1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. İyi gün dostunun kötü güne borcu
İyi gün dostunun kötü güne borcu

İyi gün dostunun kötü güne borcu

Ailemizden sonra en yakın olduğumuz insanlar olarak bildiğimiz dostlar bize bir o kadar yakınken aslında yeri geliyor o kadar da uzak.

A+A-

Seda Argün
sedaargun1987@gmail.com

Arkadaş, dost, kardeş, yoldaş...Hepimizin farklı tanımladığı insanlar var hayatımızda. Kimisi ile biz daha ilk adımlarımızı atarken birlikte el ele adım atmışız, ilk kez birlikte bir cama taş fırlatmışız, kimisi ile ilkokulun ilk gününde yan yana oturmuş da tanışmışız ama kimisi ile de daha bir kaç sene önce tanışmışız ama sanki de aynı kandan doğmuşuz gibi hissediyoruz. İlla bir tanımlama mı yapmamız gerekiyor yani arkadaş veya dost olarak gördüğümüz insanlar için? Bence hayır. Ne fark eder ha dost demişiz ha arkadaş. Hayatımız ne zaman bir şeyleri belirli kalıplara oturtsak hep beklentiler içerisine girip sonunda da mutsuz olmuyor muyuz biz!

Hadi şimdi bir nefes alalım ve düşünelim. Hayatımız farklı anlarını ve aslında farklı yönlerini paylaştığımız insanlar gün geliyor nefes aldığımız dünyanın tam da merkezine oturuyor bizim için. Başkasını bilmem ama kendi adıma konuşacak olursam kime dost desem bir anda kendime vermediğim değeri veriyorum. Ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemem ama bu insanlar neden bizim için bu kadar değerli diye bu zamana kadar da hiç düşünmediğimi fark ettim.

Çocukluk yıllarımızı gençlik yıllarına bağlayan yaş aralığımızda yanımızda olan dostlarımız otuzlu ve hatta kırklı yaşlarına geldiğinde yavaş yavaş gidebiliyor. Belki de ‘et tırnaktan ayrılır mı ki’ diyerek onları hayatımızda tutmaya devam ediyoruz ama gel görelim ki bunların hepsi tıpkı bize acı verse de hızlıca çekilse hiç acıtmayacağını bile bile çekmediğimiz yara bandı gibi duruyor hayatımızda. Gitmiyoruz da uzak da durmuyoruz, paylaşmıyoruz da ama vazgeçemiyoruz. Nasıl oluyor da her şey sonuç olarak biz insanoğlunun kararsızlık ve bireysel ne istediğini bilememe ruh haline geliyor anlamıyorum.

Bir durup geçmişimize bir bakalım. İlk başta ‘en yakın arkadaş’ olarak tanımladığımız kişilere sırlarımızı veriyoruz, sonra bu sırları asla paylaşmamalarını istiyoruz ve bir de ne olursa olsun bu insanların bize destek vermelerini istiyoruz. Neden? Onların bir düşünceleri, hayatta var oluş sebepleri, istekleri ve doğrudan doğruyu yaşadıkları hayatı dayandırdıkları ilkeler yok mu ki? Peki neden biz dostlarımızı hayatımızın merkezine ve hatta yeri geldiğinde hayatımızdaki sevgiliden, eşten ve aileden de daha öte tam da en tepeye koyuyoruz? İçimizde büyüttüğümüz sahiplenme içgüdüsü ve bizi olanı kaybetmeme düşüncesiyle dost bildiklerimizin ne olursa olsun hep kendi takımımızda olmasını istiyoruz. Fikirlerini soruyoruz, dinliyoruz ama çoğu zaman da dinlediğimizle kalıyoruz. Bir kıyafet giysek, illa beğenmelerini istiyoruz; olur da birini seversek kesinlikle onu sevmelerini istiyoruz, sevmiyorlarsa da bizim belki de aklımızın röntgenini çoktan çekmiş hatim etmiş dost saydığımız kişilere bir kulak kabartmak yerine onları kapının önüne koyuyoruz. Düpedüz bencillik...

Asla dostlarıma yalan söylemem, onları her zaman dinlerim, elimden ne gelirse onlara yardımcı olurum, elimde değil hamurumda var zor günlerine yoldaş olurum diyen bir çok insan olsa da yapımız ve tabii ki doğamız gereği her insan gibi kusurlara sahibiz. Kabul ederiz ya da etmeyiz kusurlarımızla şekilleniyoruz ve kendimizi bulmaya çalışıyoruz. Bir hayat girdabından geçerken ayağımız takılan bir çok taş canımızı yaktığında yanımızda dostlarımız olsun istiyoruz. Yanımızda olmayanı suçluyor ve bir kalemde siliveriyoruz. Çünkü tamamen benciliz.

Herkes artık en yakın arkadaşlarıyla sosyal medya üzerinden konuşmaya, bir şeyler ‘paylaşmaya’ alışmış, beğeniler ve yorumlar dostluğun seviyesini belirliyor, yeri geliyor aramak yerine kısaca mesaj atıp nasılsın demeyi dostlar arası iletişim olarak kabul ediyoruz. Ne zaman bu kadar kendimizden ve dostlarımızdan uzaklaştık belki de önce onu düşünmemiz lazım. Her şeyin kendimiz ile başladığını biliyoruz. En azından belli bir yaşa gelince hayat bize yaşattığı deneyimlerle işin özünün bizde olduğunu öğretiyor. Kabul etsek de etmesek de etrafımızda olacak olan herkesin bir şekilde bizden bir parça taşıdığını kabul etmemiz gerek. Tıpkı bir ayna gibi...Biz ne isek herkes de biraz biz.

Ailemizden sonra en yakın olduğumuz insanlar olarak bildiğimiz dostlar bize bir o kadar yakınken aslında yeri geliyor o kadar da uzak. Hesapsız kitapsız hayatımızda tutmayı beceremediğimiz, hep bir sistem içerisine oturtmak istediğimiz, kurallarla yaşadığımız dostluklar var ise hayatımızda, onlara dost demek çok doğru da olmayacaktır. Yaş aldıkça belki de ters orantılı olarak azalan dost sayısı bize gerçekten yanımızda olanları gösteriyor. Gerçekleri anlamaya başladığımız ve olgunlaştığımız yıllar bize hayatımızda nelerin yeterli nelerin ise sadece boş bir varlık olarak yük olduğunu tepside getirip koyuyor önümüze. Bizim bunları algılayıp daha rafine ve bir o kadar da rahat bir kafa ile yaşayacağımız dostlukların bize katacağı katma değer tartışılmaz. Ne fark eder ha üç ha beş dostumuz olmuş, günü geldiğinde düşünmeden yanında konuşabileceğin, belki de en kötü ruh halinde gidip kucağında ağlayabileceğin bir kişi var iken, neden yanımızda olmak adına zoraki eforlar sarf eden insanlarla vakit kaybedelim ki?! Hayatımızın her anında bu dünyaya bir kere geldiğimizi ve yaşamın keyfini çıkarmamız gerektiğini kafamıza kazımak için çeşit çeşit kitaplar okuyup, filmler izleyip, sürekli tutunacak bir dal ararken, dostlarımız için onların girmediği kadar zahmete girmek ne kadar doğru açıkçası çok da emin değilim.

Bir düşünüp baktığımızda kimse kimsenin zor gününde yanında olmak zorunda değil, kimse bir diğerinin göz yaşını da silmek değil, illa mutlu olduğumuzda bir insan yanımızda diye gözümüzden yaşlar akarken o insanın gözyaşımızı silmesini bekleyemeyiz çünkü bu bizim beklentimiz olmamalıdır. Bu bir aile ferdi de olabilir, dost da sevgili de yabancı da; hiç fark etmez. Plansız, programsız, düşünmeden, tamamen akışa kendinizi kapattığınız, saatin farkına varmadan aradığınız, pijamayla evine gidip şarap içip dertleştiğiniz, siz çaresizce üzülürken beklemediğiniz anda telefonda adını gördüğünüz, ne olursa olsun elinizi tutan, kalbinizi bilen, sizi beğendikleriniz veya nefret ettikleriniz ile kabul eden insanları görmeyi öğrenin. Kabulleniş ile başlar her şey ve bir de o yara bandını hızlıca çekerek. Dostluk temelsiz ve zamansız sevmeyi öğretir insana, ve bir de ne olursa olsun ne alırsan onu vermeyi.

Bu haber toplam 3823 defa okunmuştur
Gaile 461. Sayısı

Gaile 461. Sayısı