1. HABERLER

  2. ÖZEL HABER

  3. “Kara para, mafya ve talan düzenine son vermeliyiz”
“Kara para, mafya ve talan düzenine son vermeliyiz”

“Kara para, mafya ve talan düzenine son vermeliyiz”

Deneyimli siyasetçi, eski başbakanlardan Ferdi Sabit Soyer, Kıbrıs’ta ‘gayri resmî’ bir federasyonun fiilen kuzey ve güneydeki mafyalar tarafından oluşturulduğunu söyledi.

A+A-

YENİDÜZEN

Mert Özdağ ve Ertuğrul Senova’nın Haber Toplantısı programına konuk olan deneyimli siyasetçi Ferdi Sabit Soyer mülkiyet krizinden kara para yasasına, bankacılık sisteminden federasyon tartışmalarına kadar pek çok konuda çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

Kıbrıs’ın kuzeyinde yıllardır çözülemeyen mülkiyet krizinin tarihsel kökenlerini ve günümüzdeki etkilerini değerlendiren Soyer, “Mülkiyet krizinden federal çözümle kurtulabiliriz” dedi.

AİHM kararlarından TMK yasasına, Louzidu davasından eşdeğer mal uygulamasına kadar pek çok örnekle yaşanan süreci detaylandıran Soyer, “Mülkiyet sorunu, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün içindedir” dedi. Soyer, Türkiye’nin kara para konusunda gri listeden çıkma mücadelesine ve KKTC bankacılık sistemine yönelik tehditlere de dikkat çekti, “Kıbrıs’ta federasyon kuruldu ama mafya düzeniyle” diyerek, hukuki ve siyasi duruşun net olması gerektiğini vurguladı.

“Dönemin hükümeti köylerde törenler düzenleyerek koçanları dağıttı”

Deneyimli siyasetçi Ferdi Sabit Soyer, mülkiyet krizini meselesinin bugün ulaştığı noktaya dikkat çekerek çözüm yolunun federal yapıdan geçtiğini vurguladı.

“Mülkiyet konusu 1977’de Meclis’ten geçen İskân topraklandırma ve eşdeğer mal yasası kapsamında gündeme geldi” diyen Soyer, o dönem Naci Talat, Özker Özgür ve Orhan Orhun’un bu yasanın kesin kullanım belgesi verilmesini önerdiğini ifade etti. Soyer, “Altına da bütün ‘bu belgeler Kıbrıs sorununun nihai çözümüyle de bağlantılıdır’ diye yazıldı. Bir kısım ‘uluslararası hukuk yoktur, ulusal hukuk vardır. Bizim ulusal hukukumuz 1974’te belirlenmiştir. Ulusal hukuk bağlamında bu iş olacaktır’ dediler. Naci Talat ve Orhan Orhun ‘Bunu böyle çıkarırsanız 10 yıl sonra Güney Kıbrıs AİHM’e gidecek, bizi değil Türkiye’yi dava edecek’ dediler” şeklinde konuştu.

Soyer, yaklaşık 13 yıl sonra Louzidu davasının başladığını hatırlatarak, “Bayan Louzidu davayı kazandı ama malının iadesi değildi. Kullanım kaybından ötürü tazminattı. Türkiye bunu kabul etti. Paradan evvel bir genişleme daha yaptılar. Ledra Palace’dan geçişi uyguladılar. Oradan asla kimse geçemezdi. Barikatların kapalı olduğu dönemdi. Louzidu AİHM’e başvurdu” dedi.

1985 Anayasası’na da değinen Soyer, “Biz buna hayır kampanyası açtık. Bu anayasanın geçici bir maddesi var. Bu geçici madde diyor ki ‘buna bağlı olarak bu çerçevedeki pozisyonla bu anayasa yürürlüğe girdikten 5 yıl sonra eşdeğer mal uygulaması sonuçlanır ve tahsisten hak sahibi olanlara koçanları dağıtılırmış’. Biz buna karşı çıktık. Yüzde 30 hayır, yüzde 70 evet çıktı. Anayasa yürürlüğe girdi. 1980’den 1985’e kadar bu uygulamalar böyle devam etti” ifadelerini kullandı.

1990 yılında Meclis’i boykot ettiklerini anlatan Soyer, “50 kişilik Meclisin 45 üyesi UBP’den oluştu. Biz de içe kapandık. Kıbrıs konusunda ivmeyi bu yüzden yitirdik. Sonradan haberimiz oldu ki Meclis’ten alelacele bir yasa çıkardılar. Ve dediler ki ‘Eşdeğer mal uygulaması sonuçlanmıştır ve tahsisten hak sahibi olanlara koçanlar dağıtılacaktır’. Dönemin hükümeti köylerde törenler düzenleyerek koçanları dağıttı. Bu toplumda tartışma yarattı” dedi.

“Kıbrıs sorunu çözülmeden, mülkiyet sorunu çözülmez”

Soyer, “Bir müddet sonra Türkiye bankaları tahsisten hak sahibi olan insanların koçanlarını ipoteğe kabul etmemeye başladı. En son bir miktar para ödenirse ipoteğe girebileceği kararlaştırıldı. Mülkiyet sorunu, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün içindedir. Kıbrıs sorunu çözülmeden, mülkiyet sorunu çözülmez” şeklinde konuştu.

Mal Tazmin Komisyonu’nun kurulduğu süreci anımsatan Soyer, “Güneyden biri gelip başvuru yaparsa, malının karşılığında tazminat alacaktı. AİHM bunu kabul etmedi. Referandum olduktan sonra, referandumda oya sunulan mülkiyet sorununun çözüm esaslarını AİHM kurallarına bağlı olarak temel alan Taşınmaz Mal Komisyonu (TMK) yasası hazırlandı. Yasa zorluklarla ve çeşitli suçlamalarla Meclis’ten geçirildi. Sonra bunun iptali için Anayasa Mahkemesi’ne verdiler ama başaramadılar. Sonuç olarak TMK, AİHM’den uygun bir hukuki yol olarak kabul edildi. Aynı zamanda KKTC yargı organını da muteber, kararlarına saygı duyulan geçerli bir organ olarak kabul etti. Çözümsüzlük şartlarında hukuki açıdan bu büyük bir kazanımdır” dedi.

“Mülkiyet krizinden federal çözümle kurtulabiliriz”

Ferdi Sabit Soyer, bu zeminin kaybedilme tehlikesi varsa liderin görüşmelere gitmesi gerektiğini belirterek, “Türk tarafının tavrı yüzünden böyle. Demek ki niyetin kötü, bu anlama çıkar. Hukukta bunun adı gaspçılıktır. Mülkiyet meselesi başka ülkelerde de sorundur” ifadelerini kullandı.

Soyer, AİHM’in yaklaşımına da dikkat çekerek, “AİHM, birinin hakkını teslim ederken, diğerinin mağduriyetini yaratamam der ve kararında ayrım yapmaz. Bazıları zannediyor ki eşdeğer mal ile alınan mal tahsisten gelenden daha iyidir. Hepsi aynı statüde ve risk hepsi için var. Kurtulmak yok. Tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz diye bir slogan vardır ya, burada o geçerlidir” dedi.

Çözümün yolunun net olduğunu vurgulayan Soyer, “Kurtulmanın yolu, Kıbrıs sorununda karşılıklı, kabul edilebilir, iki toplumlu, siyasi eşitliğe bağlı federal çözümdür. Mülkiyet meselesiyle ilgili büyük çıkmazdan federal çözüm gerçeğiyle hep beraber kurtulabiliriz” dedi.

“UBP’liler ‘paranın karası beyazı mı olur?’ dediler”

Kamuoyunda, “kara para aklama yasası” olarak anılan ‘Yurt Dışındaki İtibari Paraların Ekonomiye Kazandırılması Hakkında Yasa Tasarısı’nın, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden “gri listeye girmesine” neden olabileceği ve Kıbrıs’ın kuzeyindeki bankacılık sisteminin uluslararası operasyonlarını tamamen çökertebileceği konusuna da değindi. “Türkiye gri listeye alındığında Türkiye Hükümeti ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Türkiye’yi gri listeden çıkarabilmek için canını yedi” diyen Soyer, bu süreçte FATF’ın KKTC’yi kara para aklayan ülkeler listesine aldığını ve bankaların uluslararası para transfer hesaplarının kapatıldığını anlattı. “Yalnızca Vakıflar Bankası üzerinden işlem gerçekleşiyordu. Kuzeyde yaşayan insanlar mağdur olmasın diye hükümet olarak önceliğimiz yaptık” dedi.

Cumhurbaşkanlığı, hukukçular ve FAF ile yapılan ortak çalışmalar neticesinde gerekli düzenlemelerin tamamlandığını belirten Soyer, “2008’de FATF Genel Kurulu’nda KKTC kara para aklayan ülkeler listesinden çıkarıldı. O dönemde ‘kara parayla mücadele edelim’ dediğimde UBP’liler ‘paranın karası beyazı mı olur?’ dediler” ifadelerini kullandı.

“Kıbrıs’ta federasyon kuruldu”

“Kıbrıs’ta federasyon kuruldu” diyen Ferdi Sabit Soyer, Kıbrıs’ta federasyonun gayri resmî olarak zaten kurulduğunu, ancak bunun mafya düzeni şeklinde gerçekleştiğini söyledi. “Güneyin mafyaları ile kuzeyin mafyaları, Türkiye’nin çeteleri ile Yunanistan’ın çeteleri federasyonu yaptı. Uluslararası mafyayla da konfederasyon kuruldu” dedi. Kara parayla mücadelede pozisyonun net olması gerektiğini vurgulayan Soyer, “Memleketimizin kara para aklayan ülkeler listesine dahil olma tehlikesini önleyecek bir pozisyonda olmalıyız” diye konuştu.

Bankaların halen sıkıntı yaşadığını belirten Soyer, Türkiye’nin gri listeden çıkmak için çok sayıda operasyon yaptığını ve sahte reçete ile sahte diploma davalarının bu kapsamda değerlendirilebileceğini söyledi. “İnsan kaçakçılığı ile ilgili de ilişki biçimi vardı” diyen Soyer, çöplerde bulunan ilaçların sosyal sigortalarla ilgisinin olmadığını, “ilaç kaçakçılığı artığı” olduklarını ifade etti. Soyer, güneydeki eczacılar birliğinin Avrupa’ya bu konuda şikâyette bulunduğunu da kaydetti.

Tatar’ın ‘gözyaşlarına’ tepki: “Siyasetçinin görevi ağlayarak oy toplamak değildir”

Soyer, Cumhurbaşkanlığı makamındaki Ersin Tatar’ın, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanına ilişkin gözyaşlarına boğularak anlattığı anısını siyasi propaganda olarak değerlendirdi. Soyer, Tatar’ın duygusal yaklaşımına tepki göstererek, “Siyasetin ve siyasetçinin görevi ağlayarak oy toplamak değildir” dedi.

Soyer, söz konusu duygusal çıkışın, demokratik ve barışçıl bir çözüm arayışını değil, siyasetten menfaat sağlama çabasını yansıttığını söyledi. Yaşanan acıların istismar edilmesine karşı çıktıklarını belirten Soyer, “Bu gözyaşları, 1958’de, 1963’te ve 1974’te evlerini terk etmek zorunda kalan insanların gözyaşlarıdır. Bu acılar üzerinden siyasi çıkar sağlanmasına tepkiliyiz” ifadelerini kullandı.

Tatar’ın açıklamalarını, geçmişte Kıbrıslı Rum lider Tasos Papadopoulos’un Annan Planı döneminde yaptığı duygusal konuşmaya benzeten Soyer, o konuşmada dökülen gözyaşlarını da gerçek bulmadığını dile getirdi. Asıl gözyaşlarının çatışmalarda çocuklarını kaybeden ailelerin ve göç etmek zorunda kalan insanların gözyaşları olduğunu vurguladı.

Soyer, siyasetin görevinin geçmişi istismar etmek değil, yeni acıların ve yeni gözyaşlarının önüne geçmek olduğunu söyledi.

Bu haber toplam 1827 defa okunmuştur