımlar, Kıbrıs’ın kuzeyini Türkiye tarafından yönetilen, neredeyse uydu bir devlet durumuna getirme çabasıdır. Bu yönde çok ciddi adımlar atılmıştır.

Türkiye diplomatik olarak KKTC’yi tanıyor. KKTC’nin Ankara’da elçiliği vardır, TC’nin Lefkoşa’da elçiliği vardır, tanıma eylemi gerçekleştirilmiştir. Tanınma çağrıları da, zaten 1983 yılından beri yapılmaktadır. Tanıma çağrıları BM Genel Kurulu’nda yapıldığı zaman farklı bir anlam taşımıyor. Sayın Erdoğan’ın tanınma çağrısını BM Genel Kurulu’nda yapmasının önemi, “zemin yoktur ve BM parametrelerini artık kabul etmiyoruz” mesajı vermesidir. Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı, toplumlararası uzlaşma ve BM parametrelerine dayanan zemini terk etmiştir. BM Genel Kurulu’nda yapılan o açıklama, bu tutumun ilan edilmesidir. O anlamda önemlidir. Sayın Erdoğan bunu söylemek yerine, “KKTC’yi tanıyın” demiştir çünkü olumsuz bir ifade kullanmak istememiştir. BM Genel Kurulu’nun ve Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’ta tarafların barışçıl bir şekilde görüşerek ortak çözüme ulaşmasını destekleyen kararları vardır. TC, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sona erdiğini, Kıbrıs’a iki devlet olduğunu, dünyanın bu iki devleti tanıması gerektiğini söylüyor. Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sona erdiği argümanı üzerine, “KKTC ve Kıbrıs Rum Yönetimi vardır, ben de KKTC’yi tanıyorum” demektedir.

 

“Türkiye’ye ‘siz Kıbrıs’ta neyin garantörüsünüz’ denebilir”

Türkiye’ye “siz Kıbrıs’ta neyin garantörüsünüz” denebilir. Türkiye’nin KKTC’yi tanıtma ısrarı, Garantörlük Anlaşması’nın fiilen sona ermesi anlamına da gelecek şekilde ileride yorumlanabilir. Türkiye’ye “Müzakerelerde başka bir zemin dayatıyorsunuz, tanınma yönünde yeni adımlar atmaya çalışıyorsunuz” denebilir. Garantör devlet olarak, bir yandan “Garantörlük Anlaşması’na göre Kıbrıs’ta asker bulunduruyorum” diyeceksiniz, diğer yandan da “artık Kıbrıs Cumhuriyeti yoktur, iki devlet vardır” diyeceksiniz. Bu olmaz. TC giriştiği eylemlerle, Garantörlük Anlaşması’nı artık gereksiz görmektedir ve kendi kendiyle çelişmektedir. Çünkü garanti ettiği şey, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğü, egemenliği ve anayasal düzenidir. Bu anayasal düzenin barışçıl şekilde değiştirilmesi için iki taraf arasında bir uzlaşma var. Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı şimdi bunları reddetmektedir. Dolayısıyla bu yeni yönelimle artık Türkiye’nin dayanabileceği bir nokta kalmayacaktır.

 

“(TDT gözlemci üyeliği) iç kamuoyuna bir mesajdır”

Soru: KKTC’nin TDT’ya gözlemci üye olarak kabul edilmesi konusu da tartışılıyor, uluslararası camiadan da açıklamalar geldi...

Prof. Dr. Vural: Bu da, az önce bahsettiğim, Türkiye’nin baskılama hareketinin bir devamıdır. Yani “TC ve Kıbrıs Türk tarafı olarak bizler geri dönüş yapmayacağız. Bizim için çözüm olarak çıkış yolu KKTC’nin tanınmasıdır. Siz de bunu kabul edin” diye baskı yapmanın bir aracıdır.

Bu iç kamuoyuna da bir mesajdır çünkü “zemini terk ettiniz, nereye vardınız” diye eleştiriler vardı, bu da onlara yanıt olarak kullanılabilecek bir malzeme oldu. Ama uluslararası toplum, bazı devletlerin KKTC’yi tanıyabilmesi ihtimalini satın almıştır. Türkiye’nin yapmak istedikleri çok iyi okunmaktadır. Örneğin, Azerbaycan’ın “tanıdım” demesi, eldeki bir kozun kullanılması anlamına gelir. Elinizdeki kozu kullanırsanız, karşı eylemler hazır bekletilmektedir. Zaten Azerbaycan gibi bir devletin bu adımı atmamasının nedeni de, karşı eylemi tahmin etmiş olmasıdır. Karşı eylem, Azerbaycan ve Türkiye tarafından göğüslenebilecekse, Azerbaycan bunu yapmaya hazırdır. Göğüslenebilecekse! Ama artık AB’ye üye olmuş ve Batı dediğimiz kulüp içerisinde yer alan, ABD’nin özel olarak ilgi duyduğu bir alanda, bu şekildeki bir adımın gerçekleşmesine tepkisiz kalınması mümkün değildir.


“(Güneyde) Kim seçilirse seçilsin, ‘müzakereden çekildim’ diyemez”

Soru: Kıbrıs’ın güneyindeki seçimlerin bir etkisi olur mu?

Prof. Dr. Vural: Şu andaki kilitlenmeyi değiştirmez ama ileride taraflar görüşmeye hazır olursa, görüşmelerin daha yapıcı ilerlemesi, daha hızlı gelişmesi açısından bazı adayların seçilmesinin daha olumlu olabileceğini söyleyebiliriz ancak bunun da etkisi çok sınırlıdır. Çünkü Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yöneten Kıbrıslı Rumların da bildiği bir gerçek vardır ki, Kıbrıs AB üyesidir ve AB değerlerinin dışında hareket edemez. Yani kim seçilirse seçilsin, “ben müzakereden çekildim” diyemez, bu neredeyse imkansızdır, müzakere dışında bir yola giremez.

 

“İzlenen siyaset ufuksuz ve uluslararası toplumla çatışmayı öngören bir siyasettir”

Soru: Bu dönemde Kıbrıslı Türk yetkililerin meydan okumalarını da görüyoruz. Dışişleri Bakanı Ertuğruloğlu’nun BM’nin görev süresinin uzatılması konusunda KKTC ile ayrı anlaşma imzalanmasını istemesi, bu olmazsa BM’nin Kıbrıs’ın kuzeyinden çıkması yönünde açıklaması oldu. Bir süre tanındı ama bahsedilen süre dolduğunda bir şey olmadı. Cuma gün Rum basınında BM’nin bunu reddettiğine dair de haberler çıktı. Kıbrıs Türk tarafı bu açıklamalarla ne yapmaya çalışıyor?

Prof. Dr. Vural: Bu Türkiye’nin planlamasıdır. Bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde, Kıbrıs sorunuyla ilgili resmi düzeyde söylenen her şey Türkiye’nin onayladığı şeylerdir. BM’nin artık KKTC’den de izin alması talebi, sistematik olarak yükseltilen, parametrelerin değiştirilmesine dönük baskının bir parçasıdır. Süre geçti, bir şey olmadı ama hala daha Türkiye’nin durumu kötüleştirecek bazı adımlar atması mümkündür. Eğer Türkiye’yi yönetenler bu politikayı izlemede kendilerini yeteri kadar güçlü hissederse bunu yapacaktır çünkü Türkiye’yi bugün yönetenler Kıbrıs’ta ortak bir Kıbrıs devletinin olmasını istemiyor. Dolayısıyla BM’nin de burada olmasını istemiyorlar. BM’nin varlığı, “İki toplum arasında bir sorun vardır. Barış tehdit altındadır, bu bölgesel ve dünya barışını da etkileyebilir” anlamındadır. Bu perspektif Türkiye’ye yabancıdır. KKTC’nin ilanından sonra söylenen şey “Kıbrıs’ta sorunu çözdük, konu Kıbrıslı Rumların bunu kabul etmesidir” şeklindeydi. Daha önce statükoyu Kıbrıslı Rumların kabul etmesi beklenirdi, şimdi dünyanın kabul etmesi isteniyor. Türkiye’nin ve onun politikalarına destek verenlerin işi şimdi daha da zorlaştı. Bu, Türkiye’nin politikasının ne kadar gerilediğini, ne kadar zor durumda olduğunu gösterir. İzlenen siyaset ufuksuz ve uluslararası toplumla çatışmayı öngören bir siyasettir.

 

“Kıbrıslı Türkler için çözüm umudunun kaybolması, ufukta öyle bir şey görülmemesi ciddi bir sorundur”

Soru: Kıbrıslı Türkler olarak nereye gidiyoruz?

Prof. Dr. Vural: Kıbrıslı Türkler ciddi bir baskı altında... Kıbrıslı Türkler için çözüm umudunun kaybolması, ufukta öyle bir şey görülmemesi ciddi bir sorundur. Kıbrıslı Türkler, Kıbrıs sorununun çözümüne çok büyük önem verdi, herkes planını buna göre yaptı. Günlük hayatta bile bunun yansımaları vardır, insanlar Kıbrıs sorunu çözülürse/çözülmezse diye düşünerek kararlar almaktadır. Kıbrıslı Türkler üzerinde çok ciddi bir psikolojik baskı var ama Kıbrıs sorunu şu anda Kıbrıslı Türklerin çözebileceği bir sorun değildir. Çözüme bir takım katkılar yapılabilir ama oyun alanı çok genişlemiştir, aktörlerin sayısı artmıştır, sorunu etkileyen dinamikler, koşullar Kıbrıs’ın dışında oluşmaktadır.

yd-destek-gorseli-2-895.jpg

Bu haber toplam 3624 defa okunmuştur