1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. ‘Kendi şehrinde göçebe’
‘Kendi şehrinde göçebe’

‘Kendi şehrinde göçebe’

“Kaldığım apartmanın balkonundan kendi evimin bahçesindeki ağaçları görüp de oraya gidemiyor olmak tarifi zor bir duygu...”

A+A-

Pediyatrik glokom hastası 2.5 yaşındaki kızının tedavisi için adanın güneyinde yaşamak zorunda kalan Deniz Birinci, yaşadıklarını YENİDÜZEN’e anlattı: “Kaldığım apartmanın balkonundan kendi evimin bahçesindeki ağaçları görüp de oraya gidemiyor olmak tarifi zor bir duygu...”

 

Ödül ÜLKER AŞIK


Sınırların olmadığı birleşik bir Kıbrıs’a, Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumlar’ın ortak geleceğine inanan Deniz Birinci, pediatrik glokom hastası 2.5 yaşındaki kızının tedavisi için güneyde kaldı.

“Aslında küçük bir çocuğun hayatının geri kalanını etkileyecek nitelikte bir kararı vermek çok da zor olmadı” diyen Birinci, geçişlerin durması ve karantina kararlarının ardından yaşadıklarını anlattı.
İki tarafın yetkilileriyle de görüştüğünü uluslararası iletişim uzmanı Deniz Birinci, “Kuzeye geçince 2 hafta, güneye geri dönüşte de 2 hafta karantina zorunluluğu her hafta tedaviye gitmesi gereken bir çocukla imkânsız” dedi.

Deniz Birinci, güneydeki yönetimin, kuzeye her geçişte “PCR testi yaptırmak” koşulu ile karantina talebinden vazgeçtiğini de anlattı, bunun tüm diğer hastalar için de geçerli olduğunun kendisine söylendiğini belirtti.

Deniz Birinci, “Artık yurtdışında ameliyat için gün saydığımızdan şu aşamada olduğumuz yerde beklemek bizim için en iyisi gibi gözüküyor. Fakat en azından gerek başka hastalar için, gerekse ameliyat sonrasında da devam edecek kendi tedavimiz için bir kapı açmayı başarabilirsek ne mutlu” dedi.

2014 yılında, Kıbrıs tarihinde ilk defa, Avrupa Parlamentosu seçimlerine iki toplumlu oy pusulasında yer alan Birinci, şunları söyledi:

“Gerçek anlamda bir normalleşme olmayacakmış gibi geliyor bana, en iyi haliyle yaz aylarında testli geçiş şartlarında geçici bir normalleşme ve Eylül’den sonra yine kapanmalar ve karantinalar olacak diye korkuyorum. İnsanlarımızın kendi ülkelerinde daimi bölünmeye sürüklenmesinden endişe ediyorum. Bu küresel krizden çıkaracağımız en büyük ders, insanın her an her türlü koşulda yaşamaya hazır olması gerektiğidir. Pek çok insan gibi ben de bu dönemde kendimce bir sınav verdim, veriyorum. Başka insanlar ne sınavlar verdi, veriyor, bizimkisi devede kulak kalır. Sadece, kendi ülkemizde ve kendi şehrimizde bu denli bir zorluğa maruz bırakılmamıza gerek yoktu diye düşünüyorum, mücadele ettiğimiz yeterince başka ciddi sorunlar varken...”

“Küçük bir çocuğun hayatının geri kalanını etkileyecek bir karar...”

  • Soru: Eviniz, işiniz Kuzey’deyken korona sürecinde neden Güney’desiniz ve Güney’e geçme kararını nasıl ve neden verdiniz?
  • Birinci: 14 Mart Cumartesi güneşli bir bahar günüydü. Selimiye Meydanı’nda dolaşmaya gittik, iki gün önce kızımın Limasol’daki göz muayenesinde aldığım haberlerden dolayı moralim bozuktu. Doktor Iria Evangelatou, pediatrik glokom hastası olan kızımı rutin kontrolüne götürdüğümde göz tansiyonunun yeniden tehlikeli boyutlara yükseldiğini söylemiş ve bir hafta sonra tekrar görmek istemişti. Kızım doğuştan iki gözünde de konjenital kataraktla doğdu. Bu, adada çok ender görülen bir durum olduğu için güneydeki Makarios Çocuk Hastanesi çocuğu özel koruması altına alarak, hastalığın nedenini bulmak için çeşitli genetik testler yapmış ancak hastalığın sebebi bulunamamıştı. Çocuk 2 aylıkken Londra’daki Moorfields Göz Hastanesi’nde konjenital katarakt ameliyatı oldu ancak akabinde o ameliyatın bir sonucu olarak glokom ortaya çıktı ve 2 yaşındayken bu kez glokom ameliyatı oldu. Katarakt da, glokom da normalde yaşlılarda duymaya alışık olduğumuz hastalıklar ve tedavileri günümüzde nispeten kolay. Ancak ne yazık ki bebeklikte ortaya çıkmaları halinde durum çok farklı. Pediyatrik glokomlar literatürde ilk sırada körlük sebebi olarak geçiyor ve sekonder infantil glokom dediğimiz kızımda olan ve başka bir hastalığın neticesi olarak 1 yaşından sonra cereyan eden versiyonun tedavisi maalesef yok. Yani primer pediatrik glokomlar tek bir ameliyatla düzeltilebilirken, sekonder olanlar bir ömür boyu takip ve ameliyat gerektiriyor. Bu hastalar düzenli muayeneler ve her gün sık sık kullanmak zorunda oldukları göz yakan damlalarla belli bir oranda görmeye devam edebiliyor. Göz tansiyonları belli bir seviyenin üzerine çıktığı zamansa gözü kaybetmemek için yeniden ameliyat olmaları gerekiyor ve bu bir ömür boyu böyle gidiyor.
    İşte o hafta sonu, son ameliyatın üzerinden daha 6 ay geçmeden “yeniden mi ameliyat gerekecek” endişesi yaşarken, önce kuzeydeki hükümetin sınır kapılarını KKTC vatandaşları dışındakilerine kapama kararını, ardından da güneyin 16 Mart pazartesi saat 18’den itibaren Kıbrıs Cumhuriyeti’ne giriş yapacak herkesi 14 gün karantinaya koyma kararını öğrendik. Bu koşullar altında doktorun “şarttır” dediği bir hafta sonraki muayeneye gidebilmemiz, birkaç saat içerisinde eşyalarımızı toplayıp güneye taşınmak suretiyle mümkün olabilecekti. Gerek bu spesifik alanda uzmanlaşmış tek çocuk göz doktoru olması, gerek çok küçük yaştaki bir çocuğun göz tansiyonunu doğru aletlerle narkoz kullanmadan en doğru şekilde ölçebilmekteki itinası ve sabrı, gerek çocuğun tüm seceresine hakim olması, gerekse Londra’daki ameliyatları yapan profesörlerimizle sürekli istişare halinde doğru tedaviyi uygulama konusundaki hassasiyeti nedeniyle uzun süredir düzenli olarak gittiğimiz Limasol’daki doktora gidebilmek için birkaç saat içerisinde güneye taşınmaya karar verdim. YDÜ Hastanesi’nde de Türkiye’den gelip giden ve bu konuda uzman bir çocuk göz doktoru var ancak takdir edersiniz ki sürekli kontrollerin yapılması ve ilaçları ayarlanması gereken bir vakada doktora ulaşabilmek çok önemli. Zaten söz konusu doktor tüm randevularını iptal edip 2 ay önce adadan ayrıldı ve hala dönmedi...
    Bu, o anda verilmesi gereken ve bekar bir anne olduğum için de tek başıma vermem gereken bir karardı. Aslında küçük bir çocuğun hayatının geri kalanını etkileyecek nitelikte bir kararı vermek çok da zor olmadı. Zorluklar kararın akabinde gelişen süreçte yaşandı, ama buna rağmen o kararı verdiğim için hiç pişman olmadım. Çünkü gittiğimiz ilk muayenede göz tansiyonunun daha da yükseldiğini gördük. Doktorun başlattığı yeni ilaç tedavisinden sonra bile tansiyon yükselmeye devam etti. Ağır yan etkileri olan bu ilaçlar zaten sorunlu olan böbrekleri etkilediği için doktorumuz her hafta göz tansiyonunun seyrine göre ilaçların dozajını yeniden ayarlıyor. Bu durum taa ki ameliyat için yurtdışına çıkabilene kadar bu şekilde devam etmek zorunda, fakat ilaçların çeşitli yan etkileri olmasından dolayı fazla bekleme şansımız da yok...

“Kuzeyde karantina, güneyde karantina her hafta tedaviye gitmesi gereken bir çocukla imkansız”

  • Soru: Güneye geçme kararını verirken sürecin bu kadar uzayacağını düşünmüş müydünüz?
  • Birinci: Aslında ben 16 Mart günü evimden çıkarken birlikte yaşadığım anneannemi bakıcısına teslim edip vedalaşarak çıktım. O kapıdan çıkarken kolay kolay geri dönemeyeceğimin farkındaydım.
     
  • Soru: Maddi-manevi sıkıntılı bir süreç yaşıyorsunuz. Kuzey’e geçme konusundaki çekinceniz nedir? İki taraftaki yetkililerle yaptığınız temaslardan nasıl cevaplar aldınız? İki Toplumlu Sağlık Komitesi’yle görüşüp durumu anlattınız mı?
  • Birinci: Kuzeye geçince 2-3 hafta, güneye geri dönüşte ise 2 hafta karantina zorunluluğu her hafta tedaviye gitmesi gereken bir çocukla imkansız. Tabii ki kuzeyde anneannemle birlikte yaşadığımız için onun sağlığı açısından bir süre kendi evimize dönmeyi ben kendim de uygun bulmadım ama babamın boş duran evinde kalabilirdik bu süreçte. Güneydeki kiralar astronomik ve Euro’nun durumu ortadayken en azından maddi külfetten kurtulurduk. Yurtdışında ameliyata gittiğimizde uzunca bir süre orada kalmamız gerekeceği için zaten orada ev tutmam gerekecek… En azından kendi ülkemizdeyken kendi yerimizde olurduk, annem gerektiğinde yardıma gelebilirdi, eşyalarımız çöp torbalarında arabanın içine oradan oraya göçebeler gibi gezip durmazdık güneyde…

“(Kuzeyden) karantinasız geçiş hakkı mümkün değil’ dendi”

“(Rum) Sağlık Bakanlığı eğer kuzeye dönersek güneydeki doktorumuza gitmek için her geçişimizde Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nde PCR testi yaptırarak karantinasız geçiş izni verdi. Bunun tüm diğer hastalara da geçerli olup olmayacağını sordum, ‘olacak’ dediler, ki şu ana kadar güney sadece kanser hastalarımızın geçişine izin veriyordu”

 

Bunun için gerek direkt bizim Sağlık Kurulu’na, gerekse de İki Toplumlu Sağlık Komitesi’ne başvurularda bulundum, kanser hastalarımıza tanındığı gibi karantinasız geçiş hakkı talep ettim. Toplam 50 adet sağlık raporunu da ekine koydum. Bizim taraftan Dr. Sevgül Maydanozcu’dan anında ret cevabı geldi, “bu zamanda karantinasız geçiş hakkı mümkün değil” dendi, yine de “Güneyden olumlu cevap gelirse bize tekrar haber ver” dediler. Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Kudret Özersay tedavi maksadıyla yurtdışında bulunanların ülkeye dönüşlerinde karantinaya girmemelerine kamuoyundan büyük tepkiler geldiğini ve bu nedenle bunun mümkün olamayacağını söyledi. Oysa biz ne “yurtdışında”yız ne de tedavimiz tamamlandı.
Güney yetkilileri konuya daha farklı yaklaştı. İçişleri Bakanı bizzat ilgilendi, Sağlık Bakanı’na talimat verdi, çocuğun doktorundan detaylı bilgiler aldılar, muayene sıklığı ve ameliyatın aciliyetine dair. Bu ameliyat çok zor bir ameliyat olduğu için adada yapılamıyor. Çocuğun böbreklerindeki başka bir sorundan dolayı yüksek risk grubuna girdiği için COVID-19 vakalarının sık görüldüğü Londra veya Türkiye’ye seyahat etmesi de son derece riskli, çocuk doktorumuz bu seçeneklere kesinlikle karşı. O nedenle Bakanlık yetkilileri bu ameliyatın şu anda COVID-19 açısından Avrupa’da en güvenli yerlerden biri olan Yunanistan’da gerçekleşmesi için gereken her şeyi kendilerinin üstleneceğini söylediler ve ayarlamalar için devreye girdiler.

 

Güneyden karantinasız geçiş izni!

“Artık yurtdışında ameliyat için gün saydığımız için şu aşamada olduğumuz yerde beklemek bizim için en iyisi gibi gözüküyor. Fakat en azından gerek başka hastalar için, gerekse ameliyat sonrasında da devam edecek kendi tedavimiz için bir kapı açmayı başarabilirsek ne mutlu…”

 

Bu arada en son gelişme olarak bugün (15 Mayıs) Güney’in Sağlık Bakanlığı’ndan yazılı bir cevap aldım, nihayet kuzeye dönersek güneydeki doktorumuza gitmek için her geçişimizde Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nde PCR testi yaptırarak karantinasız geçiş izni verdiler. Bunun tüm diğer hastalara da geçerli olup olmayacağını sordum, “olacak” dediler ki şu ana kadar güney sadece kanser hastalarımızın geçişine izin veriyordu. Şu an itibarıyla hala kuzeydeki yetkililerden karantina şartının kalktığına dair bir haber almış değilim. Her halükarda artık yurtdışında ameliyat için gün saydığımızdan şu aşamada olduğumuz yerde beklemek bizim için en iyisi gibi gözüküyor. Fakat en azından gerek başka hastalar için, gerekse ameliyat sonrasında da devam edecek kendi tedavimiz için bir kapı açmayı başarabilirsek ne mutlu…
 

“Kızımın ‘kendi evim’ dediği bir yer yok”

Deniz Birinci, 2.5 yaşındaki kızının aidiyet kavramının geliştiği bir dönemde kendi evinin neresi olduğunu bir türlü algılayamadığını anlatarak, “Şimdilerde güneyde arkadaşlarla, akrabalar arasında mekik dokuduğumuz göçebe bir yaşamımız var. Oysa kendi evimiz sınırın 3 dakika ötesinde… Hatta kirada kaldığımız dairenin balkonunda bahçemdeki çam ağaçlarını görebiliyordum” dedi.  

 

  • Soru: Sosyal medya üzerinden hemen hemen her gün paylaşım yaptınız. Bu süreçte neler yaşadınız, neler hissettiniz?
  • Birinci: Güneyde ilk 6 hafta çocukla yalnız başımıza iki farklı yerde kaldık. İlki, son dakika taşınmak zorunda kalınca bir emlakçı arkadaşım aracılığıyla bulduğum bir iş yerinin bodrum katındaki misafirhaneydi. Sadece bir koridordan ibaret, yer altındaki otopark alanının içerisinde bir çocuk için uygun olmayan karanlık bir ortam. Gerçek bir karantina… İki hafta orada kalıp tedavi sürecinin seyrini daha net olarak anladıktan sonra daha havadar ve aydınlık bir apartman dairesi kiraladım. Normalde güneyde yanında kalabileceğimiz akrabalarımız olmasına rağmen sıkı izolasyon döneminde kimseyi riske atmak istemediğim için çocukla yalnız olmayı tercih ettim; fakat o derece bir sosyal izolasyon, küçük ve hasta bir çocukla her açıdan zor...  Bir buçuk ayın sonunda psikolojimin bozulmaya başladığını hissettim ve manevi destek alabileceğim bir arkadaşımın yanına taşındım. Arkadaşım kapıdan girerken fazla kalabalık olmamamız için eşyalarımızın yarısını arabada bırakmamı rica etti. O günden beridir arabamın içi yiyecek, giyecek, oyuncak ve temizlik eşyaları dolu vaziyette dolaşıyoruz. Bir süre sonra yalnız başına yaşamaya alışmış birisine yük olduğumuzu hissedip güneyde yaşayan akrabalarımızın yanına geçtim. Şimdilerde güneyde arkadaşlarla, akrabalar arasında mekik dokuduğumuz göçebe bir yaşamımız var. Oysa kendi evimiz sınırın 3 dakika ötesinde… Hatta kirada kaldığımız dairenin balkonunda bahçemdeki çam ağaçlarını görebiliyordum.

“Bu göçebelik, küçük bir çocukla gerçekten zor”

Ameliyat için bir an önce yurtdışına çıkabilmeyi beklediğimiz için yeni bir yer kiralayamıyorum.  Bu göçebelik, küçük bir çocukla bu kadar sık yer-yurt değiştirmek zorunda kalmak gerçekten zor. Bu durumda işe de gidemiyorum, sabah kalkınca giyinip işe gidebilmeyi özledim ve bu durumun daha ne kadar böyle gideceğini bilememek de psikolojimi etkiliyor. Vakit vakit sinir boşalmalarım olsa da kısa sürede gene kendime gelip halime şükrediyorum. “Herkes neler neler yaşıyor, bu hiç bir şey” diyorum. Allah dermansız dert vermesin. Son bir kaç haftadır, haftada bir kez Metehan’a gidip annemle görüşüyoruz, barikatın üzerinden çocuğun kıyafetlerini, oyuncaklarını ve yoğurt kaplarında sevdiğimiz yemekleri uzatıyor bize.

“2.5 yaşında bir çocuk, kendini ait hissedebileceği bir yer yok”

“Çocuğun aidiyet kavramının geliştiği bu dönemde kendi evinin neresi olduğunu bir türlü algılayamadığı bir süreçten geçiyoruz. ‘Kendi evim’ dediği bir yer yok. Anneannesinin evi var, yiayia Katie’nin evi var, Eleni teyzesinin evi var, kiraladığımız bir “adamın evi” var ama “bizim evimiz” diye bahsettiği bir yer yok; Kuzey’de kalan bakıcısının evi artık orası…”

  • Soru: 2.5 yaşındaki bir çocuğa bu yaşananları nasıl açıkladınız?
  • Birinci: Çocuğun aidiyet kavramının geliştiği bu dönemde kendi evinin neresi olduğunu bir türlü algılayamadığı bir süreçten geçiyoruz. “Kendi evim” dediği bir yer yok. Anneannesinin evi var, yiayia Katie’nin evi var, Eleni teyzesinin evi var, kiraladığımız bir “adamın evi” var ama “bizim evimiz” diye bahsettiği bir yer yok; kuzeyde kalan bakıcısının evi artık orası… Anneannemin bakıcısı çocuk konusunda benim en büyük yardımcımdı. Telefonda görüntülü konuşurken çocuk “neredesin” diye soruyor, bakıcı “senin evindeyim” diyor, çocuk “hayır” diyor “benim evim değil o, senin evin”… Başlangıçta her telefonda konuştuklarında bakıcısına “senin yanına gelebilir miyim lütfeeen?” diye soruyordu. Şimdi o konudan umudunu yitirdi, artık evi aradığımda telefonu bakıcısının yüzüne kapatmam için bağırıp ağlıyor, normalde son derece uysal olan çocuk aniden hırçınlaşıp yerlerde tepiniyor, ben telefonu kapatmadan da sakinleşmiyor, aynı şeyi çok sevdiği anneannesine de yapıyor. Sanırım artık gücüne gitmeye başladı bu durum… 2.5 yaşında bir çocuk, tam da aidiyet duygusunun geliştiği zamanda kendini ait hissedebileceği bir yer yok. Ameliyat için de yurtdışında 1-2 aylığına yeni bir yer kiralayıp oraya intibak etmemiz gerekecek, dönüşte ne olacağı ise tam bir muamma…

“İkimizin de gözleri doluyor, benimki duygusallıktan onunki yakan damlalardan”

Günde toplam 8 kez damla seansımız var. Ona her gün damlattığım damlaları tek tek isimleriyle biliyor, damlatmak için kucağıma yatırmaya çalıştığımda isyan ediyor, “Cosopt çok yakıyor gözlerimi, niye damlatıyorsun bana?” diye soruyor, “güzel gözlerin daha güzel görebilsin diye” diyorum, ve sıkıca boynuma sarılıp “teşekkür ederim anneciğim” diyerek teslim oluyor… İkimizin de gözleri doluyor, benimki duygusallıktan onunki yakan damlalardan…
Haftaya uzman bir çocuk psikoloğundan randevu aldım; fiziksel sağlığı korumak için uğraş verdiğim bu zor dönemde psikolojik sağlığımızı da korumak zorundayım.

“Muayeneler ömür boyu devam edecek”

“İnsanlarımızın kendi ülkelerinde daimi bölünmeye sürüklenmesinden endişe ediyorum... Pek çok insan gibi ben de bu dönemde kendimce bir sınav verdim, veriyorum. Başka insanlar ne sınavlar verdi, veriyor, bizimkisi devede kulak kalır. Sadece, kendi ülkemizde ve kendi şehrimizde bu denli bir zorluğa maruz bırakılmamıza gerek yoktu diye düşünüyorum, mücadele ettiğimiz yeterince başka ciddi sorunlar varken…”

 

  • Soru: Bundan sonrası için ne yapmayı düşünüyorsunuz?
  • Birinci: Yurtdışındaki ameliyatla çocuğun gözlerinin içine tüpler yerleştirilecek, bunun için birkaç hafta arka arkaya narkoz alması gerekecek, dolayısıyla güneyde geçirdiğimiz kadar bir süre de gerçek anlamda yurtdışında kalmamız gerekecek. Ameliyat sonrası yine güneyde düzenli muayenelerimiz devam edecek, bu aslında bir ömür boyu devam edecek.
    En büyük korkum ikinci bir dalga olması ve kapıların sene sonuna kadar doğru düzgün hiç açılmaması. Açılsa bile eskisi gibi olamayacağını düşünüyorum. Gerçek anlamda bir normalleşme olmayacakmış gibi geliyor bana, en iyi haliyle yaz aylarında testli geçiş şartlarında geçici bir normalleşme ve Eylül’den sonra yine kapanmalar ve karantinalar olacak diye korkuyorum.

“İnsanlarımızın daimi bölünmeye sürüklenmesinden endişe ediyorum”

İnsanlarımızın kendi ülkelerinde daimi bölünmeye sürüklenmesinden endişe ediyorum. Bu küresel krizden çıkaracağımız en büyük ders, insanın her an her türlü koşulda yaşamaya hazır olması gerektiğidir. Pek çok insan gibi ben de bu dönemde kendimce bir sınav verdim, veriyorum. Başka insanlar ne sınavlar verdi, veriyor, bizimkisi devede kulak kalır. Sadece, kendi ülkemizde ve kendi şehrimizde bu denli bir zorluğa maruz bırakılmamıza gerek yoktu diye düşünüyorum, mücadele ettiğimiz yeterince başka ciddi sorunlar varken…

“‘Evime gidemiyorum’ demeye çekiniyorum çünkü pek çok Kıbrıslı yarım asırdır bu duyguyu gayet iyi biliyor”

 “Kaldığım apartmanın balkonundan kendi evimin bahçesindeki ağaçları görüp de oraya gidemiyor olmak tarifi zor bir duygu... Fakat düşünsenize, bu duyguyu 50 yıldır yaşayan yüzlerce insan var bu adada... Aslında ‘evime gidemiyorum’ demeye çekiniyorum çünkü ben sadece 2 aydır bu zorluğu yaşıyorum, oysa pek çok Kıbrıslı yarım asırdır bu duyguyu gayet iyi biliyor, Kıbrıslı Türk olsun, Rum olsun, Ermeni olsun fark etmiyor...”

 

  • Soru: Birleşik bir Kıbrıs’a, Kıbrıslı Türkler’le Kıbrıslı Rumlar’ın ortak geleceğe inanan bir Kıbrıslı olarak bu süreçte yaşananları, tarafların tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
  • Birinci: Beni en çok da bu dediğiniz nokta yaralıyor aslında, kaldığım apartmanın balkonundan kendi evimin bahçesindeki ağaçları görüp de oraya gidemiyor olmak tarifi zor bir duygu... Fakat düşünsenize, bu duyguyu 50 yıldır yaşayan yüzlerce insan var bu adada... Aslında “evime gidemiyorum” demeye çekiniyorum çünkü ben sadece 2 aydır bu zorluğu yaşıyorum, oysa pek çok Kıbrıslı yarım asırdır bu duyguyu gayet iyi biliyor, Kıbrıslı Türk olsun, Rum olsun, Ermeni olsun fark etmiyor... Bir insanın kendi ülkesinde, yerinden yurdundan edilmesi son derece travmatik bir olaydır.  İnsanların yıllarca kendi içlerinde biriktirdiği bu travmalar sonucunda oluşan negatif duygulara hiç şaşırmamak lazım. Fakat bu duyguları tamir ve tedavi edebilmenin yollarını geçen onca yılda bulabilmemiz gerekirdi. Her iki taraftaki siyasi yöneticiler yıllarca bunu başaramadılar, başarmak istemediler. Yarım asır boyunca bu sorunu çözmeyi başaramadık, ve bizden sonrakilere de işte böyle bir miras bıraktık.

“Dileğim bizi yönetenlerin de bir an önce ‘normalleşmesi’”

Benim kızım bu ülkenin en yeni neslinin üyesi ve daha bu yaştan kendi ülkesinde bu bölünmüşlüğü bu derecede yaşamak zorunda kalıyor. Ben bir önceki neslin bir üyesi olarak yurtdışında tahsilimi tamamlayıp ülkeme geri dönüş kararı verdiğim andan itibaren adadaki siyasi sorunun çözülmesi için elimden gelen her şeyi yapmış olmanın verdiği iç huzura sahibim. Bunu yapmayanlar, umurunda olmayanlar, “benim şahsi çıkarım ve rahatım bu şekilde yerinde, varsın bölünmüş kalsın” diyenler ve “birleşecekse her şey en mükemmelinden olmalı” deyip hiç bir çözüm planını bir türlü beğenmeyenler yüzünden biz bugün bu durumdayız.
Kızım doğduğunda ona beni büyüten anneannemin ismi olan Şule ve Latince’de barış sembolü, zeytin dalı anlamına gelen evrensel bir isim olan Olivia adlarını koydum. Benim hayalim her zaman gerçek anlamda Kıbrıslı bir çocuk yetiştirebilmekti. Kendimce adadaki siyasi sorunun çözümüne yapabileceğim en büyük katkı da bu olacaktı. O nedenle iki isimli, iki toplumlu, iki dilli, her iki kültüre de saygılı bir çocuk yetiştirmek benim için son derece normal. Dileğim bizi yönetenlerin de bir an önce “normalleşmesi”.

 

               

30.jpg

Koronavirüs sürecinde kızının tedavisi için Güney Kıbrıs’ta kalmak zorunda olan Deniz Birinci, haftada bir kez Metehan’da annesiyle buluştuklarını ve barikatın üzerinden çocuğun kıyafetlerini, oyuncaklarını ve yoğurt kaplarında sevdikleri yemekleri aldıklarını anlattı.

 

19-003.jpg

2.5 yaşındaki Olivia Şule’nin, Lefkoşa’nın kuzeyindeki evinde kalan en sevdiği bebeği Ayla ile anneannesi sayesinde sınırda buluşması... 

24-001.jpg

Birinci’nin pediatrik glokom hastası 2.5 yaşındaki kızının, yurtdışında olacak ameliyatına kadar gözünü kaybetmemesi için rutin kontrollerini yaptırması gerekiyor.

25-001.jpg

Birinci: “Arabamın içi yiyecek, giyecek, oyuncak ve temizlik eşyaları dolu vaziyette dolaşıyoruz... Şimdilerde Güney’de arkadaşlarla, akrabalar arasında mekik dokuduğumuz göçebe bir yaşamımız var. Oysa kendi evimiz sınırın 3 dakika ötesinde… Hatta kirada kaldığımız dairenin balkonunda bahçemdeki çam ağaçlarını görebiliyordum.

 

 

Bu haber toplam 9433 defa okunmuştur
Etiketler :