1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Kokularla Yolculuk: Bir Yemekle Çocukluğa Dönmek
Kokularla Yolculuk: Bir Yemekle Çocukluğa Dönmek

Kokularla Yolculuk: Bir Yemekle Çocukluğa Dönmek

Damla Karadayı yazdı... (YDÜ Turizm Fakültesi Gastronomi ve Mutfak Sanatları Öğretim Görevlisi) Kaynak: Sofraların Sessiz Hafızası

A+A-

Hiç mutfaktan gelen bir kokunun sizi bir anda yıllar öncesine götürdüğü oldu mu? Daha burnunuza değdiği an, zihninizde çoktan unutulduğunu sandığınız kapılar açılır. Bir kek kokusu, sizi okuldan eve döndüğünüz günlere ışınlar. Tarhana çorbasının buğusu, bir anda anneannenizin mutfağında buluverir sizi. Bayram sabahı kavrulan kahve kokusu ise kalabalık sofraları, çocuk kahkahalarını, telaşla hazırlanan tatlı tabaklarını hatırlatır. Görüntüler silinir, sesler unutulur; ama kokular, belleğimizde ve kalbimizde her zaman varlığını korur.

Koku, insanın en güçlü hafıza tetikleyicisidir. Bilim insanları bunun sebebini beynin limbik sisteminde buluyor. Koku duyusu, duygular ve hatıralarımızla doğrudan bağlantılıdır. Bu yüzden bir yemek kokusu, yıllar öncesine dair ayrıntıları bir film sahnesi gibi karşımıza çıkarabilir. Fransız yazar Marcel Proust’un bir kek parçasını çaya batırdıktan sonra çocukluğunu anımsadığı ünlü sahneye “Proust etkisi” denmesi boşuna değildir. Hepimizin hayatında böyle anlar vardır. Bir tarçın kokusu bize kış gecelerini, ıhlamur kokusu annemizin şefkatini, közlenmiş patlıcan kokusu yaz sofralarını hatırlatır.

Çocukluğun en saf mutluluklarından biri mutfakta saklıdır. Okuldan geldiğinizde sizi karşılayan kek kokusu, yağda cızırdayan patatesin iştah açıcı kokusu ya da kış akşamlarında kaynayan çorbanın buğusu… Bunların her biri yalnızca bir yemek değil, güvenin, aidiyetin ve sevginin sembolüdür. Aile sofraları da aynı etkiyi taşır. Bayram sabahları evin içini saran kahve kokusu, taş fırında pişen ekmek kokusu, dolma tenceresinin kapağı açıldığında yayılan koku… Hepimizin belleğinde ortak izler bırakır.

Bu kokular bireysel olduğu kadar kuşaklar arası bir bağdır da. Anneannelerimizin evinde sabun kokusuna karışan yemek kokusu, annelerimizin mutfağında çay ve kek kokusu, günümüz gençlerinin evinde belki kahve dükkanlarından taşan espresso kokusu… Zaman değişse de kokuların yarattığı duygusal bağ hep aynı kalır.

Kokuların bir de kültürel boyutu vardır. Her toplumun, her coğrafyanın kendine özgü bir koku belleği bulunur. Kıbrıs’ta yaz akşamlarında mangalda pişen hellimin kokusu, köy düğünlerinde molehiyanın aroması, kış aylarında damıtılan zivaniyanın keskin kokusu yalnızca yiyecek değil, aynı zamanda kimliğin bir parçasıdır. Türkiye’de sabahları simit fırınlarından yayılan susam kokusu, Ramazan’da mahalleye dağılan pide kokusu ya da kış günlerinde köşe başında satılan sahlep kokusu… Bunlar toplumsal hafızanın en güçlü taşıyıcılarıdır.

Göç edenler için de yemek kokuları vatan hasretini simgeler. Yurtdışında yaşayan bir Türk, kebap dükkanından yayılan kebap kokusunu duyduğunda sadece yemeği değil, memleketini hatırlar. Aynı şekilde bir Kıbrıslı, dünyanın herhangi bir köşesinde hellim kokusu duyduğunda bir anda çocukluğuna, adasına geri döner. Kokular bu yönüyle kültürel mirasın sessiz ama en güçlü hikâye anlatıcılarıdır.

Elbette modern hayat bu koku hafızasını da değiştirdi. Hazır gıdaların, paketli ürünlerin ve fast food’un egemen olduğu şehir yaşamında mutfak kokularının yerini çoğu zaman daha sönük, daha tekdüze kokular aldı. Evde pişen kuru fasulyenin kokusuyla hazır pizzanın kokusu aynı duygusal etkiyi yaratmıyor. Çünkü hazır yemekler, pişerken sabırsızca beklenen o kokusal heyecanı taşımıyor.

Ama pandemi dönemi bize mutfağın ve kokuların aslında ne kadar önemli olduğunu yeniden hatırlattı. İnsanlar evlerine kapanınca mutfakta daha çok vakit geçirmeye başladı. Ekmek yapmak, kek pişirmek, reçel kaynatmak yalnızca karın doyurmak için değil, evin içinde bir “koku atmosferi” yaratmak için de yapıldı. Birçok insan, bu sayede çocukluğunun kokularını yeniden keşfetti.

Sokak lezzetleri de modern koku belleğimizin ayrılmaz bir parçası oldu. Lahmacun fırınından yayılan koku, gece yarısı kestane tezgâhının davetkâr aroması, tantuninin baharatlı kokusu, hamburgercilerin karamelize et kokuları… Bunların her biri şehir yaşamının hafızasına işlenmiş durumda. Günümüzde belki anne kekinin kokusunu daha az duyuyoruz, ama sokak yemeklerinin kokuları kuşakların ortak deneyimine dönüşüyor.

Gastronomide son yıllarda öne çıkan “nostalji mutfağı” trendi de bu arayışın sonucu. Şefler, anne yemeklerini yeniden yorumluyor, çocukluk tatlarını modern sunumlarla sofraya taşıyor. Bunun nedeni çok basit: insanlar sadece yemek yemek istemiyor, anılarını yeniden yaşamak istiyor. Çünkü yemek kokusu yalnızca burna değil, kalbe de dokunuyor.

Peki gelecekte hangi kokular hafızamızda kalacak? Belki bugünün çocukları için kahve dükkanlarının kavrulmuş kahve kokusu, belki evde yapılan granola ya da matcha çayı kokusu… Ama kesin olan şu: her kuşak, kendi kokusal yolculuğunu yazmaya devam edecek.

Sonuçta kokular, hayatımızın görünmez ama en güçlü hatırlatıcılarıdır. Bir koku, bizi çocukluğumuza götürür, annemizin mutfağına geri çağırır, bayram sabahlarını yeniden yaşatır. Gastronomi bu yüzden yalnızca bir damak yolculuğu değil; aynı zamanda bir zaman yolculuğudur.

Bugün paketli gıdalar, hazır yemekler ve hızlı yaşam kokularımızı değiştirmiş olabilir. Ama içimizdeki çocuk hâlâ aynı kokuları arıyor. Bazen bir kahve kokusunda, bazen kızarmış ekmekte, bazen de bir dolma tenceresinin kapağı açıldığında…

Şimdi size soruyorum: Sizi en son hangi koku çocukluğunuza götürdü? Yanıt belki çok uzakta değil. Belki hemen mutfağınızda, bir çayın buğusunda, bir kahvenin dumanında, bir ekmek kızartma makinesinin çıtırtısında… Kokular yalnızca burnumuzdan geçip gitmez; ruhumuza işler, hatıralarımıza köprü olur.

Bu haber toplam 2133 defa okunmuştur