1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Özgürlük Üzerine
Özgürlük Üzerine

Özgürlük Üzerine

Farklı düşünmekte ‘’özgürüzdür’’ ama bu şekilde de çevremizden yabancılaşır ve toplumdan dışlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız

A+A-

Mustafa Yaşın
mustafayashin@gmail.com

Özgürlük Ne Değildir?

‘’Doğayı biz yaratmadık; ama düşünce doğanın dışındaki her şeyi yarattı, kendi yarattığı şeylere tapmaya başladı’’, Krishnamurti.

Birçoğumuz için özgürlük çok değerlidir ve onun için her mücadeleyi verebileceğimize inanırız. Özgürlük bir Marksist için işçi sınıfının kapitali kontrol eden sınıf karşısında bağımsızlaşması, bir Feminist için ataerkil düzenden kurtulmak, bazıları için ekonomik bağımsızlık kazanmak, bazıları için sahip oldukları sınırları, o sınırları oluşturan milleti, bayrağı ve vatını korumaktır. Ancak yukarıdaki özgürlük anlayışlarına baktığımız zaman, özgürlük sanki erkekten kadına veya kapitalistten proletaryaya devredilebilecek bir hakmış gibi görülmektedir ve bence bu görüş özgürlük anlayışı karşısındaki en büyük engellerden biridir. Rollo May, ’’Özgürlük ve Kader’’ kitabında, özgürlüğün gerçekliği kendiliğinden apaçıktır ve bu devredilmeyen bir haktır der.

Keyif arayışına adanmış (hedonik) yaklaşımlarla da özgürlüğü tam olarak anlamak mümkün değildir. Burayı biraz açmak gerekirse, bizler çoğu zaman hedonik yaklaşımla zevk, mutluluk, statü ve kariyer peşinde koşarız. Bunları da sahip olduğumuz şeylerle ilişkilendiririz. Bizler doğası gereği sürekli değişmeye mahkum olan (çünkü hiçbir mutluluk sonsuza dek sürmez) bu hazların peşinde koşarken, belki para kazanıp ‘’bağımsızlığımızı’’ elde ederiz ama aynı zamanda bu hazların bağımlısı haline geliriz. Ekonomik ve siyasi haklarla bağımsızlaştıkça, zevk ve mutluluğun bağımlısı oluruz. Tocqueville, ‘’Orada beden özgür kalmış, zihin köleleşmiştir’’ der. Demokrasisi gelişmemiş ülkelerde sistemin istediği gibi yaşayıp düşünmediğimizde hayati ve temel özgürlük haklarımız tehlike altındadır. Gelişmiş ülkelerde ise tehdit tamamen farklı ve zihinsel boyutlardadır. Farklı düşünmekte ‘’özgürüzdür’’ ama bu şekilde de çevremizden yabancılaşır ve toplumdan dışlanma tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Bu tür bir özgürlük Erich Fromm’un da dediği gibi olumlu bir özgürlük olamaz çünkü bize bağımsızlık ve ussallık getirmiş olmasına karşın, bizleri toplumdan soyutlar dolasıyla kaygılı ve güçsüz kılar. Her birimiz hayatımızın bazı dönemlerinde bu soyutlanmayı, kaygılı ve güçsüz olma durumunu az ya da çok olsun yaşamışızdır ve yaşıyoruz. Erich Fromm’a göre bu soyutlanma katlanması zor bir durumdur. Bu tür bir soyutlanmayı yaşamamak için de yeni bağımlılıklara sığınırız ve olmak istemediğimiz bazı koşullara veya işlere boyun eğeriz.

Alan Watts; ‘’Özgürlük bölünmüş zihnin asla anlayamayacağı bir şeydir’’ der. Günümüzde topluma uyum sağlayarak soyutlanmış zihinle özgürce akan zihnimiz kutuplaşmıştır. Ve bu nedenle özgürlük düşüncemiz giderek zayıflatmış ve sığlaşmıştır. Özgürlük anlayışımız genel olarak dış baskıların olmamasına, devlet baskısından azade olmaya ve sadece hukuki düzeydeki özgürlüğe indirgenmiştir, (Rollo May). Ancak Victor E. Frank’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında Auschwitz toplama kampındaki anılarını kaleme aldığı ‘’İnsanın Anlam Arayışı’’ kitabında bahsettiği tüm zorlu ve insani olmayan koşullara rağmen, bir gün batımını izlerken hissedilen birlik ve özgürlük duygusu nereden geliyordu? Günümüzün özgürlük anlayışına tamamen zıt olan toplama kampı koşullarında bir insan nasıl olurda kendisini bu kadar özgür ve dünya ile bir hissedebiliyordu? Bu birlik duygusunun temeli neydi? Aslında bu duygular bizlere de çok yabancı olmayan duygulardır. Çocukluğumda yaz akşamları köyümüzdeki evin balkonunda otururken hep yıldızlara bakar yukarıda neler olup bittiğini merak ederdim. Bu akıl almaz koskocaman gökyüzüne baktığım zaman içim mutlulukla dolardı çünkü o zamanlar çocuk zihnim ‘’ben ve gökyüzü’’, ‘’ben ve diğerleri’’ ayrımını bilmezdi. Ne zaman ben ve diğerleri arasındaki ayrım ortaya çıktı gökyüzünün karanlığı da korkutucu ve güvensiz olmaya başladı. Geleneksel bağlardan ve baskılardan giderek özgürleşen ve bağımsızlık kazanan birey tüm bu ilerlemelere rağmen gene de kendisini yalnız ve soyutlaşmış hissedebiliyorsa bu olumlu ve yaratıcı bir özgürlük değildir.

Özgürlüğün Yanlış Kullanımı ve Önündeki Engeller 

Bu üzerinde düşünmemiz gereken bir konudur çünkü Rollo May’ın de dediği gibi, bizler özgürlük dediğimiz şeyi sadece tam olarak anlamamakla birlikte onu yanlış da kullanırız. Özgürlüğün yanlış kullanımı, gerçeklerden kaçma eğilimi içinde olduğumuzda başlar. Gerçeklerden kaçma eğilimi bir sorunumuz olduğunda ‘’müziğin sesini’’ açma dürtüsüdür. Bence, özgürlüğün yanlış ve hatta kötüye kullanımı ‘’f*ck it’’ veya ‘’The Secret’’ kitaplarında apaçık ortaya çıkmaktadır. Sorununuz mu var? O zaman ‘’f*ck it’’. Evrenden bir şey mi istiyorsunuz? O zaman ‘’pozitif enerji’’. Bu gibi yaklaşımlar sorunlarımızı gerçek anlamda çözmez ama bizlere kısa vadeli aldatıcı bir mutluluk hissi verebilir. Fakat genel yaşantımız ile ilgili olan kaygı, trajedi, yas ya da ölüm gibi sorun ve sorularımıza hiçbir şekilde cevap veremezler. Hatta bunları görmezden bile gelirler. Freud, özgürlüğe bu tür kestirme ve yüzeysel ‘’by-pass’’lardan ulaşmanın olanaksızlığına işaret eder. Bu kitaplarda önerilen yüzeysel ve aldatıcı yaklaşımlar özgürlüğün apaçık yanlış ve kötü kullanımlarıdırlar ve sorunları göğüslemekten bir kaçıştır. Gündelik yaşamımızda bizi rahatsız eden korkularımızı görmezden gelerek onlardan gerçek anlamda özgürleşebilir miyiz?

‘’İnsanlık zihinsel-teknik alandaki aşırı olgunlukla çoşkusal gerilik arasında bir uyuşmazlık yaşıyor.’’, Erich Fromm.

Yukarıda özgürlüğün ne olmadığı, yanlış ve kötü kullanımı hakkında konuştuk. Ben burada insanların toplumsal mücadeleden kaçmaları ve sadece zihinsel özgürlükleri için çalışmaları gerektiğini savunmuyorum. Tam aksine gerçek bir özgürlük kazanmak için toplumsal mücadelenin yanına zihinsel özgürlük kazanabileceğimiz tutum ve davranışları da eklememiz gerekir. Örneğin, eğitim ve entelektüel birikimin bizleri özgürleştireceğini düşünür ve bilime neredeyse bir tanrıymışçasına taparız. Çağımız zihinsel ve teknik alanda aşırı olgunlaşırken, bilim bizi bir ölçüde özgürleştirir. Fakat öğrendiklerimiz ve entelektüel birikim konu yaşamın temel sorunlarına geldiğinde gerçek özgürlüğümüz karşısında en büyük engellerden biri olur. Aslında, bu birikimler bizlere olaylara bakabileceğimiz bir ‘’gözlük’’ sunarlar ancak ister entelektüel ister geleneksel olsun bu ‘’gözlüğü’’ çıkarmadan, olaylara tarafsız bakabilmek ve onlardan özgürleşmek mümkün müdür? İnsanoğlu Erich Fromm’un da dediği gibi; çağımızda zihinsel ve teknik alanda aşırı olgunlaşırken neden bu kadar çok psikolojik sorunlar yaşıyor?  Bu zihinsel ve teknik gelişim çocukluğumuzda kendimizi unuttuğumuz ve coşkusal akışımızı yaşadığımız günlerin önünde bir engel mi?

“Gökteki ayla ayı gösteren parmağı birbirine karıştırmamak gerekir.”, Zen Özdeyişi.

Alan Watts; özgürlüğü gerçekten keşfetmek istiyorsak onu imgelerden kurtarmamız ve haklı olmaya çalışmaktan vazgeçmemiz gerekir der. İmgelerin asıl kullanım amacı gerçeği sahiplenmek değil, onu ifade etmek olduğu üzerinde durur. Ancak çağımızda neredeyse bir tanrı gibi taptığımız bilim, ya da ait olduğumuzu düşündüğümüz topluluklar veya devlet doğası gereği haklı olmaktan vazgeçemez çünkü onların inanılması gereken gerçekleri vardır. Haklı olmaktan vazgeçtikleri gün kendi kendilerini yok ederler. İnanılması gereken gerçekler bizleri maalesef özgürleştirmez. Yukarıdaki Zen özdeyişinde denildiği gibi bizler bize sunulan öğretiyi, öğretinin kendisine konu aldığı yaşantıyla birbirine karıştırırız. Ne zamanki bildiklerimiz yaşantının önüne geçip, gerçek yaşantının yerini alır o zaman gerçek özgürleşme yolunda büyük bir engel oluşur.

Özgürleşme Yolunda Doğru Çalışma ve Tutum

‘’Kendi iradene ve onuruna uygun şekilde özgür olasın diye, kendi yaratıcın olasın, kendini inşa edebilesin diye, seni ne ilahi, ne dünyevi, ne ölümlü, ne de ölümsüz yarattık. Özgür iradeye bağlı bir büyüme ve gelişme yetisini yalnızca sana verdik. Sen, içinde evrensel bir yaşamın tohumlarını taşıyorsun’’, Pico della Mirandola.

Sabahın erken saatleri, güneşin pırıl pırıl parladığı bir ilkbahar günüydü. Bağdaş kurup yerde otururken zihnim birçok düşünce ile doluydu. Düşünceler gelip geçiyor, deli otlar gibi bitiyordu. Bir an sustu bu düşünceler, zihin dinginleşti ve etrafına daha duyarlı oldu. O sırada nefesin o basit, saf güzelliğini hissediyor ve olup biteni temiz bir şekilde algılamaya başlıyordum. Tam o anda çevresinde oturduğum portakal ağaçları üzerinde çalışan arı ordusunun sesini duydum. Hiç durmadan bir yerlere gidip, geliyorlar, hiç susmuyor ve yorulmuyor gibiydiler. Yorulsalar bile onların yerini alacak ve bu orduya katılacak başka arılar da vardı sanki. Bu arı ordusu portakal bahçesi üzerinde ne yapıyordu? İşte o an doğru çalışma ve tutumun ne olduğunu biraz olsun hissettim. Doğanın yarattığı bu olağanüstü arı ordusu; varlığını sürdürmek, üretmek ve özgür olmak için doğru bir çalışma örneği gösteriyordu. Bu tutum bana doğanın işleyişinin temelde ne kadar özgür olduğunu hissettirdi. Ya biz insan oğlunun yarattığı ordular doğru bir çalışma örneği gösteriyorlar mı? Bu ordular bir kenara dursun, ya zihnimizde yarattığımız düşünce ordularının amacı ne? Bizlere gerçekten bir özgürlük mü veriyorlar yoksa özgürlüğümüzü elimizden mi alıyorlar?

‘’Her şeyi alabilmek için her şeyi bırakmak gerekir’’, Dogen Zenji.

Freud özgürlüğü önceki bölümde belirtilen ‘’by-pass’’larda değil daha derin bir düzeyde arama ihtiyacı üzerinde durmuştur. Yalnızlık bu derin düzey için çok önemlidir. Burada kendimiz ve zihnimizle baş başa kalabildiğimiz gerçek yalnızlıklardan bahsediyorum. Yalnızlıkla birlikte özgürlüğümüzün sorumluluğunu üstleniriz ve bu sorumluluk özgürlüğümüz önündeki engelleri değiştirebilme fırsatı sunar. Sorumluluğunu aldığımız özgürlük yolunda artık bir kurban değil, özgürlüğümüzün gerçek yaratıcısı olabiliriz çünkü artık özgür olmadığımız için suçlayabileceğimiz biri kalmamıştır.

Rollo May’e göre yalnızlık bir bağlamda dürüstlüktür. Dürüstlükle kendinizi genel kitleden ayırır, konformizmden kurtuluruz. Bizler toplum ve onun paydaşlarının bize sunduğu konformizmden fayda sağlarken toplumun baskısından özgürleşmek isteriz. Bence bu dürüst bir çalışma ve tutum olamaz. Ancak ve ancak kendisine dürüst olan bir insan evrensel olanla arasındaki bütünselliği ve özgürlüğü hissedebilir. Dogen’nin dediği gibi evrensel bütünsellik için her şeyi bırakmak gerekir. Bu her şey içerisinde bizleri üzen ve baskılayan toplumsal gelenekler olduğu gibi, entelektüel bildiklerimiz de var. Entelektüel bilgiler ile zihnimizi açarız ancak zihnin gücü sınırlıdır. Zihnin etrafında olanları algılama gücünün sınırlı olması nörolojik bilimsel çalışmalar tarafından da kanıtlanmıştır. Her şeyi alabilmek, anın içinde ve evrenin tüm varlıklarının ötesinde olmak için sadece zihni değil kalbi de açmak gerekir.

‘’…Dinle oğlum: Tanrı’yı yedi kat gökler ve yedi kat yer almaz; ama insan kalbi alır. Onun için, aklını başına topla Aleksi, hayır duam seninle olsun, dikkat et, hiçbir zaman insan yüreği yaralama!”, Nikos Kazancakis, Zorba.

Kazancakis’in Zorba romanında bahsettiği Türk karakter Hüseyin Ağa’nın yukardaki sözleri bana kalbin gücünün ne kadar sınırsız ve sonsuz olduğunu gösteriyor. Kalbini açan bir insan çoşkusal bir tutumla anbean özgürlüğü keşfedebilir. Bazen bana özgürlük bir rüzgarın sesinde sonsuzluk hissini bulmak gibi geliyor…

 

 

Bu haber toplam 6071 defa okunmuştur
Gaile 464. Sayısı

Gaile 464. Sayısı