1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Perde açılır... Perde kapanır... Ama umut hep açık kalır!”
“Perde açılır... Perde kapanır... Ama umut hep açık kalır!”

“Perde açılır... Perde kapanır... Ama umut hep açık kalır!”

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun 45’inci yılında sahneye koyduğu ve dünya şairi Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’ndeki günlerini anlatan “Aşk İçinde Mahpushane” oyunu her Çarşamba ve her Cumartesi izleyicisiyle buluşmaya devam ediyor.

A+A-

  Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun 45’inci yılında sahneye koyduğu ve dünya şairi Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’ndeki günlerini anlatan “Aşk İçinde Mahpushane” oyunu her Çarşamba ve her Cumartesi izleyicisiyle buluşmaya devam ediyor.

   Uzun bir yolculuk Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun yolculuğu… Olanaksızlıklar ve baskılar karşısında; inançla, heyecanla ve aşkla duran ve direnen yüreklerin yolculuğudur bu…

   Nazım Hikmet’in cezaevi günlerini oyunlaştıran ve yöneten Yaşar Ersoy ile hem Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun 45 yılını, hem de “Aşk İçinde Mahpushane” oyununu konuştuk.

 

Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, 45’inci yılında “Aşk İçinde Mahpushane” oyununu sahneliyor. Oyuna geçmeden önce bu 45 yılı nasıl özetleyebiliriz?

   Sanat üretiminin her zaman kolay olmadığı Kıbrıslı Türk toplumunda, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu birçok maddi, siyasi zorluğa ve sanatsal vasatlığa rağmen düşlediği hayatın yasalarıyla, etik ve estetik değerleriyle tiyatro yapmaya devam eder ve zamanın dönülmez akışı içinde 45’inci yaşına ulaşır.

   Bu 45 yıllık ömür, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun tüm zorlukları, engelleri aşarak sanattan ve halktan yana bir duruş sergileyerek adeta bir kültürel direniş alanı haline gelmesinin öyküsüdür.

   1980 yılında, yani 45 yıl önce “söyleyecek sözümüz var” diyerek kurulan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, 45 yıl boyunca bir tiyatro sahnesi değil, aynı zamanda bir düşünce alanı, bir direniş noktası ve bir toplumsal dönüşü aracı olarak var olmaya çalışır. Sadece oyun sahnelemekle sınırlı kalkamayan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, eğitim çalışmaları, çocuk ve gençlik tiyatrolarıyla geleceğin sanatçılarını yetiştirmeye, düzenlediği festivallerle kültü-sanat yaşamının zenginleştirilmesine katkı sağlamayı varoluş nedeni sayar.

   Krizler, dönüşümler, yeni akımlar ve teknolojik gelişmeler karşısında esnek, ama ilkelerinden ödün vermeyen bir duruş sergileyerek 45 yaşına ulaşmanın bahtiyarlığını yaşar.

   Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, geçmişten bugüne biriktirdikleriyle, geçmişle gelecek arasında kurduğu köprüyle, hem ustaları hem kuşaktan kuşağa genç sanatçıları aynı çatı altında buluşturmasıyla ve aynı zamanda kuşaktan kuşağa dört seyirci kuşağına seslenebilmesiyle bir kültür-sanat hafızasıdır.

   Yani Lefkoşa Belediye Tiyatrosu'nun 45'inci yılı sadece 45 sayısından ibaret değildir. Demokrasiyle, özgürlükle, adaletle, eşitlikle, insanca bir yaşamın arayışı ve sanatsal arayışı içerisinde yoğrulmuş, şekillenmiş bir 45 yıldır. O nedenle Nazım Hikmet’le 45’inci yılımızda buluştuk.

   Seyircimize vermemiz gereken karamsarlık, umutsuzluk, teslimiyet, pes etmek değildir. Tam tersine her şeye rağmen umuttur, direniştir, mücadeledir, azmidir. Çünkü bize sanatın dediği budur. Benim Yaşar Ersoy olarak ve Lefkoşa Belediye Tiyatrosu olarak hep dediğimiz gibi ta kuruluş manifestomuzda da belirttiğimiz gibi, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun manifestosunda temel kural toplumcu gerçekçi sanattır. O nedenle Nazım'ın toplumcu gerçekçi sanat anlayışıyla buluştuk 45'inci yılımızda bir kez daha. Bu nedenle bir umudu, bir direnişi, bir birliği, bir dayanışmayı aşılamak için topluma yeniden o kültürel farkındalığı kazandırmak için bu oyunu sahneledik.

 

Nazım Hikmet, yazdıklarıyla, mücadelesiyle, kavgasıyla ve düşüncesiyle hepimizin hayatına dokunmuş bir şairdir. Size Nazım Hikmet’i sorsam, nasıl anlatırsınız?

  Sevdaların ve kavgaların dünya şairidir Nazım Hikmet… En karanlık zamanlarda dahi “karanlığın ve çığlıkların içinden güneşli elleriyle kapımızı çalacak olan gelecek güzel günlere güvenimi kaybetmedim hiçbir zaman” diyerek, inancıyla, umuduyla yazan, direnen bir dünya şairidir Nazım Hikmet… Elliden fazla dile çevrilir, eserlerinin üzerinde hiç güneş batmaz, yeryüzü halklarının direnen sesi olur.

   Nazım Hikmet, Osmanlıyı hariciyede temsil etmiş bir babanın oğlu, asil bir ressam annenin gözünün nuru; paşalık mertebesine ulaşmış bir dedenin torunu olarak isteseydi beyzadeler gibi yaşardı… Ama O, yeryüzü halklarının, ezilenlerin, sömürülenlerin, işçi sınıfının safında yer alır, mücadele eder… Yazdıklarından dolayı ömrü esaret altında geçer ama, hiç yılmaz, kavgasından ve sevdasından asla vazgeçmez.

   Onun şiirlerinde yalnızca aşkı, özgürlüğü, umutları değil; aynı zamanda savaşın, yoksulluğun, insanın içsel çıkmazlarının sancılarını da hissederiz. Her bir dizesinde bir dünya, bir halkın acısı ve bir insanın direnişi yatar.

   Nazım’ın halkına, işçisine, köylüsüne olan derin sevgisi ve bağlılığı, sadece şiirlerine değil, hayatına da yansır. Edebiyatı, sosyalizmin ve eşitliğin sesi haline gelirken, her bir kelimeye bir mücadele ruhu üfler.

   Onun idealleri, sadece Türk toplumunu değil, tüm yeryüzü halklarını kapsayan bir ütopyaya dayanır. İnsan hakları, özgürlük, eşitlik ve adalet…

yasar-4.jpg

Ve “Aşk İçinde Mahpushane” oyunu… Oyun nasıl doğdu?

   Nazım Hikmet, yani bir dünya şairi. Eserleri üzerinde güneş batmayan bir dünya şairi. Gerçekten bütün yerkürenin, halkların, mazlum halkların, direnen halkların, işçinin, köylünün, emekçinin sesi olmuş. Onun her kelimesi, her dizesi bu halkların, ezilen halkların kardeşliği için, dayanışması için ve barışı hakça, adil bir düzenin kurulması için, daha güzel yaşanılır bir dünya kurulabilmesi için bir ses oldu, bir nefes oldu, bir isyan ve direniş sembolü oldu. Biz 60'lı yıllarda Nazım Hikmet'in yasaklı olduğu, vatan haini kabul edildiği ve şiirlerinin okunmadığı, yasaklandığı dönemlerde, biz gençler olarak merak ettik ve Nazım Hikmet'in eserleriyle gizlice tanışmaya başladık. Onları gür sesimizle, en iyi bir şekilde okumaya, yorumlamaya başladık. Şiir yarışmalarında dillendirmeye başladık. Hatta çeşitli hocaların ikazlarına, uyarılarına rağmen Nazım'ın nefesi ile beslenerek yolumuzu yürümeye başladık. Bugünlere geldik. O nedenle ben hep Nazım Hikmet ustayla ilgili, bir şey yapmam gerektiğini düşünüyordum. Yıllarca “ne yapabilirim, ne yapabilirim?” diye çok düşündüm. Nazım Hikmet'le ilgili izlediğim oyunlar oldu.  Mesela yine bir büyük usta ışıklar içerisinde olsun, Genco Erkal ve onun gibi başka sanatçılar da şiirlerinden kurguladığı oyunlar yaptılar. Ben biraz daha farklı bir boyutta ele almak istedim. Nazım'ın şiiriyle, mektuplarıyla, öz yaşamıyla bir kurgu, bir hikaye anlatmak istedim.

   Nazım'ın hikayesini anlatmak istedim ve Nazım'ın hikayesi içerisinde şiirlerinin de olmasını düşündüm. Böylece işe koyuldum. Yaklaşık iki sene araştırdım. Tek tek hakkında yazılan bütün kitapları, kendisinin yazdığı bütün eserleri, mektupları da dahil romanları, şiirleri, oyunları, düzyazıları her şeyi okudum ve ardından yola çıktım.

   Nazım Hikmet'te saptadığım ve gördüğüm, herkesin de dillendirdiği bir şey vardı; “Nazım Hikmet aşksız yaşayamaz”. O nedenle biz de bu oyunun adını “Aşk İçinde Mahpushane” koyduk.

   Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, 45’inci yılında, bir dünya şairi olan büyük usta Nazım Hikmet’in hayatının bir bölümünü konu alan “Aşk İçinde Mahpushane” oyununu, sadece bir tiyatro oyunu olarak değil, aynı zamanda kültürel hafızamıza kazınacak bir direniş belgeseli olarak sahneliyor.

   Nazım Hikmet hem Türk hem de dünya edebiyatının evrensel değerlerinden biridir. Sanatıyla sınırları aşmış, fikirleriyle özgürlüğün sesi olmuş… İşte bu büyük usta Nazım Hikmet’i ve O’nun sevdasını ve kavgasını seyircilerimizle buluşturmak istedik, “Aşk İçinde Mahpushane” oyunuyla… O’nun, hayata ve insana dair sesiyle, nefesiyle, yüreğiyle, düşüncesiyle ve aydınlığıyla izleyicileri buluşturuyoruz. Bu yalnızca bir buluşma değil; bir çağrının, bir yankının, bir karşılaşmanın, bir sorgulamanın, bir yüzleşmenin, bir direnişin ve bir minnettarlığın, bir vefanın sahnede vücut bulmuş hâlidir…

   “Aşk İçinde Mahpushane” oyunu; 2. Dünya Savaşı’nın gölgesinde, memleketine aşık bir şairin düşünceleri uğruna mücadelesini, tutuklanmasını, yargılanmasını, aşklarını, kadınlarını, hasretlerini, deli gibi sevmelerini, kıskançlıklarını, insancıllığını, uğradığı haksızlıkları, engeller karşısında yılmayışını konu eder.

yasar-3.jpg

Hayatı aşkla yaşayan Nazım Hikmet’in cezaevi günlerinde kavgayı nasıl aşkla verdiğini görüyoruz. Nazım Hikmet için aşk ne ifade ediyor diye sorsam. Nasıl cevaplarsınız?

   O tepeden tırnağa aşktan ibaret bir insandır. O kadar ki, ölüm orucuna bile aşkla yatar, her işini, her kavgasını aşkla yapar… Gittiği her yeri, her mekânı, 13 yıl yattığı mahpushaneyi bile aşk içine alır… O nedenle “Aşk İçinde Mahpushane” diye adlandırdık oyunumuzu.

   Nazım Hikmet hayatı dolu dolu yaşar. Coşkulu yaşar. Aşkla yaşar... Kendinin deyişiyle “Hep 19 yaşında” başı dimdik yaşar.

   Nazım Hikmet, en çok insanı sever, en çok insan için kavga eder. Kavgası ise eşitlik ve adalet kavgasıdır. Kavgasının ise aşkla yapar. Her şeyi aşkla yapar. Hiçbir şeyi aşktan ayrı tutmaz. Aşkla sever. Kadınlarına tutkulu bir aşkla sarıldığı gibi kavgasına da aşkla sarılır. Kemal Tahir’e mahpushaneden yazdığı bir mektubunda; “Aşık olmayan adam bir halt olamaz. Ee, ben aşık olduğuma göre, şairliğin falanın filanın ötesinde bir yerdeyim herhalde” der.

   Oyunda şarkımızda da vurguladık; “Yani bizi esir ettiler. Bizi hapse attılar. Beni duvarların içinde. Seni duvarların dışında.” “Seni” dediği kim? Karısı, annesi, sevgilisi, bacısı. Kadınları yani. Çünkü kadınları da çok seven bir şair Nazım Hikmet. Yüreği büyük, zengin olan, aynı şekilde sevdiği kadınları olan bir şairdi. Bunu da söyleyeyim; hem sevdi, hem de deli gibi kıskandı. Deli gibi severken de aldattı kadınlarını. Ki kendinin itirafıdır bu, otobiyografi şiirinde. O nedenle aşk, Nazım Hikmet'in hayatında çok önemli bir yer tutar.

 

Oyunda sık sık mektup dizeleri arasında da bir yolculuğa çıkıyoruz. Nazım Hikmet’in yaşamında mektupların yerinden de bahseder misiniz?

   Nazım Hikmet’in dili süsten arındırılmış yalın bir dildir; ancak anlam derinliği bakımından son derece zengindir. Şiirlerinde halkın sesi, umudu ve direnişi yankılanır. Nazım Hikmet, onu bir dünya şaiir yapan o muhteşem şiirinin yanısıra romanlar, öyküler, tiyatro oyunları, senaryolar, sanat, edebiyat ve siyaset üzerine düz yazılar,yazar.

   Bilindiği gibi mektup, genellikle, onu yazanın kişiliğinin en çok belirdiği bir yazı türüdür. Bir insanın üslubu, duygu ve düşünceleri en yapmacıksız biçimiyle yazdığı mektupta ortaya çıkar. Mektuplarda esas olan, içtenlik bakımından yazarların, sanatçıların iç dünyalarını daha iyi anlamak bakımından, mektupların edebiyat araştırmacılığında önemli bir yeri vardır. Nazım Hikmet’in yazdığı mektuplar da, onun duygu ve düşüncelerini, kadınlarıyla ve dostlarıyla paylaştığı edebi belgelerdir.

yasar-1.jpg

“Aşk İçinde Mahpushane” oyununu izlerken sadece Nazım Hikmet'in yaşamına değil, bir dönemin yaşanmışlıklarına da tanıklık ediyoruz.

Çok doğru. Çünkü o, 1930'lu, 40'lı, 50'li yılların hem toplumsal yaşamına, özellikle de o yıllardaki politik ideolojik kavgalara, yasaklara, anlayışa, yaşam biçimine, giyiminden kuşamına, davranış biçiminden duyarlılıklara kadar yaşıyor ve bize yansıtıyor. Bir kere mapushanede üç oyuncu vardır. Bunun altını çizerek vurgulamak isterim. Bu oyunda çok güzel bir ekiple çalıştım. Yani oyuncularından tutun, tasarımcı arkadaşlara bütün ekip teknik arkadaşlarımla birlikte mükemmel, uyumlu, fevkalade güzel bir çalışma yaptık ve bir ekip ruhuyla oyunu kotardık. Onun için tek tek arkadaşlarıma teşekkür ederim. Arkadaşlara hep şöyle derim; “Aklınızla düşünün, yüreğinizle oynayın”. Çünkü Nazım da aklıyla düşünür, yüreğiyle yazardı. Sanatçı zaten böyle olmalı. Aklıyla düşünecek, yüreğiyle yazacak, yüreğiyle oynayacak, yüreğiyle müziğini yapacak.

   Şimdi oyunda Nazım var, bir de Nazım'ın 19 yaşı vardır. Diyalektik bir çatışma içerisinde oyun boyunca gelişiyor ve bizi sonuca doğru getiriyor. Çünkü Nazım da zaman zaman hayal kırıklığına uğruyor. Ama orada hemen 19 yaş devreye giriyor. Onun hayal kırıklığını umuda çeviriyor, dirence çeviriyor ve 19’uncu yaş şiirini yazdığı şiirinden esinlendim ve böyle bir kurgu, dramaturjik kurgu yaptım. Bir bu yönü vardır oyunun, bir de kadınlar yönü. Kadınlar burada esasta. Dört kadın, Nazım'ın bütün kadınlarını anlatmaya çalışıyor. Ama bu anlatım Piraye ekseninde daha fazla ve bir orkestrasyon, bir orkestra ve bir bütün ve birbirini tamamlayan bir senkronize içerisinde gelişiyor.

   Ve baskı, şiddet... Mesela Nazım'a falaka uygularlar. Çoğu bilmezdi falakadan, işkenceden geçtiğini, ayaklarından kan akarcasına kazındığı, kırbaçlandığını, dövüldüğünü, hakarete uğradığını, kanlar aktığını, eziyet ve işkence çektiğini biz onlara gösteriyoruz. Ama her şeye rağmen o falakada yatarken,  o dayakları yerken, o kanlar akarken, “yaşamak güzel şey be kardeşim!” diyerek direniyor.

yasar-2.jpg

Okuyucularımıza son olarak neler söylemek istersiniz?

   O bir dünya şairidir. O, damarı damara bağlayan yurt sevgisiyle, aşkla, özgürlükle, eşitlikle, adaletle, kardeşlikle, savaşımıyla insanları buluşturan olağanüstü başarılı bir aydın yazardır, devrimcidir. O bir kültürel hafıza, bir mücadele ruhu, bir aydın duruşudur. Nazım Hikmet, yalnızca büyük bir şair değil, aynı zamanda inandığı değerler uğruna bedel ödemekten çekinmeyen vicdan sahibi bir insandır.

   Bu oyun, “Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine...” yaşamak isteyenlerin sesidir.

   Ve perde açılır... Perde kapanır... Ama umut hep açık kalır! Çünkü “Umut İnsan Hakkı” der Usta.

   Son olarak bu oyunun sahnede hayat bulmasında oyuncu kadromuza, Aytunç Şabanlı, İzel Seylani, Özgür Oktay, Hatice Tezcan, Döndü Özata, Melihat Melis Beşe, Kurtuluş Altaylı, Umut Ersoy ve Altekin Erginel’e çok teşekkür etmek isterim.

   Oyunun dekor ve kostüm tasarımında Özlem Deniz Yetkili’nin, ışık tasarımında Salih Kanatlı’nın, özgün müziklerde Fatih Çiçekli’nin, afiş ve broşür tasarımında Umut Ersoy’un, fotoğraflarda Yıltan Taşçı’nın, ışık uygulamada Fırat Çelik’in, ses ve efekt uygulamada Mehmet Eseri’nin, asistan olarak Ali Moda’nın ve sahne amiri olarak da Mehmet Demir’in imzası var.

   Oyun zamanda kültürel hafızamıza kazınacak bir direniş belgeseli olarak sahneleniyor. Çünkü Kıbrıs Türk toplumu olarak yaşadığımız bu zaman diliminde zor, sıkıntılı günlerden geçiyoruz. Çeşitli baskılar, çeşitli müdahaleler, çeşitli kısıtlamalar, gazeteciler hakkında düşünce ve ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü engelleyecek davalar açılıyor. Gazeteciler tehdit ediliyor, ölüm tehditleri yapılıyor. Hakaretler yapılıyor. Gazetecilere itibarsızlaşma yapılıyor. Bu nedir? Düşünce ve ifade özgürlüğüne faşizmin bir uygulamasıdır, bir baskısıdır, bir yasaktır.

   Nazım Hikmet de şiiriyle, romanlarıyla, oyunlarıyla yazdığı her satırla düşüncenin ve ifadenin özgürlüğünü savundu. Bedeller ödedi ve hapislerde yattı, sürgünlere gitti. O nedenle biz bu oyunumuza direniş belgeseli dedik.

   “Aşk İçinde Mahpushane” oyunumuzu her Çarşamba ve Cumartesi akşamları oynuyoruz. Saat 20'de başlıyor oyunumuz. Biletlerimiz. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu'ndan temin edilebilir. Ayrıca internet üzerinden de elde edilebilir.

Fotoğraflar: Necati Külahlılar

Bu haber toplam 2408 defa okunmuştur