1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Bildik Hikâyeler, Son Sözler
Bildik Hikâyeler, Son Sözler

Bildik Hikâyeler, Son Sözler

Umut Hürol: İçi ders kitaplarıyla dolu sırt çantasıyla bir çocuk, bir tepeden dünya şehrini seyre dalar. Ne hikâyesi vardır anlatılacak, ne söyleyecek sözü gördüklerine

A+A-

Umut Hürol

[email protected]

 

 

İçi ders kitaplarıyla dolu sırt çantasıyla bir çocuk, bir tepeden dünya şehrini seyre dalar. Ne hikâyesi vardır anlatılacak, ne söyleyecek sözü gördüklerine. Olduğu gibi seyre dalar karmaşayı, benimser gördüklerini. Bir çocuktur çünkü ders kitapları sırtında, öğrenmelidir. Yumruklarını açsan ey çocuk kayacak yıldız kalmış mıdır avucunda? Yuvarlanmak istesin o tepeden aşağıya ezilecek çiçek kalmış mıdır yamaçlarında düşlerinin? Kendi hikâyeni yazmaya kalksan peki bir gün, seni seyre dalarken ben, benim de yumruklarım senin gibi sıkılır mı dersin?

Bir merakın sonucuydu belki aklımdaki bu çocuğun ufka bakışı. Ulaşılması güç beklentiler biriktirmeye çocuk yaşta başlamış olmalıydık. Yoksa nasıl açılır ki insan bu kadar uzaklara gerçeklerden ve bırakır kendini depresyonların kucağına? Aklıma takılan soru bir çengel olup çıkarırken gölgelerden geçmişi, yazacaklarımdan çoktan pişman olmuştum.

İlk görüşte aşklar biriktirip fırsattan istifade yaşarken ben, hüzünlü bir bakışa takıldı birden gözlerim. “Birazdan gülecek,” dedim kendime, “kahkahalarla hem de, herkesin bakışı ona yönelecek”. O zaman başladım ben de ulaşılması güç beklentiler biriktirmeye. Kurumuş asırlık vadilerin öyküleri gizliydi mimiklerinde. Yüzünün her hareketini ezberlemek oldu birden çocukça niyetim; öykülerini dinlemek istedim. Seni gülümsetebilmek içindi kendimi atışım dizlerinin dibine. Oysa gamzene sığınmak için fırtınalar atlatmış nice ümitlerin mezarıydı gülüşün. Güvenli tek bir koy yoktu.

Sabahları hava aydınlanmadan kalkar, üç adımlık mutfağının bir adımlık balkonunda sabah sigarası eşliğinde gözyaşı dökerdi. Çok sevdiği muhabbet kuşunu gözyaşı ve dumanla zehirlemek istemez, soğuktan titrerdi. Her sabah güne arınarak başlamasını sağlayan bir ıslah yöntemiydi bu onun. Kitapları, resimleri ve korkutan krizleri vardı. Boş tuval kâğıdının karşısında rahatlardı bir tek. Hiç son bulmayan krizlerini dökerken o beyaz tuval kâğıdına ve kusarken tüm üzüntülerini, öfkesini, haykırışlarını, asla anlayamadığım onca şeyi, ortaya çıkanlardan korkar duvarlarına asamazdı. Yine de yatağının altında saklardı onları; en savunmasız olduğu anda, uykusunda, en yakınında olacak şekilde…

Kitaplarının köşesi katlı sayfalarında ve altı çizili birkaç cümlenin rehberliğinde, kimseye göstermediği o tablolara gizlice bakarak sürmüştüm geriye doğru yaşamının izlerini. Alevler içinde bir yaşamda çoktan buz kesmişti gözleri. Görmüştüm, düşlediği deniz kokusu değildi içine çektiği.

Hüzünlerini bırakıp da hiçbir yere gidemezken macera peşinde koşmak isterdi bir yanı. Hep suçlu kalmaya ikna etmişken kendini, yanlıştı bir sevgi kadar uzak olduğunu düşünmem yaşama. Kayıp hayatlarımızdan birlikte bir kaçış için maket gemiler kılavuzluğunda bir uğraş ararken, bitirmeyi bir türlü beceremediğimiz o maketlerden oluştu batık gemilerimiz. Suyla yıkanamadı gövdeleri, yelken açamadılar uzak diyarlara, ufukta hiç kaybolamadılar birlikte. Kımıldamadı gemiler yerlerinden, oldukları gibi kaldılar bitmemiş, öylece…

Kendi öyküsünü yazmaya cesareti olmayan yazar gibiydin. Hep başkalarının öykülerinde yaşardı cesaretin. Oysa sen yaklaştıkça bana, ben sıradanlaşmış, kendi başıma düşünemez olmuştum. Yüzünde yastık izleriyle kırılganlığın mı yummuştu gözlerimi? Durulmuş bir yaşamın yanılsamasına kandı rahatlığım, egemen etti kendini tüm mecburiyetlere. İçinde huzur yeşermeyen bir tembelliğe sıkışmıştın sen ve amaçsız eylemlerle sarsılan beklentiler vardı. Derbederliğin yorgun tahtında oturmaya uygun değildi zaman. Sorulması gereken sorular vardı ve hep yanlış olanlar soruldu!

Kaç tane kadın öldürdün içinde, kaç tane erkek? Sen onları öldürürken kaç tanesi haykırdı adaletine vaatlerin? Kaç tanesi isyanın kollarında can verdi sen yeni bir yalnızlığa doğarken?

Yağmurun fısıltılarıyla başladı ısrarcı bir karşı koyuş. Dikildi karşısına yüzüne kapıyı çarpan rüzgârın, ıslattı herkesi çaresizliğiyle. Sel oldu öfkesi, aldı götürdü kalbinde arta kalanları. Deliliğiyle buluşup rüzgârın bedenine daldı, fırlattı kendini gökyüzüne, kasırga oldu. Sonra da teslim oldu birden yatışıp, bir delik açıp gökyüzüne izin verdi güneşe ilkin, sonra da yağmaz oldu. Oysa bazen ne susmak, ne haykırmak… Ezberlenmiş kelimelerin dertleri vardı, sadece faklı şekilde anlatmak gerekirdi.

Kepenklerini indirmişler bir akşamüstü içine seni sakladığım düşlerimin; ben dışarıda hapis kalmışım. Parmaklarım göremedi karanlıkta sen çılgınca haykırırken, duyamadılar. Sesim soluğum kesilirken aklımdaki karanlığa ışık tutamadı hiçbir yaptığım. Hep yinelenen bir umudun diş izleriydi bedenimde yokluğundan bana arta kalanlar. İçine sıkıştığım barikatlar kadar gerçektiler.

Tüm kelimelerini ayrı ayrı astılar şiirlerimin. İçinde gizlediğim ormanı yaktılar satırlarımın. Kulağıma ninniler söylediler alçakça, nemlenen gözlerime aldırmadılar. Bıraktım, kaçtım, saklandım. Ama mürekkep bulaşmış bir kere uçlarına parmaklarımın, neyle yıkadıysam çıkaramadım.

Sadece sen onu sevdin diye yüzü hiç görünmeyen bir ihtiyar resmi vardı duvarımda; elinde yemleri martıları besleyen. Bana dönüktü sırtı, her baktığımda biraz daha kamburlaşan. Hâlâ aynı ihtiyar resmi var duvarımda, her baktığımda daha az sevdiğim, seni daha fazla hatırlatan…

Karadır içtiğim şarabın acı tatlı yalnızlığı. Gün ışığı yeryüzünü bir kez daha ıskalamıştır. Bütün gördüğüm salıncaklar boş ve sahipsiz, patikaların artık yolcusu yoktur. Ay ışığı küskün, yıldızlarsa çoktan kaymıştı avuçlarından bir çocuğun. Hiçbir sokak lambasının hakkı yoktur artık aydınlatmaya geçilen sokakları. Çünkü kabullenmek en zorudur. Vazgeçmek ve sonuçlarına katlanmak gerekir. Yeni bir başlangıç için her şeyi göze alıp, adım atmak gerekir. Bir sırrı paylaşmıştık seninle hikâyenin birinde ve böyle bir sırrı paylaşan her iki insan gibi birbirine ebediyen bağlı ve uzak kalacaktık.

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1612 defa okunmuştur