1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Bir sektör daha yok oluyor...
Bir sektör daha yok oluyor...

Bir sektör daha yok oluyor...

EKONOMİ SOHBETLERİ

A+A-


Bu hafta Giz Çiçekçilik’teyiz. Oğuz Öztürk, sektörünün sıkıntılarını dile getirirken taleplerini de sıralıyor. Birçok merciye taleplerini iletmiş; meslektaşları ile Çiçekçiler Birliği’ni kurmuş ama maalesef hiçbir dönemde sorunlarına bir çözüm bulamamış. “Hükümet yoktur, ben kabul etmiyorum hükümet olduğunu çünkü benim sıkıntılarıma eğilinmiyor” diyor Öztürk. Talepleri; fonsuz ithal, çiçekçiliğin bir sanat dalı olduğunun kabul edilmesi ve bu yönde kalifiye eleman yetiştirilmesi. Böyle giderse bir sektör daha yok olacak diye uyarıda da bulunuyor Oğuz Bey...

Dilek Öncül

Yenidüzen: Giz Çiçekçiliği tanıyarak başlayalım sohbetimize...
Oğuz Öztürk: Ben aslen Baf doğumluyum. Küçük yaşlarda Lefkoşa’ya yerleştim. Üniversite eğitimimi maddi ve manevi imkansızlıklardan dolayı yarıda bırakmak zorunda kaldım. 12 yıllık kamu görevinin bir şekilde bitmesi gerektiği noktada da zevk alabileceğim, sanatla ilgili bu meslek dalını yani çiçekçiliği seçtim. 21 Aralık’ta 17. yılımı doldurdum. İşimi, bu sanat dalını çok seviyorum ama sıkıntılardan da zaman zaman boğulma derecesine geldiğimizi inkar etmememiz gerekiyor.
“Güney’de niye daha ucuz..”
YD: Nedir bu sıkıntılar?
Öztürk: Bir kere devlet diye lanse ederken Dünya’ya, benim mizacıma, kültürüme, anlayışıma göre devletçiliğe uymayan çok olaylar var ve bunlar bize sekte vurmaktadır. Bunlar; benim karşı karşıya kaldığım, müşterilerime açıklamaya dahi utandığım, bir milletin yüz karası olabilecek şeyler diye düşündüğüm konulardır. İşte noktasına göre 50 metre, 1 kilometre gibi çok kısa mesafelerde açık olan kapılardan geçilerek aynı ürünün dörtte bir fiyatına alınması. Güney’de niye o fiyata satılıyor diye müşteri benden bunun açıklamasını bekliyor. Ama ben müşterime biz devlet değiliz diyemiyorum. Bu da bizi çok yıpratmaktadır. Benim maliyetimin muadilinde veya çok az üstünde kendini Cumhuriyet diye Dünya’ya hâlâ daha lanse eden Güney’deki Rum toplumu satış yapmakta ve burdaki halkı da cezbetmektedir. Canlı olduğundan, sanat uygulaması gerektiğinden çok etkili olamıyorlar bizim sektörümüzde ama toptanda oluyorlar. Ben çiçekçi olarak üç tane- beş tane bir şey alsam korkudan yüzüm kızaracak, yakalanacağım, hem param gidecek hem bana göre haysiyetim gidecek. Ama bazıları toptan alıp çok sayıda çiçek getiriyor bu tarafa. 2009 yılında bu sıkıntıları yaşayan arkadaşlarla Çibir adı altında bir birlik kurduk. Ben, aynı zamanda, Çiçekçiler Birliği başlanlığını yürütmekteyim ama şu anda çok da aktif değiliz. Aynı şeyleri anlatmaktan ama çözüme ulaşamamaktan yorulduk.
“Sorunlara duyarlılık yok”
YD: Neydi bu birliğin amacı?
Öztürk: Bu birliğin amacı sıkıntılarımızı gidermekti ama hep önümüzde engeller oldu. Faal olduk, tüzüğümüz hazırlandı, ilgili mercilerden izinlerimiz alındı, kurul yapıldı. İsteklerimizi, şikayetlerimizi belli makamlara ilettik. O zamanın Cumhurbaşkanı’na kadar ziyaretlerde bulunduk. Ama hiçbirisinden duyarlı bir etki-tepki göremedik. Bu ekonomik zamanda daha fazla düğün ve açılışlarda çalışıyoruz biz çiçekçiler. Veya senede bir kaç tane özel güne çalışıyoruz. Ben siyaset konuşmuyorum ama sağolsunlar zamanında  CTP dönemiydi, bir Eğitim Vakfı kuruldu. Ve şu anda zenginlerimiz, elit dediğimiz siyasilerimiz düğün davetiyelerinin altına çiçek gönderilmemesi, Eğitim Vakfı’na bağışta bulunulmasını yazıyor. Bu Eğitim Vakfı’nın amacı, benim bilgi dağarcığıma göre, ihtiyaçlı olan üniversite gençliğine yardım etmektir. Ben de iki tane çocuk okutuyorum üniversitede, bana kimse kapımı çalıp da sormuyor. Kapısını çaldığım merciler de yurt dışına, Avrupa’ya, üçüncü dünya ülkelerine burs vermeyiz dediler bana. Benim çocuğumun suçu eğitimi çok sevmesi mi? Yurt dışında, Avrupa’da okumak istemesi midir? Ben borçlanarak çocuğumu okutabiliyorum, bizim önümüze köstek olarak konuyor bu. Şeffaf olunuz. Vakıf olarak kimlere ne yaptığınızı açıklayınız bu halka ki biz de rahat olalım. Bileyim ki asgari ücretle çalışan Ahmet dayının, Mehmet’in çocuğu bu vakıftan aldığı parayla okur. Biz böylelerini hiç saptamadık.
“Fonsuz ithal”
YD: Peki talepleriniz nelerdi?
Öztürk: Fonsuz ithal ki biz de Rum tarafıyla yarışalım. Türkiye’den ithal edilen malın neyine fon, neyine vergi. Hani anavatan, hani yavruvatan? Neden Yunanistan ile Rum toplumu anavatan-yavruvatan ilişkisi kurabiliyor da biz yapamıyoruz. Neden biz anavatanımız Türiye ile kontak kurup da bu fonları kaldırmıyoruz. Bizi müşterimizle karşı karşıya bırakmasınlar. Bir kaç tane kendini bilmeze -ki arkalarında büyük güçleri tutarak- toptancılık yaptırıp da ihya etmesin. Bu işin toptancılığını yapıp Güney’den kaçak çiçek getirip, kaçak ürün getirip, burda pazarlayan adamlar mevcuttur. Niye bunlara bu şans veriliyor. Yani sıkıntılarımız gerçekten çok büyüktür. Duyarlı hiçbir merci bulamadık. Benim babadan aldığım öğüt; bir malı alırken gözünüzü açacaksınızdır. Ama bizim gözümüzü açmamıza şans verilmiyor. Biz mecburuz Hollanda üzerinden İstanbul, İstanbul üzerinden Antalya, Antalya üzerinden dördüncü el mal alalım. Peki ama dördüncü el alınan bu maldaki uygulamayı zannederim hiç okumamış cahil bir insan bile tahmin edebilir. Ama Rum, Hollanda’dan uçağa koyar çiçeğini, sadece ve sadece bir nakliyedir ödediği. Fonu-monu yok. Avrupa Birliği üyesidirler, sıfır gümrük. Hollanda’da toptan ne ise Rum tarafına da girişi odur. Tabii ki ben de alsam bir ürünü 20 liraya, kâr marjım %20, fiyat 25 olacak. Ama  ben alırsam bu ürünü 40 liraya o zaman 50 lira olacak. Bunu yapması çok mu zordur bizim bu hükümetlerimizin. Zor veya istenmiyor ki yapılmıyor. Kısacası her geçen gün kötüye gidiyoruz. Sadece ve sadece yapılanlar nedir? Özel günlerde bize layık gördükleri iki tane vergi memuru karşımıza diksinler, sinir sistemimizi alt-üst etsinler ve bizi perişan etsinler. Başka hiçbir şey değildir. Ama neden normal hafta arasında birer memur görevlendirmezler de görsünler bu milletin halini. Yani baz olarak niye o özel günü seçiyorlar...

 

“Yaralarımız sarılmadığı sürece
herkesin hataları konuşulacak”
YD: Başka ne gibi sıkıntılarınız var?
Öztürk: Sıkıntılarımızdan başkası... En zengin bütçe devlet bütçesidir. Neden? Allah razı olsun -sebepleri bizi hiç ilgilendirmez- bir oluk vardır, Anavaandan yavruvatana akıyor. Kimin tuttuğu, kimin aldığı belirsiz noktalar da çoktur. Biz yalakalığı benimsemiş, arka sıvazlamayı bir marifet bilmiş ve becerikli kişilere de çok değer vermiş bir toplum olduk artık. Bazı meslektaşlarım vardır ki bana ters gelen şeyler yapıyorlar. Götürüyor bir tane veya iki tane düğün çelengini, beş tane götürdüm diye yazıyor. Ama orda bir merci yoktur onu denetleyecek. Ayrıca niye bizden fiyat alınmıyor da sadece bazıları destekleniyor her zaman. Niye bu hükümet yetkilileri benden de ondan da öbüründen de fiyat almıyor ve onun fiyatı ile kıyaslamıyor da onu baş tacı ediyor. Niye o, Sayın Cumhurbaşkanını ve eşini annem-babam diye lanse ediyor. Neden? Çünkü iki yıllık süreç içerisinde adam övünüyor ben Türkiye’de beş tane daire aldım diye. Ama ben iki tane çocuğumu okutamıyorum. Sadece Lefkoşa’da 40a yakın çiçekci vardır. Ama bir tane kaportacı yamaklığından gelme baş tacı ettikleri çiçekci vardır. Oy vermeye de o gitsin. Çünkü amigoluklarını yapan, afişlerini asan o kişidir. Yine söylüyorum, ben siyaset yapmıyorum. Az önce başka bir partiden konuştum, şu anda başka bir partinin yaptığı hatalardan konuşuyorum. Bizim yaralarımızı sarmadıkları sürece herkes konuşulacak. Biz ekmeğimizdeyiz. Bunları ne olur irdelesinler, incelesinler ve bu hataları görsünler. Görmezlerse daha kötü olacağız, daha iyi olmayacağız. Bana değer verilmezse ben niye ona değer vereyim. Bana göre hükümet yoktur, ben kabul etmiyorum hükümet olduğunu çünkü benim sıkıntılarıma eğilinmiyor. Bir bakarsınız ansızdan 2009-10’dan resen vergi gelir. Görmüşler ki apartmana iki daire yaptım. Peki ama onu senin vergi memurların görebiliyor, bankadaki girdimi, çıktımı kontrol edebiliyor da borcumu niye görmüyor. Veremediğim ayların taksidini niye görmüyor. Neden yaptım ben o daireleri, bir gelir elde etmek için mi? Hayır. Evlatlarımı bu memlekette, Ada’da tutmak için yaptım. Bir göz oturacak odam yoktur demeyip yurt dışında kalmaması için yaptım. Ama maalesef bunu hükümet yetkililerimiz anlamıyor.

“Türkiye’den eleman getirme lüksümüz yok”
YD: Eleman sorunu yaşıyor musunuz?
Öztürk: Hâlâ daha bu Ada’da kabullenilmiyor bu sektörün sanat dalı olduğu. Sanat yapıyorum ama bir çok arkadaşlarımız bunun farkında değildir; üç kuruş-beş kuruşu  olup da işte dükkan kiralama imkanı olan, dükkan açan hemen çiçekci olur. Bir kere bunun önlenmesi gerek. Serbest rekabet piyasası vardır diyorlar. Ama bu böyle olmaz. Bir Avrupa gibi belli kriterler, belli aralıklar olması gerekir. Sen benim 50 metre mesafemde bir iş yeri açılmasına izin verirsen; ne benim ona ne onun bana yararı olmaz, zararı da çok olur. Niye bunları örnek almayız uygulamış da başarılı olmuş ülkelerden. 1974 sonrası çiçekçiliğin, bu sanat dalının, bu kültürün buraya köklenmesine sebep daha fazla İstanbul ve İzmir’den gelen ustalardır. Doğru söylemek lazım. 1974 öncesi kaç tane çiçekci olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir tane Selimiye Camisi’nin yanında Tulip vardı, başka çiçekçimiz de yoktu. Orda da olan toplumun bildiği bahçe çiçeklerinden gayrı gül ve karanfildi. Çok azımız biliyordu glayölü, gerbera-papatyayı. Çok azımız biliyordu lilyumu. Bu sanat dalının sanat olduğunun kabul edilmesi ve burada kalifiye eleman yetiştirmeye devletin katkı sağlaması önemlidir. Bunu biz bilir kişilerden yardım isteyerek yapabilirler. Kurslar düzenleyerek yapabilirler. Burda işsizlik had safhada iken öyle bir lüksümüz yoktur bizim Türkiye’den eleman getirmeye. Hani bizim halkımızı desteklememiz, hani bizim gençlerimizi desteklememiz? Bu yaraların en büyükleridir. Kalifiye eleman yetiştirilmesi gerekiyor bir an önce. Bizim sanat okullarımız vardır. Sanat okullarında bir bölüm açınız, gece kursları düzenleyiniz, özendiriniz. O kadar işsiz gencimiz var. Benim şu anda ihtiyacım vardır böyle birisine. Türkiye’den getireceğim bir adama ben en az iki asgari ücret ödemek zorundayım çünkü onun ordaki ücreti daha yüksektir. Türkiye’nin ekonomik durumu şu anda bizden çokdaha iyidir. İki asgari ücret vereceğin, ev kiralayacağım. En azından 700-800 TL vereceğim. Üç öğün yemeğini düşüneceğim çünkü gurbette çalışan işçilerin sözleşmelerinde vardır; yeme-içme-yatma yerini vermem gerek. Ben ne kazanacağım da neyi bu adama vereceğim. Bunları düşünüyorlar mı ki önlem alsınlar. İki çıban başı var bizim sektörde; bir, bizim sanat olduğumuzu kabul edip kalifiye eleman yetiştirilmesi konusunda ne yapabilirler düşünsünler, iki, fonları kaldırıp bizi Rumun seviyesine değilse bile yakın seviyeye getirsinler ki bu para o tarafa akmasın, bizi de müşterimizle karşı karşıya bırakmasınlar.
“Bu sektör öldürülmesin”
YD: Eklemek istediğiniz, beklentileriniz...
Öztürk: Ben şahsım olarak çok yorulduğumu hissediyorum. 18. Yılımdır. Çok sevdiğim için mücadele ederim ama nereye kadar. Ben diyorum ki bu sektörü öldürmesinler. Bu sektöre sahip çıksınlar. Zamanından bazı teşvikler yaptılar üretimle ilgili ve çok başarılı olan arkadaşlarımız oldu ama sonuçta canları ile ödediler bedelini. Ödeyemedikleri kredilerin vermiş olduğu bunalımdan kendilerini öldürdüler. Böyleleri de vardır, arşivlerden bulabilirler. Biz Dünya çapında en kaliteli çiçeği ürettik. Kocaman, rengarenk karanfiller üretildi. Antalya üzerinden giderdi bizim karanfilimiz. Hollanda, Türkiye’nin ürettiği karanfili tercih etmeyip bizim karanfilimizi tercih ederkenden Türkiye hemen durdurdu bunu. Türkiye ile bu sorunu çözmedikleri sürece hiçbir şey beklemeyiz biz. Bunu çözsünler önce. Şimdi orda adamın malı dururken senin malını ihraç ettirir mi? 3’te olsa 5’te olsa, ettirmez. Rakıda aynı şeyi yaşamadık mı? Hellim de aynı şeyi yaşamadık mı? Ne oldu, hep o seralar, yatırımlar kaldı. Becerebilen becerdi başka imkanlarıyla ödedi aldıkları kredileri, beceremeyenler canı ile ödedi, intihar etti. Kimse bu işe girmez artık. Ama Türkiye’ye giderim bana sorarlar siz niye tüketici bir toplumsunuz? Üretim yapmıyorsunuz? Onlar bizim iç savaşımızı bilmez ki. Neyle savaştığımızı bilmezler ki. En pahalı elektriği ödediğimizi, en kalitesiz suyu kullandığımızı. Söylemekle bitmez. Saatler, günler, haftalar yetmez ama ne olur bu devlet büyüklerimiz birazcık vicdanlarını yoklasınlar ve gerçekten geniş bir kitleyi temsil eden bu sektörü de öldürmesinler. Çocuğumun biri mezun oldu, askere gitti. İşimi ona teslim etmeyi düşünürken Allahım derim acaba ben çocuğuma günah, vebal mı teslim ediyorum. O kadar karamsarız yani. Her geçen gün daha kötüye gidiyor. Bunların önlemlerini almazlarsa bir sektörü daha öldürecekler.
Bir cümleyle:
Ekonomi: Varlık içinde yokluk
Para: Nerden geldiği belirsiz noktalarda çok
Döviz: Dış güçlerin üzerimizdeki etkisi
Hükümet: Yok
Tarım Dairesi: Var mı?
Medya: Tek güvencemiz 
Fotoğraf yanı kullanılacak cümleler:
*Fonsuz ithal olmalı ki biz de Rum tarafıyla yarışabilelim.
*Türkiye’ye giderim bana sorarlar siz niye tüketici bir toplumsunuz? Neyle savaştığımızı bilmezler ki.

 

Bu haber toplam 3224 defa okunmuştur