1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Bize ‘düşmanlarla’ yaşadığımızı ezberlettiler”
“Bize ‘düşmanlarla’ yaşadığımızı ezberlettiler”

“Bize ‘düşmanlarla’ yaşadığımızı ezberlettiler”

“Temmuz-Kasım ayları arasında 8 kez Lefkoşa ve diğer şehirlerde en işlek caddelerde tankları, askerleri dolaştırma sevdasını anlamak mümkün değildir. Hayal olan bunların dolaşmasındaki ısrardır, birileri bu hayali yaşamaktadır, artık gerçeklerin hayata ge

A+A-

YENiDÜZEN (Özel)

Yeni Kıbrıs Partisi (YKP) Yürütme Kurulu üyesi Murat Kanatlı, Kıbrıs’ta ezberlerin bozulması gerektiğini vurgulayarak, “Kıbrıs sorununda ciddi ezberlerin bozulması gerekiyor. Militarist yapı içinde asker bürokrasisinin bize dayattığı birçok şey ezberdir” dedi.

Kanatlı, “Seferberlik gibi, mecburi askerlik gibi ve benzeri konular ezberlere dayanmaktadır, bize düşmanlarla dolu bir dünyada yaşadığımızı ezberlettiler, her Türk’ün asker doğduğunu ezberlettiler, askere giderek gerçek sorumlu erkek olunacağını öğrettiler ama hepsi gerçek olmayan ezberlerden başka bir şey değildir…” ifadelerinde bulundu.

YENİDÜZEN’in sorularını yanıtlayan Kanatlı “Temmuz-Kasım ayları arasında 8 kez Lefkoşa ve diğer şehirlerde en işlek caddelerde tankları, askerleri dolaştırma sevdasını anlamak mümkün değildir” diyen Kanatlı, “Hayal olan bunların dolaşmasındaki ısrardır, birileri bu hayali yaşamaktadır, artık gerçeklerin hayata geçmesi önemlidir” şeklinde konuştu.

• 'SYRİZA benzeri bir ittifak Kıbrıs’ta neden mümkün olamıyor? Sol niye işbirliği yapamıyor?
• Bu soruya cevap verebilmek için sanırım önce Syriza nedir sorusuna cevap vermek gerekiyor.
Geriye dönüp baktığımızda, Syriza için kullanılan solun farklı renklerini içinde barındırması konusu 1980’lerin sonunda, 1990 başlarında oluşan birçok yapıda görmek mümkündü… Kıbrıs’ın kuzeyinde Yeni Kıbrıs Partisi, güneyde ADISOK, Türkiye’de Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) ve Yunanistan’da Synapismos, farklı siyasi geleneklerden gelen Troçkist, Maoist, Eurokomünist ve benzer birçok siyasi gelenekten gelen ama bazı asgari müştereklerde buluşarak oluşmuş, alışılmış siyasi örgüt kalıplarının dışında partilerdi, içinde kanatları, fraksiyonları barındıran yapılardı.

Kıbrıs’ın kuzeyinde YKP, Ekim 1989 yılında çok farklı siyasi gelenekten gelenlerin oluşturduğu bir siyasi partiydi; kurulduktan bir süre sonra bulunduğu yapıyı genişletti ve 1998-2002 arasında Yurtsever Birlik Hareketi adıyla da bir süre siyasi hayatına devam etti. YBH’dan 2002 yılında ayrılanlar BKP’yi kurdu… 2004 yılında YBH kurultayında yeniden Yeni Kıbrıs Partisi isminin kullanılmasına karar verildi. Siyasi olarak farklı gelenekten gelinse de Kıbrıs sorununda net tutum üzerinde uzlaşıldı, süren işgal konusu net şekilde dile getirildi, bunun sonucu olarak bombalamalar ve kurşunlamalar yaşandı. Siyasi farklara yer açacak şekilde YKP’nin ilk tüzüğünden itibaren parti içinde kanatlara izin verildiği net şekilde yer verilmişti…

Benzer şekilde 1980’lerde seçim ittifakı olarak kurulan Synaspispos’tan Yunanistan Komünist Partisi 1991 yılında ayrıldı ve kendi yolu çizdi… Synaspispos, bu tarihten sonra kendi partisel yolunu çizdi. Buna benzer siyasi yapılar İspanya’da ve Portekiz’de de oluştu…

Synaspismos, 2000’lerin ilk çeyreğinde seçim ittifakı temelli Syriza oluşumuna öncülük yaptı. Ancak Syriza uzun yıllar seçim ittifakı ve parlamento grubundan öteye gidemedi… Bu tartışmalar Synaspismos’ta önemli ayrılıklara neden oldu, 2010 yılında ciddi sayıda üye, milletvekili ayrıldı ve Demokratik Sol Parti (DIMAR) adıyla yeni bir parti kurdu…

Farklı geleneklerden gelenlerin yan yana durması, kağıt üzerinden kolay olabilir ama pratik öyle değildir… Pratikte yapıları yan yana tutacak olan eylem birlikteliklerindeki başarıdır; eylem alanında örgütlerin birbirlerine davranışları, süreci ele alışları ve birbirlerinin tolere edebilme yetenekleridir.
Bunlar yanında bir önemli başlıkta da kimsenin kimseyi domine etmemesidir.

2000’ler içinde Avrupa Sosyal Forumlarında yapılan tartışmalarda en çok üzerinde durulan toplumsal muhalefet hareketleri, emek hareketleri ile siyasal partilerin birbirlerini domine etmeden, bir hareket çerçevesinde bir araya gelebilmelerinin koşullarıydı. Taraflardan birinden biri, diğer tarafı domine ettiğinde dünyada çokça örneği olduğu gibi sendikal hareketler yara aldı. Kontrolü elinde bulunduran siyasi parti, muhalefette olduğunda farklı bir pozisyon alan sendikal hareket, hükümet koşullarında pozisyon değiştirince böylesi koşullar özellikle emek hareketlerini zayıflatan unsurlardan biri oldu… Benzer şekilde toplumsal muhalefet hareketleri bir yapının kontrolüne girdiğinde başkalaşmakta, geniş hareket alanını yitirmektedir.

Syriza, sokakta pratik anlamı ile emek hareketini, toplumsal muhalefet unsurlarını iyi koordine ederek, kimseye kendini dayatmadan 4 sene içinde Yunanistan’daki krizin de yardımı ile bugün geldiği noktaya geldi.

Syriza nedir, nerde başlar ve nerde biter sorularının net cevabı yoktur. Parti içi çok parçalı, katılımcılığın her alanda etkin olduğu bir parti içi demokrasi ile sorunlarını çözmeye çalışmaktadırlar. Parti gibi parti değil, hareketlerin bütünü olmaya çalışmaktadırlar. Ancak bu konuda bile netlik yoktur. Son 4 yıldaki deneyimler, DIMAR ayrılması ve benzeri iç gerilimler bu konuda da farklı yaklaşımların olduğunu ortaya koymaktadır.

Benzer iç gerginlikleri Almanya’da Die Linke yaşamaktadır… Farklı siyasi gelenekten gelenler daha çok partiye benzer bir formatta yol almaya çalışmaktadırlar. Fransa’da ise farklı siyasi yapılar, varlıklarını Fransız Komünist Partisi, Sol parti ve benzeri siyasi partiler olarak bağımsız olarak sürdürürken Sol Cephe adıyla yan yana durmakta, özellikle son Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önemli bir siyasi aktör olduklarını ispatlamış durumdadırlar…

Kıbrıs’ın her iki yanında ise yan yana gelmek yalnızca seçimden seçime hatırlanan bir unsurdur. Emek hareketi ile olan ilişki, kendi yörüngesinde olmayan ile çalışmayı hazmedemeyen bir noktadadır. Emek hareketi ise içe kapandı, yalnızca bulunduğu alanda kendi üyelerinin haklarını savunur pozisyondadır. Kuzeyde ayrıca toplumsal muhalefet de kitlesel olarak zayıf ve süreksizdir.

Tüm bu unsurlar ile düşünüldüğünde Yunanistan ile Kıbrıs’ın kuzeyi yapısal birçok farklılık barındırmaktadır. Kıbrıs’ın kuzeyinde birçok siyasal partinin ve siyasal yapının sürece bakışı da, dar seçim ittifakı ötesine geçmeyen birliktelikleri zorlama, Syriza tarzı sokakta oluşacak iradi bir devrimci, dönüştürücü, güç dengesini değiştirmeye yönelik muhalefet alanı çalışması yapmaktan kaçınan, hareket inşa etme noktasında emek harcamak istemeyen bir pozisyon almadır.

Yeni Kıbrıs Partisi, 2004’teki program değişiminden beri yukarda anlatılan bir hareket inşasını önüne koymasına rağmen, fiziki koşulları bunu yapmaya müsait olmadı. Yalnız bunu söylerken şu iddiada bulunmuyoruz, ‘Kıbrıs’ın kuzeyinin Syriza’sı YKP’dir’… Bu çok yanlış bir yaklaşım olur… Her coğrafya kendi özgülünde kendi hareketlerini inşaa edecek… Örneğin İspanya’da, İspanya Komünist Partisi’nin (PCE) ve Birleşik Solu’n (Izquierda Unida, IU) tamamen dışında, onları da dışlayarak Podemos daha çok toplumsal muhalefet hareketlerine dayanarak büyümektedir ve anti-kapitalist bir söylemi olmasın rağmen daha çok merkez sola yakındır. Sosyal demokratlardan farkı anti-kapitalist yaklaşımlarıdır. İrlanda’da Sinn Fein ise tek parti yükselişidir ve son dönemdeki hareketlerden etkilenerek benzerini kendi coğrafyasında yapabilmek için adım atma çağrısını yenile yaptı ama onu anketlerde ilk sıraya getiren kendi partisel gücüdür. Tüm bunları iyi değerlendirmek gerek, her coğrafya kendi özgün yolunu çizecektir. Yunanistan’da çalışan bir sistem başka herhangi bir coğrafyada çalışacak garantisi yoktur. Syriza’nın bize verebileceği umut ve motivasyon ile elde ettikleri deneyimlerin kendi coğrafyamızdan siyasal analizinin karşılaştırması olabilir, onu kopya etmeye çalışmak bizi bir yere götürmeyecektir.

Bu noktada soruya geriye dönersek, yukarda da örneklerini vermeye çalıştığım gibi, solun birlik olamamasının en büyük handikabı ortaklaşılan çalışmalarının süreksizliğidir. İkinci en büyük handikap ise diğerine olan yaklaşım şekilleridir.

Ortak başarı öykülerini yarattıkça büyüyecek, ortak siyasi alanları güçlendirdikçe kalıcılaşacak ama tekil siyasi alanlara da saygılı yaklaşımlarımızla birlikte yürüyebiliriz… Solda birlik istediğini iddia edenler, Syriza’nın, Podemos’un, Die Linke’nin ve diğerlerinin yaptığı gibi sürekliliği olan, sürekli devinim halinde olan sokaktaki pratiklere dayanan birlikteliklerden kaçması neticesinde, birliği seçimden seçime hatırladıkça, kalıcı işbirliği koşulları zor ortaya çıkacak diye düşünürüm…

“Kıbrıs’ın kuzeyinde birçok düzeyde katılımcılık konusunda zafiyetler yaşanmaktadır”

• Siyasetimizde ‘ideolojik’ farklar icraatlarda ortaya çıkıyor mu?
• Elbette… Kıbrıs’ın kuzeyinde birçok düzeyde katılımcılık konusunda zafiyetler yaşanmaktadır. Parti içi demokrasilerimiz içler acısıdır. Çok sevmesem de birçok örgütün “kadın kolları” vardır ama örneğin şimdi seçim çalışmalarında çok net görmekteyiz ki, bu örgütlenmelerin yok sayıldığı fikrinin alınmadığı, bu nedenle tartışmaların sosyal medyaya taşındığına tanık olmaktayız… İdeoloji ile icraatlar arasında farkın kapanması için önce parti içi demokrasi ile katılımcılık konusunda her yapı kendi içinde çalışma yapması gerekir ama ayni zamanda toplum olarak da genel anlayışımızı değiştirmemiz gerekir. ‘Seçimde söylenen seçimde kalır’ diye bir kural olamaz, bu tolere edilemez ön kabuldür. Seçimde söylenenler birer senettir ve toplum bunun peşini asla bırakmamalı, yasal düzenlemeye girmesi gerekirse girmeli, herkes seçildiği makamdan seçildiği koşullar yeniden oluşturularak geri çağrılabilmeli… Eğer seçilmiş kişi ideolojisi ve icraatları arasında ciddi fark ortaya koyuyorsa ve taban bundan rahatsızsa, ille seçimden seçime değiştirmek için beklemek gerekmemeli, değişim her an yaşanabileceğini seçilmiş kişiye her an hissettirilmelidir.

Yalnız Kıbrıs’ta değil, Avrupa’nın birçok yerinde de merkez sol, sosyal demokratlar neoliberal uygulamalar karşısında alternatifler üretemiyorlar…

Söylemde yapabildikleri az biraz Keynesgil birkaç ekonomik önermedir ama pratikte bunun hayata geçirilmesi iradesini de gösterememektedirler. Bu durumda aslında merkez solun, sosyal demokratların kaderi hükümet süreçlerinde bir trajediyi yaşamalarını getirmektedir. Sosyal demokrasi kendini neoliberal politikalar karşısında alternatif olarak koyamamaktadır. İyi örnek gibi duran Brezilya’daki İşçi Partisi (PT) örneği bile sosyal devletin bazı unsurlarını hayata geçirmekten fazlasını yapamadı, ekonomik yapıyı kalıcı olarak dönüştüremedi.

Bu nedenlerle birçok siyasi yapıda ideoloji ve icraatlar arasındaki fark vardır; bu kapitalizmin bugün içinde bulunduğu durumdan da kaynaklanmaktadır. Kendini sol diye tanımlayanlar, öncellikle kapitalizm ile ilişkisini ve ne yapmak istediğini netleştirmesi gerekir. Bu netleştirme olmadan popülist açıklamalar arkasına sığınarak hükümetçilik yarışı elbette ideoloji ve icraatlar arası farklı kaçınılmaz olarak ortaya çıkaracaktır.

• Kıbrıs’ta ezber bozmak için ilk atılması gereken adımlar nelerdir?
• Kıbrıs’ta ezber bozma işi uzun zamandır var ama bunun pratik adımları son dönemde çok sık olmuyor.
Elbette, Kıbrıs sorununda ciddi ezberlerin bozulması gerekiyor. Militarist yapı içinde asker bürokrasisinin bize dayattığı birçok şey ezberdir. Seferberlik gibi, mecburi askerlik gibi ve benzeri konular ezberlere dayanmaktadır, bize düşmanlarla dolu bir dünyada yaşadığımızı ezberlettiler, her Türk’ün asker doğduğunu ezberlettiler, askere giderek gerçek sorumlu erkek olunacağını öğrettiler ama hepsi gerçek olmayan ezberlerden başka bir şey değildir… Güven Artıcı Önlemlerin uygulanamaması için öne sürülen birçok konu da aslında ezberdir, yüzyıllardır savaşan Avrupa ülkeleri aralarındaki sınırları kaldırdığı bir dönemde, bizim bunu yapmamız halinde ortalığın karışacağı, bunun için askeri tedbirler saygı göstermemiz ezberi de elbette bozulmalı…

Yakın tarihimize yönelik politikalar da milliyetçi tepkilerin etkisi ile tamamen bir ezber üzerine kurulmuştur, resmi tarihler zaten büyük anlatı üzerine kurulmuş toplumsal tepkileri, milli kimliği inşa etmeye yönelik ezberlerdir, gelecek için geçmişi doğru anlamalıyız, hatalarımızdan ders çıkarmayı bilmeliyiz. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda da veya kadına yönelik şiddet olmadığına yönelik de ciddi ezberlerimiz var, basit araştırmalar, son dönemde yayınlanan raporlar bunların toplum hafızasında yer etmiş ezberler olduğunu, gerçekle ilişkisi olmadığını bu raporlar net olarak ortaya koymakta… Ekolojiye saygılı olduğumuzu, duyarlı olduğumun iddiaları da tamamen ezberlere dayanmaktadır, etrafımıza bakmamız yeterlidir. Bu nedenle değiştirmemiz, dönüştürmemiz gereken çok şey var… Herhangi bir yerinden başlamak bile bize çok şey kazandıracaktır.

• İşsizler ve fakirlik için politikalar geliştirilmeye nereden başlanmalı?
• İşsizlik konusu şu anda, içinden geçmekte olduğumuz ekonomik kriz sürecinde dünyanın başa çıkmaya çalıştığı en önemli sorunlardandır. İşverenlerin kâr marjını yükseltme hedefleri, hem sosya-ekonomik, hem de ekolojik, hem de insani krizlere neden olmaktadır. Kapitalizm var oldukça bu sorunlarla baş etmemiz gerekecek, o yüzden kalıcı çözüm için sosyalizme geçiş elimizdeki tek alternatiftir. Ama bu sorunlara dair mücadeleyi devrim oluncaya kadar, yeni bir rejime geçinceye kadar ertelememiz gerekmez. İşsizlik için en önemli mücadele ayağı emek mücadelesinin ve örgütlülüğünün güçlendirilmesidir. Bu bize kapitalizm koşullarında üretilen refahın adil dağıtımı için imkânlar sunacaktır. Ancak kapitalizm asla refahı, zenginliği tamamen adaletli şekilde dağıtacak bir şekle gelemez, o zaten bu adaletsizlik üzerine kurulmuştur. Yapabileceğimiz, bu koşullarda olabildiğince üretilen zenginliklerden adaletli bir şekilde üretenlerin paylarını almasıdır. Vergi sisteminin adil bir yapıya kavuşması bu yolda diğer adımdır. Çok kazanandan alınacak vergi ile yeni iş olanakları yaratacak alanlara yatırım yapılabilir.

Fakirlik konusu da benzerdir, bütünüyle kapitalizm koşullardı çözülemeyecektir. Ancak bu koşullarda talep edebileceklerimiz ve bunun için mücadele edebileceğimiz ilkelerimiz olmalıdır. Herkesin yaşamını sürdürebilmesi ile minimum gelire ihtiyacı vardır. Eğer adaletli dağıtım olmazsa, elbette birileri çok daha az alacaktır. Bu nedenle insanca yaşam için minimumların tespiti önemlidir. Bu konu, en temel insan hakkı olan yaşam hakkı ile de bağlantılıdır. Eğer siz yetersiz ve kötü beslenirseniz, sağlık hizmeti almazsanız yaşam kaliteniz düştüğü için başkalarında çok daha erken yaşamınızı kaybedebilirsiniz. Herkesin onuru ile, kaliteli bir yaşam sürdürme hakkı vardır. Bu gene emek örgütlenmesine dayanır. Emek örgütlerinin güçlendirilmesi de tüm siyasi yapıların hedefi olmalıdır. Gene zenginliğin adaletli dağıtımı için mücadele bu konu için de geçerlidir.

Kıbrıs’ın kuzeyini düşündüğümüzde, kendi coğrafyamızda çoklarımız bu iki konuyu yok saymayı tercih ettiğimiz için, ortada sorun olmadığını düşünüyoruz ama asgari ücreti düşündüğümüzde, bu hali ile fakirliği besleyen bir ücrettir. Bu ücret ile hiç kimse asgari ihtiyaçlarını kolay kolay gideremez. Açlık sınırı çerçevesinde konuşabileceğimiz bir ücrettir. Ancak gene ülkemizde çok ciddi miktarda insanın asgari ücret ile çalışmaya mahkûm edildiği de düşünüldüğünde, buna karşı direnç göstermenin bastırıldığı koşullarda, bu da bize işsizliğin bu coğrafyada ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu anlatır; sendikasızlaşmanın yaygın olduğu özel sektörde işsizlik tehlikesi karşısında ekmeğini kaybetmemek için birçok kişi bu ücrete istemeye istemeye razı olmakta…

Sendikalaşma, emek hareketinin güçlendirilmesi, vergi adaletinin sağlanması ve sosyal devlete yönelik yatırımlar yaraları bir miktar sarmaya yarayabilir.

Fakirlik noktasında, yerel yönetimlerin de yapacakları vardır çünkü birçok hizmet onlara yerel yönetimler tarafından sağlanmaktadır. Düşük gelirlilere yönelik tarife uygulamaları bu yönde, bir adım olabilir.

• SYRİZA örneğinde görme özürlü bir bakan dikkat çekti. Ülkemizde engelliler ya da pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duyan kesimlerin temsiliyeti niçin sağlanmıyor?
• Kıbrıs’ta katılımcılık konusunda birçok kesim dışlanmaktadır. LGBTTQ bireyler de, engelli bireyler de, azınlıklar da katılımcılık konusunda sorunlar yaşamaktadır. Bunun hem siyasi yönü var, “normal” saydığımız ama bu normalin kendisi bile belirsizdir, hem de fiziki engeller vardır. Engelli bireyin siyasi çalışmalara katılımı için ortam, olanaklar sıfıra yakındır. Örneğin bir miting için kurduğumuz düzenekte bile, engelli bir kişinin katılımı çok da akıllara gelmez… Günlük yaşamda başlayan ötekileştirme, doğal süreç içinde siyasi temsiliyette de kendini doğrulamaktadır. Engelli bir kişinin kaymakam atanması sonra bürokrasiye takılmasını çabuk unuttuk, bunu değiştirmek pek de aklımıza gelmedi. Siyasi tartışmalar duyma engelli biri için düzenlenmemektedir. Bu durumda bu birey siyasi tartışmaların dışındadır. Görme engelli birinin siyasi yazılanlara ulaşabilmesi için çok ciddi bir çaba yoktur. Bazı arkadaşlarımız kendi özel imkanları sağlayarak bunu yapıyor, hatta dönüp bunlarla ilgili köşe yazıları yazabiliyor, radyo programı yapıyor ancak bunlar istisnadır. Böyle bir ortamda elbette ki siyasi katılım da düşük olmakta… Engelli bireylerin günlük çalışmalar içinde yer alabilmesinin olanakları artırıldığı oranda siyasi katılımlar da artabilecektir diye düşünüyorum…

• Köylerin isimlerinin iadesi, militarist törenlerin kaldırılması, genel sağlık sigortası, işsizlik ödeneği (bu örnekler çoğaltılabilir) gibi uygulamalar hayal mi?
• Bunlar aslında “normal” taleplerdir. Köy isimlerinin iadesi, Kıbrıs’ın kuzeyinde yapılan Şuraların birinde tavsiye olarak geçmişti. Geçen dönem hayata geçecek Güven Artırıcı Önlemlerden biri de köy isimlerinin birden fazla hali ile yol tabelalarına yazılması da vardı. Templos adı örneğin, yüz yıllara dayanmaktadır, bunu sizin Zeytinlik yapmanızın mantığını anlamak mümkündür. Elbette birileri, 1914’lerdeki İttihat ve Terrakinin Türkleştirme politikalarını takip etmek isteyebilir ama bu politikalarının kopyasının alındığı Türkiye’de bile değiştirilen köy isimlerine, ilk isimleri iade edilmektedir. Bu adamızdaki kültürel yapıya saygı kadar, barışa da katkı yapacaktır.

Militarist törenlerin de modası geçti, kopyasının alındığı Türkiye’de bile kısıtlanmışken, burada ısrar edilmesi, kraldan çok kralcı olmaktan başka kelimelerle anlatılamaz… Temmuz-Kasım ayları arasında 8 kez Lefkoşa ve diğer şehirlerde en işlek caddelerde tankları, askerleri dolaştırma sevdasını anlamak mümkün değildir. Hayal olan bunların dolaşmasındaki ısrardır, birileri bu hayali yaşamaktadır, artık gerçeklerin hayata geçmesi önemlidir. Militarist yapılar bu tip törenlerle sivilleri etki altında bırakarak kendi taleplerini dayatmaktan vazgeçerek, sivilleşme konusundaki blokajlarını kaldırması gerekir.

Sağlık sigortası ve işsizlik ödeneği var ama son geçen Sosyal Güvenlik Yasası ile bayağı kısıtlanmış durumda ve bir süre çalışana bu hak sağlanmakta… Yukarda değindiğim ki, kişilerin insan olmaktan gelen hakları vardır, yaşam hakkı bunlardan biridir. Bu yaşam hakkının fiili uygulanabilmesi için minimum bir geliri olması gerekir. Bunu koordine etmek ise elbette sosyal devletin görevleri arasındadır. Eğer birileri bu geliri elde edecek bir iş bulamıyorsa elbette bu gelir bu kişilere sağlanması bu sosyal devlet anlayışının parçadır. Bu radikal solun talebi değil, çok basit bir merkez sol, sosyal demokratların taleptir. Bunların ulaşılamıyor gibi durması, hayal olmasından değil, merkez solun sosyal demokratların bu taleplerden geri durmasıdır. Ama altını çizmek isterim ki kişilerin yaşam hakkı için bu tip gelir desteği sosyal devletin olmazsa olması olmalı, radikal sol içinse talep herkesin yaşamını sürdürebileceği bir gelirin elde edebileceği bir düzenin kurulmasıdır. Bu yalnız ücret anlamında değildir.

Bizce kurulacak kolektiflerle, kooperatiflerle, komünlerle para kullanılmadan ihtiyaçların sağlanması olanağı yerel yönetimlerde sağlanabilir. Bunun için takas pazarları kurulabilir, ihtiyaç fazlası metaların değişimi sağlanabilir, kooperatif ağları ile kar olmaksızın ürün değişimleri ile yiyecek ihtiyaçları çok daha mantıklı koşullarda kişilere sağlanabilir. Tüm bunlar yerel yönetimler şemsiyesi altında hayata geçirilmesinin olanağı vardır. Bu yolla herkese ihtiyacı olanı en olanaklı yolla elde etmesinin koşullarını yaratırsınız. Bu bile hayal değildir.

Ancak yukarıdakilerin hayata geçmesi için yaşadığımız sistem ile mücadele etmeyi önümüze koymamız gerek, bu rejim içinde kalarak, onu reform etme imkanlarımız pek yok…

Bu haber toplam 2738 defa okunmuştur