1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Platon’nun Akademia’sından (Demokratik) Üniversite’ye..
Platon’nun Akademia’sından (Demokratik) Üniversite’ye..

Platon’nun Akademia’sından (Demokratik) Üniversite’ye..

‘Demokratik Üniversite’nin, evvel emirde üniversitelerimizin kendilerinden başlayarak toplumsal yaşamımızın niteliksel gelişimine, bu sürecin önünü açacak zihniyet dönüşümüne olumlu katkıda bulunacağı aşikârdır.

A+A-

 

Hakkı Yücel
 hkyucel52@gmail.com

İnsanlığın tarihsel gelişim serüveni içinde, ilk kez Atina yakınlarındaki bir zeytinliği kendine mesken edinip kurduğu ‘Akademia’da Platon (M.Ö 387) etrafına topladığı öğrencileriyle, gözlerden uzak bu özel mekânda, hakikat ve düşünce peşinde süre gidecek büyük yolculuğa başlayacaktır. Bu özel çatı altında üretilen bilgi, ilk etapta kendisiyle sınırlı ve kendine ait bir ayrıcalık unsurudur; bir başka ifadeyle sadece bu alan içinde yaşam bulan küçük bir cemaatin malıdır. Rönesans’la beraber sanatın ve giderek bilimin, din ve eğitim (ya da hakikat) adına öne çıkmış olan Kilise’nin yerini alacağı yeni ‘akademi’lerin açılması, bu alanda yaygınlaşmanın ve yoğunlaşmanın ifadesi olsa da, kurumun kendisiyle ve içinde yer alanlarla sınırlı ayrıcalıklı konumunu henüz değişmeyecek, bilim ve bilgi hâlâ ‘akademia’nın sınırları dâhilinde kalarak varlığını sürdürecektir. Aydınlanma ve Modernite ile birlikte ‘bilim-bilgi’nin giderek daha çok doğa ile doğrudan yüzleşmesi ve onu kendince değiştirmeye çalışması ise gücünü günden güne daha da artıracak, giderek kurumun kendi üstüne kapalı kapılarının dışa doğru açılma süreci başlayacaktır.

Aklın, bilimin ve bilginin dünyayı anlamada ve doğayı değiştirme yolunda zamanla kazandığı gelişim ivmesi, 18. yüzyılda ‘üniversite’lerin ardı arkasına kurulmalarıyla bir bakıma ‘Üniversiteler Çağı’na geçişin fitilini ateşleyecek, aynı anda ‘ulus-devlet’in yaygın ve hâkim siyasal yapı halinde oluşması, bu yeni siyasal yapı ve onun ideolojisinin çok genel anlamda ‘eğitim’ ve daha spesifik anlamda da ‘bilim-bilgi’ ve ‘üniversite’ ile oluşacak özel ilişkisini de gündeme getirecektir. Şöyle ki, ulusçuluk ideolojisi ile birlikte yeni bir siyasal-toplumsal kurgulanış ve bunu sağlayan ve denetleyen yeni bir (sınıfsal) ‘devlet-iktidar’ (güç) söz konusudur artık ve kendinde bir güç olan ‘eğitim’ ve ‘bilim-bilgi’ de bu kurgulanışın vazgeçilmez dayanaklarından biri olacaktır. Daha net bir ifadeyle bu aşamada eğitim, özellikle ilk ve orta eğitim dönemlerinde ‘devlet-iktidar’ gücünü artıran, onu kutsayan, ideolojik endoktrinasyon unsuru olarak işlev görecek, ‘üniversite’ seviyesinde ise bu ilişki biçimi, onun (üniversitenin) bizatihi ‘bilim’ ve ‘bilgi’ üretilen yer ve bu özelliklerinden kaynaklanan özgül ağırlığı yoğun bir gücü içkin olmaları nedeniyle daha farklı bir mahiyet arz edecektir.  Şudur: Üniversite’nin ‘olgu’larla anlam kazanan bilimselliğinden ve yine onun yaşama dönük ‘değer’lerle sosyalleşmesinden doğan gücü, bir başka güç merkezi olan ‘devlet-iktidar’la olan ilişkisinde onu etkin bir unsur olarak öne çıkarırken, aynı anda hayatın vazgeçilmezi de kılacak; kendi içine kapalı halinden çıkarak (kendi içinde bir güç olma halinden çıkarak), dışarıya da taşmak suretiyle doğrudan yaşamın içinde yer alacaktır.

Bu gelişmeler ışığında bugünlere kadar taşacak ve geçerliliğini koruyacak kritik soru ise şudur:  ‘Üniversite’ler ve haliyle ‘bilim-bilgi’, gücünü, ‘devlet-iktidar’ (güç) ile bütünleştiren ve onun emrinde kullanılan bir işlevi üstlenmekle mi yetinecektir; ya da kendi gücünü salt kendisiyle sınırlandırarak, kendi iktidarını sağlamlaştıran bir yalıtılmışlık içinde kalmayı mı tercih edecektir (bu durumu ‘üniversite’nin salt ‘bilimsel olgu’lara dayanarak ‘akademizm’ ya da ‘bilimizm (scientisim)’ dünyasında kalmak, niteliksel dönüşümlerini ve gelişmelerini salt bu dünya ile sınırlandırmak diye tanımlamak da mümkün); yoksa Antik Yunan’dan itibaren aşama aşama gelişen, bu gelişim harcında Kilise’nin ve zalim iktidarların bağnaz şiddetiyle akıtılan bilim adamları ve bilgelerin kanlarının yer aldığı, Descartes’in cogitosu (‘Düşünüyorum o halde varım!’), Kant’ın ‘Sapare Aude’si (‘Kendini tanı!’) ve daha birçoklarının katkılarıyla bilim-bilgi-düşünce ufuklarının sürekli genişletildiği özgür, yaratıcı ve eleştirel gücünü, ‘devlet-iktidar’(güç) karşısında özerkleştirerek, hem ‘bilimsel olgu’lar çerçevesinde ‘dikey’ anlamda derinleşmek ve yetkinleşmek (bilim kalitesini sürekli artırmak ve geliştirmek) ve hem de ‘değer’ler çerçevesinde ‘yatay’ anlamda genişleyerek çağdaş dünya ve toplumun kurulmasına  (‘bilim-bilgi’den başlayarak siyasetin ve toplumsal yaşamın demokratikleşmesine), onun zihniyet dünyasının olgunlaşmasına, bir başka ifadeyle düşüncenin ve daha geniş anlamda zihniyetin demokratikleşmesine katkıda mı bulunacaktır?  (Bu arada, 1968 Mayısı’nda evrensel ölçekte yaygınlık gösteren ve bir ‘devrim’ niteliği kazanan öğrenci olaylarında temel taleplerden birinin tam da burayı işaret ettiğini ve o talebin ‘devlet-iktidar’ının -Buna devlet aklı demek de mümkün-  üniversiteler üzerindeki -akademik akıl üzerindeki- denetleyici, kendine tabi kılıcı tahakkümünün kaldırılması, eğitimin özerkleşmesi, yaratıcı, özgür ve eleştirel düşüncenin merkezi olması olduğunu hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar var.)

Buradan bakınca, günümüzün özellikle gelişmiş demokrasilerinde temel güçler olan Yasama, Yürütme ve Yargı yanında dördüncü kuvvet olarak zikredilen Medya’ya, artık etkin beşinci kuvvet olarak ‘akademia’nın da katılmış olması; yeni toplumsal-siyasal projelerin söz konusu olduğu dünyamızda bu projelerin anlamlandırılması (kavramsallaştırılması) ve hayata yönelik yaşayan gerçeklikler olarak yansıtılması (demokrasi ve demokratikleşme işte tam burada önem kazanmaktadır) yönünde ‘üniversite’lerin büyük anlam ve işlev kazanmasına yol açacağı aşikârdır.

Peki, ardı ardına kurulan üniversitelerle bir ‘eğitim adası’ olma iddiası taşıyan ülkemizde durum nedir? 1974 sonrası oluşan yeni siyasal yapı içinde üniversitelerin, ekonomik-siyasal-sosyal-kültürel yaşamımızdaki yerleri ve onların yaşama ve yaşam kalitesine yönelik katkıları açışından işlerlikleri ve işlevsellikleri konusunun sürekli gündemi meşgul etmesi dikkat çekicidir. Bilimsel özerklik ve kalitenin ticari kâr dürtülerinin öne çıkmasıyla güdük kaldığı endişelerinin sıklıkla dile getirildiği, üniversite eğitiminin sadece meslek sahibi insanlar yetiştirmek gibi algılanarak neredeyse otomasyona bağlanan bir serilik ve kolaycılık içinde mebzul miktarda mezun vermekten öteye gidemediği; akademik hayatla entelektüel hayat arasındaki ilişkilerin yetersiz kaldığı ya da akademik hayatın siyasal-toplumsal kültürümüze katkıları veya ‘devlet-iktidar’-‘üniversite’ ilişkilerinde siyasetin belirleyici olduğu, bu anlamda üst yönetim kadrolarının öğretim üyelerini baskı altına aldıkları ve benzeri konular hep tartışıla gelmekte ve sonuçta ‘üniversite’ler sürekli sorgulanan ve bir türlü giderilemeyen beklentiler çerçevesinde eleştirilen kurumlar olmaya devam etmektedirler.

İçinde bulunduğumuz ‘dijital-elektronik çağ’da, (buna bir de pandemi süreci eklenince) geleceği tartışılan, bu bağlamda evrensel ölçekte, gerek yapısal gerekse anlayış olarak dönüşüm ve değişime tabi tutulacağı kesin olan (bu yolda yoğun tartışmaların sürekli gündemde olduğu ve somut adımların atılmaya başlandığı) eğitim ve buna bağlı olarak üniversite kurumunun, ülkemizdeki karşılıklarının da aynı sürece tabi olacakları aşikârdır. Ancak an itibarıyla mevcut üniversitelerin ekonomik getiri amacını önceleyen, kendi sınırları içinde kendisi için bir güç halinde iktidarını kurarak, devlet aklıyla kol kola, uygulamada otoriter, bilim adına ise salt ‘olgu’larla yetinen ‘akademizm (scientism)’ anlayışıyla varlığını sürdürmeye devam etmek mi; yoksa ‘bilimsel olgu’larla kazanacağı bilimsel derinliğini ve yetkinliğini ‘değer’lerle genişleterek sosyalleşmek; yaratıcılığı teşvik eden, katılım, şeffaflık, eleştirellik ve demokratlık ekseninde siyasetten kültüre, düşünceden sanata hayatımıza etkin ve demokratik bir güç halinde

-‘Demokratik Üniversite’-dâhil olmak mı seçenekleri karşısında tercihini yapması gerekmektedir.

‘Demokratik Üniversite’nin, evvel emirde üniversitelerimizin kendilerinden başlayarak toplumsal yaşamımızın niteliksel gelişimine, bu sürecin önünü açacak zihniyet dönüşümüne olumlu katkıda bulunacağı aşikârdır. 

Bu da az şey olmasa gerektir.

Bu haber toplam 7249 defa okunmuştur
Gaile 476. Sayısı

Gaile 476. Sayısı