Buray; “Tatlı Kıbrıs şivesini asla bozmadım”
“Kıbrıs şivesinin ne kadar tatlı, doğal, samimi olduğunu herkes üstüne basa basa bana vurgulayıp asla bozmamamı söylüyorlar. Ben zaten annem ve babamla nasıl konuşuyorsam öyle konuşuyorum, biraz daha toparlamaya çalışıyorum tabii ki;”
Feryal Karakuş
Girne Amerikan Üniversitesi’nin ‘Bahar Etkinlikleri’ çerçevesinde konser vermek üzere Adamıza gelen Kıbrıslı sanatçı Buray, adres kıbrıs için konser öncesi zaman ayırdı ve sorularımızı yanıtladı. Kazandığı şöhretin kendisini şımartmadığını, Kıbrıslı olmanın müzik piyasasında yine kendisi için bir avantaj olduğunu, Kıbrıslı’nın samimi şivesini sürdürdüğünü, nasıl sahne önüne çıktığını anlatıyor Buray… Sorularımızı yine samimice yanıtlıyor…
Kısa zamanda bir başarı yakaladınız. Bu sizi şımarttı mı?
Bunu bana değil aslında çevremdekilere sormanız gerekiyor... Ben ne desem doğru olmaz aslında, tabii kendime sorarsam, ben şımarmadım diyecem ama annem babam beni nasıl büyüttüyse şivemi bozmadan, özümü bozmadan, karakterimi de bozmadan bildiğim işi, hayatımı yaşamaya devam ediyorum. Değişen tek şey müziğimi daha fazla insanlara ulaştırdığımı biliyorum, yaşadığım hikâyeleri anlattığımız besteleri daha fazla insanlara ulaştırdığımızı düşünüyorum. Değişen ikinci şey ise insanlar benimle bir fotoğraf çekmek istiyor, bir şeyler paylaşmak istiyor, dışarıda sokakta Buray abi, nasılsın; bir muhabbet etmek istiyor. Bu da kimsenin özünü bozacak bir durum değildir. Keyifle hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum.
AVANTAJ-DEZAVANTAJ
Peki Kıbrıslı olmak Türkiye müzik piyasasında avantaj ya da dezavantaj getirdi mi size?
Daha fazla avantaj getirdiğini düşünüyorum. Kıbrıs şivesinin ne kadar tatlı, doğal, samimi olduğunu herkes üstüne basa basa bana vurgulayıp asla bozmamamı söylüyorlar. Ben zaten annem ve babamla nasıl konuşuyorsam öyle konuşuyorum, biraz daha toparlamaya çalışıyorum tabii ki; TC’deki insanların anlayabileceği gramerde deyim artık... Ada insanının samimiyetini, sıcaklığını insanlar biraz daha doğal buluyor ve biraz daha benimsiyorlar. Dolayısı ile dezavantaj yerine avantajlı olduğumu hissediyorum Türkiye piyasasında.
Sanıyorum bu ilk konseriniz değil!
İlk albüm çıktıktan sonra 6 – 7 tane yaptık.
Kıyasladığınız zaman oradaki dinleyici kitlesi ile buradaki arasındaki fark...
Şöyle söyleyecem. Orda daha önce görmediğim bir sürü beni seven, dinleyen arkadaşlarla konserlerimizi yapıyoruz. Kıbrıs’a geldiğimde ise en ön sırada ya bir akrabam, ya bir arkadaşım vardır, böyle tanıdıklar simalar olunca daha samimiyet dozajı ekleniyor, dolayısı ile daha keyifli olabiliyor Kıbrıs konserleri.
MASTER’IN AVANTAJI
Masterini yaptığınız müzik prodüksiyonu ve ses mühendisliğini şarkıcılık ve bestecilik yanında da kullanıyor musunuz?
Müziğin ilimi, bilimi her zaman müzik piyasasında işimize yarıyor. Yani ben klasik müzik okudum, popüler müzik yapıyorum ama klasik müzikten de bir sürü müzikal tiyolar, teknikler aldım. Onları pop müzikte uyguluyorum. Mastırını yaptığım ses mühendisliğini de kayıt aşamalarında, kendi albüm prodüksiyonumu yaparken kullanabiliyorum. Bunun avantajı da başka birine muhtaç olmadan kendi yağımla kendi ciğerimi kavurup kimselere muhtaç olmadan biraz daha hızlı üretim aşamasına girmiş oluyorum bu şekilde.
Çok da başarılısınız… Sanıyorum 2 albümünüz var, ‘Bir Şişe Aşk’ ve ‘Sahiden’ albümleri, başka albüm çalışması var mı?
Zaten daha 1 yılı doldurmadı 2. albümümüz… Bu albüme 3 klip daha çekeriz herhalde bu da dokuz, on aya tekabül eder 2. Albüm için… Dolayısı ile daha bir hayli vaktimiz var.
NO:309
Türkiye’nin bir kanalında yayınlanan ve müziklerini yaptığınız ‘No 309’ adlı dizi büyük başarı sağladı. Bunda müziklerinizin de büyük payı olduğuna inanıyorum ben… Çünkü ben de bu diziyi o şarkı ile izlemeye başladım. Bu konuda sizin düşünceniz ne?
Hikâye şöyle başladı. ‘İstersen’ adlı şarkımız çıktığında önce ‘Çilek Kokusu’ ile dizi müziğine girişimiz oldu. Ardından da ‘Sen Sevda Mısın’ Çilek Kokusu’nda paylaşıldı. Prodüktörlerle çok güzel bir bağımız, muhabbetimiz oldu. Ben onlara bir başarı getirdim, onlar beni yücelttiler. No 309 daha hazırlık aşamasında iken beni tekrar aradılar, yeni bir dizi çekiyoruz, buna bir jenerik müzik yapmanı istiyoruz. Ben de severek, tabii ki dedim. Gittik bir toplantı yaptık. Bana senaryoyu okuttular, tüm oyuncuların karakterlerini öğrettiler, duymak istedikleri anahtar kelimeleri söylediler. Ben de onların isteğine göre nasıl ki bir modele bir ceket dikersiniz ya; cuk oturtmak için uğraştık. Gözde Hançer, yol arkadaşım benim, onunla tüm bestelerimizi de beraber yapıyoruz. Yine onunla ortak çalışarak… Anlatacağımız hikâyenin sözleri yazıldı. Gitti geldi ben değiştim, o bir şeyler ekledi, ben çıkardım, aranjesini yaptık, derken gönderdik ve çok memnun kaldılar. Tam istediğimiz buydu dediler ve çok güzel de diziye uyduğunu düşünüyorum.
Girne Amerikan Üniversitesi’nde, böyle bir etkinlikte olmak nasıl bir duygu?
Çok güzel bir duygu, Girne benim için çok özel bir yer, kaldığımız yer bir otel olmuş, Girne Amerikan olmuş, benim burada çok vaktim oldu. Yeri her zaman özeldir ve yeri her zaman çok farklı olacak benim için.
Lefkoşa mı yoksa Girneli misiniz?
Girne’de 3-4 yıl, Mağusa’da 4 yıl yaşadım. Ailem Lefkoşalı.
SAHNE ARKASININ ÖĞRETTİKLERİ
Bir de bildiğim kadarı ile birçok sanatçının arkasında gitar çaldınız. O zamanlar da, sahne arkasında gitar çalarken, bu sahne önü hayali hep vardı değil mi?
Açık söyleyim ki perdenin önü hiç ilgimi çekmiyordu. O zamanlar Cahit’le birlikteydik. Türkiye’den gelen birçok sanatçıya eşlik ediyorduk. Haluk Levent’le başladık, ismini şu an söyleyemeyeceğim birçok sanatçıya eşlik ettik. O yüzden o yıllar çok şey öğretti bize. Perdenin önüne geçmek tarafında değildim aslında, biraz daha işin prodüksiyon, mutfak tarafında olmak istiyorduk. İşte beste yapalım, stüdyoda kayıtlarımızı yapıp sanatçı arkadaşlara satalım bölümü daha fazla zevk veriyordu bize. Gözde Hançer’le yaptığımız besteler, o zaman ilk yaptığımız beste de, Unutmuş Çoktan… Ferhat Göçer bunu Türkiye’ye duyuran. Orda bir fikir çıktı. Ferhat Göçer’in Menajeri ki şu an benim de menajerim dedi ki; “Buray sen bu kadar güzel besteler yapıyorsun, sesin mükemmel, niye albüm yapmıyorsun?”, o zaman da Avustralya’dayız. Kafama vura vura bir albüm yapalım dediler. Ben sıcak bakmadım bu fikre ama sonra zamanla ısınmaya başladım. Sonra işte 8 tane şarkıyı demo halinde bir cd’ye çekip Sony Müziğe ulaştırdık. Sony müzikten gelen teklif üzerine albüm yapmaya karar verdik.
Peki hangisi?
Tabii ki bu da farklı. Sahnenin ön planı ayrı bir heyecan. O performansı, izleyicilerle dinleyicilerle o yaptığımız paylaşımın zevki çok farklı. Şöyle bir farkı var onu söyleyeyim. 20’ li, 30’lu yaşlarda daha fazla İngilizce cover şarkılar yapardım, başka Türk sanatçıların şarkılarını söylerdim. Verdiğim konserlerde oradaki insanları keyiflendirmek için onların bildiği şarkıları söylerdim. Kendi bestelerimi değil de onları eğlendirmek için söylerdim; baktığımda işte bu adam Frank Sinatra sever, bu adam başka müzik sever, Türk Pop sever deyip ona göre müzik yapardım. Şu an değişen tek şey ben kendi bestelerimi, kendi yaşadığım hikâyelerimi, kendi şarkılarımı söylüyorum, insanlar beni dinlemeye geliyor. Tek fark bu…
Peki bu şarkıları söyleten birisi var mı?
Olmasa tabii ki çıkmaz bunlar. Mutlaka var…
Çok teşekkür ederim konser öncesi bana zaman ayırdığınız için…