1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sister Speak to Me IV – Kızkardeşim Konuş Benimle IV
Sister Speak to Me IV – Kızkardeşim Konuş Benimle IV

Sister Speak to Me IV – Kızkardeşim Konuş Benimle IV

Bu haftaki FEMA sayfamızda, 8 Mart haftası nedeniyle dört yıldır düzenlediğimiz Sister Speak to Me – Kızkardeşim Konuş Benimle etkinliği çerçevesinde Olga Demetriou’nun yapmış olduğu konuşmanın çevirisini sizlerle paylaşıyoruz.

A+A-

FEMA

Bu haftaki FEMA sayfamızda, 8 Mart haftası nedeniyle dört yıldır düzenlediğimiz Sister Speak to Me – Kızkardeşim Konuş Benimle etkinliği çerçevesinde Olga Demetriou’nun yapmış olduğu konuşmanın çevirisini sizlerle paylaşıyoruz.

Olga Demetriou

“Unhomely Subjects”[i] bölümünden alıntı:

2005 ile 2012 yılları arasında, Cumhuriyette 115 kişi cinayet sonucu öldürüldü. Bu kişilerin 30u kadındı. Öldürülen kişilerin 42si ateşli silahlarla öldürüldü.[ii] Ayrılmış cinsiyet istatistikleri, silah türlerini ve saldırıların sosyal yönlerini ilişkilendirmiyor. Partner/eş şiddeti sadece son yıllarda adli bir kategori oldu.  Aynı dönem içerisinde, 247 tecavüz vakası kaydedildi.  2011 yılı cinayetin en düşük kaydedildiği yıllardan biridir. Aynı yıl içerisinde kayda geçen kadın kurbanların hepsi eşleri ya da aile üyeleri tarafından öldürülmüştü. Femicide (kadın kırım veya kadın kıyım) diğer suçların azaldığı dönemlerde azalmıyor. Ama Kıbrıs toplumunun bir özelliğine doğrudan bağlıdır, militarizmine.  Mayıs 2016’da ordu tarafından kendisine verilen silahla intihar eden bir adamın ölümünün ardından konuşan İçişleri Bakanı ‘saldırgan davranış’ sergileyen kişilerden silahların toplatılmasına müsaade eden bir bakanlar-arası mutabakat imzalandığını duyurdu.[iii] Açıklaması esnasında, Bakan bu görevin zorluğuna değindi ve ‘sadece av silahları dahi 80,000 adettir’ dedi

Kastettiği ordu tarafından sağlanan silahların bundan çok daha fazla olduğuydu, çünkü bu silahlar liseden mezun olur olmaz zorunlu askerlik hizmeti için Milli Muhafız ordusuna alınan ve askerlik hizmetinin ardından rezerv kuvvetlerde kaldıkları 50 yaşına kadar bu silahları muhafaza etmeleri ve bakmaları beklenen erkeklere zimmetlidir. Bunun karşısında, kadınlar devlet tarafından zorunlu kılınan herhangi bir silah eğitimi almıyor ve silahlara erişimi yok. Bu sebeple hane içi şiddet vakaları ya ordu tarafından verilen bir G3ü ya da bir av tüfeğini barındırmaktadır.  Ekim 2013te bir kocanın intihar etmeden önce karısını öldürmesi ve kızını yaralaması bunun bir örneğidir.  Aynı senaryo Haziran 2014te bir adamın karısını ve kızını öldürüp, oğlunu ağır yaraladıktan sonar kendini öldürdüğünde tekrarlanmıştır. Ağustos 2014te bir koca tarafından istenerek ateşlenen bir av tüfeğiydi, Haziran 2013te ise annesiyle şakalaşan bir oğulun tüfeği.[iv] 2011’de Kıbrıslı bir erkek yabancı eşini ve kızını silahla öldürdüğünde, medya saldırının tüm görsel detaylarını verirken silahın türünü belirtmemişti.

Şiddet araçlarına erişim militarizmin Kıbrıstaki kadınları dezavantajlı kıldığı hallerden sadece bir tanesi. Böyle yaparak erkeklerin korumak için eğitim aldığı mağdur kadın rolünü öne çıkarıyor. Bakanın 2016 yılındaki açıklaması bu anlamda hane içi şiddet vakalarında silah kullanımını sıradışı gösteren ve yıllarca sistematik bir bağlantı kurmayı reddeden geleneksel söylem ile bir kopuşu simgeledi. Bu bağın görülmesi zor olmasından değil, tam da apaçık ortada olmasından kaynaklanıyordu. 1974teki savaş sonrasında, savaş öncesi yıllarda Makarios’u sağ paramiliter gruplardan korumak için bir milis gücü de yineten sosyalist parti lideri bundan sonra ‘her ev bir kale, her vatansever bir asker olmalıdır’ diye bildirdi.[v] Milliyetçi ihtişamın başarısızlıkları ve Kıbrıs’ta teslim etmeyi başaramadıklarından bahsetmek için kullanılan bir özdeyiş olarak kaldı.  Ancak tüm alaycılığıyla, evleri savaş alanlarına, erkekleri potansiyel aile katillerine dönüştüren bir hükümete rehberlik etmiştir. Eğer İsrail’de ‘her kadın işgal altında bir bölge ise’ (Sharoni, 1992), Kıbrıs’ta askerin hizmetçisidir. Ve asi olduğu zamansa, düşman haline gelir.   

Ülke genelinde ve her hane içerisinde askerin kapsamlı şekilde bölgelendirilmesiyle yaratılan boşluk  devletin kimin öldürüldüğüne – ve bu öldürmeyi kimin yapabileceğine - karar veren ölümcül sınırını bize söylüyor. Burada cezasızlık söz konusudur, ve 38/1974 Sayılı Ateşli Silahlar Yasası şeklinde tezahür ediyor. 30 Ağustos 19742te, işgalin hemen ardından yayımlanan bu yasa aşağıdaki suçlardan hüküm giymiş kişileri ateşli silah taşımaktan mahrum bırakıyor: adam öldürme, tecavüz, kaçırma, kundaklama, yüksek ihanet, soygun, ayaklanma, isyan, yasadışı örgüt üyeliği, önceden planlayarak adam öldürme ya da adam öldürmeye teşebbüs, ve Bakanlar Kurulu tarafından karar verilen diğer suçlar (Md. 14).  Çatışmanın bu zamana kadar nasıl gerçekleştiği göz önünde bulundurulduğunda ve Kıbrıslı erkekler arasında oldukça yaygın bir davranış olan “yasadışı örgütlere üye olma” bu maddenin erkek nüfusunun çoğunluğunu dışlaması ve silahsızlanmaya sebep olması gerekirdi, eğer hüküm giymiş olsalardı. Bu hiçbir zaman gerçekleşmeti, Makarios, bugün bile tartışmalı adledilen bir hareketle, aynı yılın Kasım ayında, kendisinin adaya dönüp grevinin başına gelene kadar geçecek süre içerisinde hiçkimsenin darbeye ilişkin soruşturulmayacağını ilan etti.  

Her erkek silah sahibinin aynı anda bir kurban aracı olduğu bir yapının oluşturulması olarak okuyabiliriz –  vurgu öldürülecek canlar olarak homines sacri üzerinde değil, ama bu öldürmeyi yapanların cezasızlığı üzerindeydi ve bu kişiler bu ölümcül silaha sahip olmaya ve kontrol etmeye devam edeceklerdi. Başka bir deyişle ceza vermedeki başarısızlık aslında cezalandırıcı bir yasayı önceden işlenmiş ve işlenecek olan cinayetleri onaylayan bir yasaya dönüştürdü. Ordu, kendi silahları kullanılsa bile, askeri alanlar dışındaki şiddet vakalarını kaydetmiyor dolayısıyla da kendi control bölgesi dışında kalan alanda bu silahlara ilişkin politikayı değerlendirmiyor. Bu gibi soruçturmalar salt polis yetki alanine girimekte ve böylece sivil konular halini almaktadır, çekilen tetik askeri bir tetik olsa dahi. Başka bir deyişle, Başka bir deyişle, sivil konular olduğunda, ordu aile savaşlarının gidişatında rol oynamıyor. Her evde dolapta bir silah olduğunu düşünmez isek elbet. Tam da bu sebeple bölye cinayetler sivil cinayetler olarak görülmekte ve siyasi olarak algılanmamaktadır, kadınların şiddet ve ölümü deneyimlediği boşluk ölümcül düzene ait olarak görülmelidir.      

1974ü takibeden onyıllar içerisinde süregelen bu yapıda militarism devlete hakim oldu. Kıbrıs’ta ideal vatandaşı erkek, çoğunluğa mensup (Kıbrıslı Rum /Kıbrıslı Türk), ve ulusun koruyucusu olarak oluşturuyor – yani fiziken güçlü, maskulen, heteroseksüel ve savaşmaya hazır. Mülteci Annelerin devlet eliyle uğradıkları ayrımcılıkla ilgili şikayetçi olabilmelerinin ancak bunu yaparken de ulusun devamını getiren ve onurunu koruyan annelik rolu üzerinden yapmalarının sebebidir.  Böyle yaparak, dolaplarda saklı silahların haklı varlığını onaylıyorlar.

Politikleşmenin tanınmasını engellediği başka bir suç kümesi ise savaç tecavüzleridir. Burada politikleşme farklı çalışmıştır. Tecavüz Kıbrıs’ta, her iki tarafta da, mağduriyet yerine kullanılır hale gelmiştir.  Kıbrıslı Türk söylemi Rum saldırılarını enklavlara giriş çıkışları esnasında polisler tarafından tecavüze uğrayan kadın imgesi üzerinden sunarken, Kıbrıslı Rum söylem de 1974teki Türk ordusu tecavüzleri üzerine oturdu ve tüm ülkeyi tecavüze uğramış bir mağduriyet halinde gösterdi.  Ama buna ragmen, asıl tecavüz mağdurlarının rehabilitasyonuna ilişkin sorular her iki tarafta feminist parlementerler tarafından yöneltildiğinde ise, ‘Diğer’ mağdurların var olduğunun kabulu yanında, kamuoyu görüşü skandal bir haldeydi. Kıbrıslı Türk bir parlementer konuyu 2014 yılında açtığında meslektaşları tarafından ve sosyal medyada ‘haince’ Türk askerinin tecavüz ettiğini ima ettiği için saldırıya uğradı. Kıbrıslı Rum bir milletvekili aynı konuyu bir yıl sonra açtığında, tazmin politikaları açısından daha verimli olmasa da tartışmanın kendisi az hareketli değildi. Iki pozisyon arasındaki en önemli fark birincisinin ortak bir acıyı paylaşmak konusunda uyandırdığı sorular varken diğerinin ağırlıklı olarak devletin yeterli ve onurlu bir tazmin mekanizması sunmaması üzerine yoğunlaşmasıydı. Kıbrıslı Rum siyasetçiler Kıbrıslı Türklerin de benzer acıları çektiğine dair imada bulunmaları sadece kamuoyundaki tartışmaların devlete ilişkin konuları tüketmesinin ardından mümkün oldu.

Önemli olan bir nokta olayların yaşanmasının üstünden geçen bu kadar zaman sonrasında askeri tecavüzleri tartışmanın olayların yaşandığı zamana göre çok daha zor olmasıdır. Kıbrıslı Rumların 1974e dair acıları hakkında meşhur bir belgesel  bir kadının Türk askerleri tarafından birden fazla kez tecavüz edilmesini anlattığı oldukça dobra ve acılı bir sahne ile sona eriyor(Cacoyiannis, 1974). Maria Hadjipavlou ile aynı yıl gerçekleştirilen mülakatlar o günlerde gelmekte olan benzer hikayeleri sunmaktadır(1987: 249-253).  2010lara gelindiğinde, bu, kayıbın en az tartışılan yönü haline geldi. Benim ikinci ve üçüncü ağızdan edindiğim askeri harekatin başlangıcı da dahil o döneme ait bilgiler savaş esnasında sivillerin yaşadığı tüm vahşet içerisinde oldukça fazla tecavüzün yer aldığına işaret ediyor. Bu tecavüzün askeri bir taktik olarak nüfusu korkutarak kaçırmak ve bölgelerin kolayca ele geçirilmesini sağlamak amaçlı kullanıldığını gösteriyor. Tecavüz yerinden etmenin bir tekniğiydi. Aynı zamanda anklav oluşturmanın da bir taktiği olabilidri, buna benzer vahşet bilgileri Karpaz bölgesindeki insanları düşman köprüleri aracılığıyla güvenli güneye geçmekten korkutmuştur.  

Bu gibi hikayeler neden zamanın yarattığı mesafede değil de yaşandıkları anda daha çok öne çıkıyorlardı? Sebep büyük olasılıkla olayların ardından mağdurların kendi toplumları tarafından nasıl karşılandığında yatıyor. Hadjipavlou, ilk setin alınmasından iki yıl sonra, saha çalışmalarının büyük ayağında böyle bir röportaj sunmuyor Ancak boşanma davası açan kocalarına dönen kadınların, mülteci kamplarından ‘fahişeler burda istenmediği’ için kovulan kadınların ve kendilerini Lefkoşa’daki genelevlerde bulan kadınların hikayelerini anlatıyor. (ibid: 253). Defalarca bu tecavüzlerin 1974 sonrasında, normalde böyle bir politikaya katılmayan Kilisenin de onayıyla, kürtaja erişimin esnetilmesinin zeminini hazırladığı belirtilmiştir. (ibid: 252; Vassiliadou, 1997).         

İlgili mevuatta bu askeri biyosiyaset açıkça görünürdür. 15 Kasım 1974te yayınlanan (savaş tecavüzlerinin ikinci üş-aylık/trimester dönemine girdiği, prosedürün hala güvenli olduğu ama hamileliğin görünür hale geldiği zaman), 59/1975 sayılı yasa Ceza Yasasını sıralayacağım üç noktada değiştirdi: (i) Başkalarına karşı şiddet ve hoşgörüsüzlük, (ii) izinsiz şekilde ordu ya da polis nişanı takmak, ve (iii) tıbbi kürtaj. Bu bağlamda, Kıbrıslı Rum yasa yapıcılar, her ne kadar 1974 olayları hiçbir yerde bahsedilmese de (ve diğer tüm mevzuatla büyük bir zıtlık içerse de), şüpheye yer bırakmayacak şekilde kadın ve erkek bedenlerinin polis kontrolü yapılan araziler olduğunu ilan etti, hem terzilik hem de cerrahi anlamda.  İkisini de aynı nefeste telaffuz ederek, sadece zamanın zorlaması sayesinde ve erkeklerin askeri üniformalarının ardında bahsederek tecavüze uğramış haysiyetsiz bir vücuttan uzaklaştıklarını söyleyeceğim.


NOTLAR

[i]ÇN: ‘Evsiz varlıklar’

[ii] İstatistikler United Nations Office for Drugs and Crime: https://data.unodc.org, (erişim tarihi 22 Haziran 2016).

[iv] www.philenews.com, www.sigmalive.com, and www.ant1iwo.com, and www.cyprustimes.com, (erişim tarihi 22 Haziran 2016).

[v] Bkz. http://www.lyssarides.com/speeches/23.shtml

Bu haber toplam 2818 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 409. Sayısı

Gaile 409. Sayısı