1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sinema ve Toplum: Cinsellik Nasıl Yaşanır!
Sinema ve Toplum: Cinsellik Nasıl Yaşanır!

Sinema ve Toplum: Cinsellik Nasıl Yaşanır!

Sinema ve Toplum: Cinsellik Nasıl Yaşanır!

A+A-


İnan Keser
inankeser@gmail.com

Bu toplantının düzenleyicileri benim sunum başlığımı Sinema ve Toplum: Cinsellik Nasıl Yaşanır diye belirleyip sonuna da ‘!’ işareti koyunca kendimi, taşıyamayacağım bir yükün altında hissettim.
Bu başlık gösteriyordu ki, benden beklenen üç dev alanı; sinemayı, toplumu ve cinselliği bilmem ve üzerine konuşmamdı. Ne yazık ki bunu yapabilecek kişi ben değilim. Ama bu alanları daraltıp sinema yerine anaakım sinema ve kardeşi televizyonu, toplum yerine işlevselciliği geçirmeme ve bunların cinselliği nasıl inşa ettiğini özetlememe izin verilirse bu yükün altından bir ölçüde olsa da kalkabileceğimi sanıyorum.
Kültür endüstrisinin başat öğesi olan anaakım sinema ve iş ortağı televizyonun temel kodlarını hemen hemen herkes biliyor artık: eğlendirmek, eğlendirirken para kazanmak ve her şeyden önemlisi eğlendirirken özgün sosyallikleri, sistemin makbul kitlelerine dönüştürmek.
İşlevselcilik ise hayatımızda kapladığı muazzam alana karşın pek kimsenin bilmediği bir ‘şey’. Derin ve güçlü bir tarihe sahip olmakla birlikte en özlü biçimiyle T. Parsons tarafından ortaya konulan, sadece Soğuk Savaş ve ertesinde ABD’de temel sosyoloji okulu olmakla kalmayıp resmi ideoloji haline de gelen işlevselcilik, tabii ki bizim gibi ABD vadisinden Batılılaşmak isteyen ülkelerde ABD’den daha etkili hale geldi. Öyle ki bugünün Türkiye’sinde hâlâ sosyoloji diye çoğunlukla işlevselcilik talim ettirilirken insanlar da işlevselci rasyonaliteden kalkarak karar alıyor ve uyguluyor. Bir başka deyişle mamul bir sosyoloji ekolü, Türkiye’de kurumların, örgütlerin ve insanların anaakım zihniyet biçimi olarak işliyor.
En genel özetle, toplumu, aslında toplum terimiyle işlevselciliğin kastettiği ülke çoğunlukla da devlettir,  yaşayan bir organizma, işleyen bir sistem, ihtiyaçları olan bir bütün olarak gören işlevselciliğe göre, sistemde yer alan herhangi bir parçanın değeri de ancak o parçanın sisteme işlevsel katkı düzeyi ile ölçülebilir. Bu bakış açısının zorunlu bir sonucu olarak işlevselcilikte, sistemde işlevsel rolü olmayan ya da olmadığı düşünülen parçaların toplum denilen varlığın yaşamasını sağlayan iç denge/düzeni tehlikeye atan, bir başka deyişle ‘toplumsal sağlığı’ bozan birer tehdit olduğu iddia edilir.
Özel olarak cinselliği ele alışında da işlevselcilik başat olarak toplumun hayatta kalmasında vazgeçilmez gördüğü üremeyi merkeze alır ve bu noktada cinsellikle ayrılmaz biçimde “toplumun temel yapıtaşı ve en küçük birimi” olarak tanımladığı aile kurumuna devasa bir atıfta bulunur. İşlevselci yaklaşıma göre aile temel olarak, insanların cinsel ihtiyaçlarını toplumsal düzen ve bütünlüğü tehlikeye atmadan, toplumca meşru görülen bir biçimde gidermelerini sağlayan/sağlaması gereken sosyal kurumdur. Aynı zamanda aile, birincil sosyalizasyonun yaşandığı, insanların içinde yaşayacakları toplumla işlevsel anlamda uyumlu birer öğe olarak şekillendirildikleri yerdir. Ailenin önemli işlevlerinden bir diğeri ise sosyal hayatın başka alanlarında iktidar sahibi olmayanların, örneğin toplumun büyük bölümünü oluşturan erkek işçilerin, oynayacakları aile reisi-baba rolüyle iktidar kazanarak kişiliklerini dengeleyecekleri ve böylecebaşta ekonomi olmak üzere tüm sistemin ihtiyaç duyduğu biçimde öğeler olmaya devam etmelerini sağlamaktır. Sonuçta işlevselcik, cinsellik ve ondan ayrılmaz biçimde ailenin, toplumsal düzenin yeniden üretimini kompleks bir işlevsellikle yerine getirdiği/getirmesi gerektiğini savunur.
Bu kısa özetin bize hatırlattıklarıyla, anaakım sinema ve kardeşi televizyonun cinselliğe dair bize seyrettirdiklerini kafamızda canladırdığımız da her şey biraz daha berraklaşır: Üremek için cinsellik işlevsel, meşru, sağlıklı ve zorunlu; üreme amacıyla gerçekleştirilmeyen, üremenin mümkün olmadığı ya da kadın ve erkek rollerinin oynanmadığı cinsellik ise tam tersine tehdittir. Aile ve onun ideal tipi olan anne, baba ve çocuklardan oluşan aile biçimi, toplumun düzen içinde devamlılığının garantisi, aile dışındaki birliktelikler ya da bu ideal tip dışındaki aileler ise tam tersi mücadele edilmesi gereken sapmalardır.
Yakınlardan bir örnek vermek gerekirse; çocuk askerlikten kaçan Afrikalı mültecilerin, fahişelerin, köyü boşaltılan Kürtlerin, travestilerin, underground tarzın taşıyıcıları apaçilerin ve daha nice sistemin makbul üyesi olmayanın Almadovar tarzı geçit yaptığı, Kayıp Şehir adlı yapımın mutlu sonu nikah yüzüğü, nüfus cüzdanı, anne, baba ve çocuk değil miydi?

 

***

Psikeart Günleri II " Sinema ve Psikiyatri" Sempozyumu 28-30 Mart 2013

Bu haber toplam 2126 defa okunmuştur
Gaile 216. Sayısı

Gaile 216. Sayısı