1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Güney Afrika’nın hikâyesi: Zakes Mda ve “The Madonna of Excelsior”*
Güney Afrika’nın hikâyesi:  Zakes Mda ve “The Madonna of Excelsior”*

Güney Afrika’nın hikâyesi: Zakes Mda ve “The Madonna of Excelsior”*

Güney Afrika’nın hikâyesi: Zakes Mda ve “The Madonna of Excelsior”*

A+A-

 

Umut Bozkurt
bozumut@gmail.com

2011 yazında kendime bir iyilik yaptım ve bir arkadaşımın davetine icabet ederek çooook uzaklara, Afrika kıtasının en ucuna muhteşem bir yolculuk yaptım. Güney Afrika’nın Cape Town kentinde geçirdiğim iki hafta benim için her anlamda unutulmazdı. İki okyanusun birleştiği noktada başlayan o güzel kentin sokaklarında dolaşırken hep bir hayaletin peşimde gezindiğini duyumsadım sanki.  Nelson Mandela’nın onsekiz yılını geçirdiği hapishaneyi ziyaretimde olsun, onyedinci yüzyıldan kalma kölelerin kapatıldığı yatı evini ziyaretimde olsun, bu şehrin ziyaretçilerine fısıldadığı onca hikâye olduğunu düşündüm durdum. Bu güzel ülkenin çileli ama inadına dirençli ve güzel insanlarının öykülerini en iyi bir romancı anlatabilirdi. Zakes Mda’yla tanışmam da bu arayışın sonucu oldu. Güney Afrika yazının Nadine Gordimer,  John Maxwell Coetzee gibi dev isimlerine aşinaydım, hatta beni buraya çeken şey biraz da onlardan  dinlediğim Güney Afrika’ydı. Ama Zakes Mda, siyah bir Güney Afrikalı yazar olarak çok daha başka bir perspektiften ve farklı bir biçemle hikâyelerini aktarıyordu ve onun tarzı beni tam anlamıyla büyüledi.

Mda, Excelsior kentinde yaşayan siyah bir ailenin dramatik olaylarla bezeli öyküsünün arka planında ırk ayrımcılığının (apartheid) damgasını vurduğu yılları anlatıyor. Güney Afrika’da ırk ayrımcılığı Mda’nın doğduğu yıl olan 1948 yılında yasal hale getirildi. Irk ayrımcılığı sömürgeciliğin bir bakiyesiydi. Elmas ve altın madenleri ve verimli topraklarıyla Güney Afrika’nın da tüm kıtayı etkileyen sömürgecilikten nasibini alması kaçınılmazdı. On yedinci yüzyıldan itibaren Hollanda ve İngiltere tarafından sömürgeleştirilen ülkede 1940lara kadar bu iki somürgeci güç arasında zorlu bir iktidar paylaşımı hüküm sürdü. 1940larda ise Hollandalı sömürgecilerin torunları olarak tanımlanan Afrikaner’lerin Ulusal Partisi (National Party) çoğunluğu elde etmeyi başardı. Irk ayrımcılığının yasal hale getirilmesi de Ulusal Parti’nin 1948’de iktidara gelmesinin ardından gerçekleşti. Bu dönemde siyah Afrikalıların özgürlükleri daha fazla kısıtlanmaya başladı. Irk yasaları toplumsal hayatın her alanını kapsıyordu. 1950’deki Nüfus Kayıt Yasası bütün Güney Afrikalıların beyaz, siyah ve melez olarak sınıflandırılmasını buyuruyordu. Siyah Afrikalıların fotoğrafları ve parmak izlerini içeren pasaportlar taşımaları ve beyazlara ait bölgelere girerken bunu göstermeleri, kırsal bölgelerden kentsel bölgelere geçerken mahalli otoritelerden izin almalari gerekiyordu.

1951 yılında parlamento Güney Afrikalı siyahların ayrı bölgelerde oturmasını gerektiren bir yasa çıkararak ırk ayrımcılığını derinleştirdi. 1953’te çıkarılan yasayla siyahlar tarafından grev yapılması, 1959’da çıkarılan Üniversite Eğitimi Yasasıyla da siyah öğrencilerin beyazların gittiği üniversitelere gitmesi yasaklandı. 1960’da ırk ayrımcılığına karşı siyahi protestoların zirveye ulaşması neticesinde, 69 kişinin güvenlik güçlerince öldürüldüğü Sharpeville katliami ortaya çıktı. 1974 yılında, ülkenin ırk ayrımcılığı yüzünden Birleşmiş Milletler’den çıkarılmasının ardından iki yıl sonra, Sharpeville ve Soweto’da çıkan çatışmalarda 600 öğrenci öldürüldü.

Sharpeville katliamı ardından 1948’den sonra Nelson Mandela önderliğinde ırk ayrımcılığına karşı yoğun bir mücadele yürüten Afrika Ulusal Kongresi (African National Congress) yasaklandı.  Bu, Afrika Ulusal Kongresi için bir dönüm noktası oldu. 1960’a kadar barışcıl mücadele yöntemini benimseyen Kongre, 1960’dan sonra, Mandela’nin önderliğinde ülke ekonomisini sabote etme yönünde radikal bir kampanya baslattı. Mandela, 1964 yılında tutuklandı ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

İnsanlık tarihinin bu utanç verici deneyimi ne yazık ki 1990’ların başına dek sürdü.  1990 yılında, devlet başkanı FW de Klerk, gittikçe artan uluslararası baskılar sonucu, Afrika Ulusal Kongresi üzerindeki yasağı kaldırmak zorunda kaldı ve Nelson Mandela serbest bırakıldı. Irk ayrımcılığının yasallaştırılmasinin ardından  kırkaltı yıl sonra, 1994’te Güney Afrika’nin tarihinde ilk kez butun ırkların oy verdigi seçimi Afrika Ulusal Kongresi kazandı ve  Mandela devlet başkanı seçildi.

Mda, The Madonna of Excelsior romanında, beyaz bir azınlığın siyah çoğunluğa hükmettiği ırk ayrımcılığı döneminden demokratik bir Güney Afrika’ya geçiş sürecini anlatıyor. Roman, Excelsior kasabasında hayatını sürdüren Niki ana karakteri çevresinde gelişiyor. Çoğunluğunu siyahların oluşturmasına rağmen, Excelsior kasabasındaki tüm işyerleri beyazlara aittir, hükümet daireleri beyazların kontrolündedir. Niki, beyazların çocuklarını yetiştiren, karın tokluğuna çalıştırılan, işveren tarafından sık sık aşağılanan, kimi zaman kasaba eşrafı, patronları, yargıçları, hatta din adamları tarafından tecavüze uğrayan yüzlerce siyah kadından sadece birisidir.

Niki’nin gençliği ve cinselliği hem sırtında ağır bir yük, bir lanet, hem de elinde olan tek silahıdır. Daha çok gençken kasaba eşrafından birinin tecavüzüne uğradığından beri beyaz adamın siyah genç kadınlara olan dayanılmaz zaafını öğrenmiştir. Yanlarında çalıştığı Afrikaner çiftin kasap dükkânında bir gün kadın patronunun aşağılamalarına maruz kalınca, intikamını cinselliğini kullanarak alacaktır. Patronun kocasının ona olan ilgisini yanıtsız bırakmaz. Bu beraberlikten tüm hayatı boyunca suçluluk duyacağı, ancak yaşamının sonuna doğru uzlaşıp huzur bulacağı en büyük “günahı” peydah olur: açık tenli, dalgalı saçlı, mavi gözlü kızı Popi. Niki, bunun bedelini ağır ödeyecektir. Siyahlarla beyazlar arasında seksi yasaklayan Ahlaksızlık Yasası’nı (Immorality Act) Excelsior kasabasında 1971 yılında ihlal etmekle suçlanan on dokuz kişiden biri de Niki’dir. Bu skandalla Niki’nin yalnızlığı katmerlenecek, ailesi ve kendi cemaatinden de dışlanacaktır.

Niki kadar, hatta belki de ondan daha zor bir varoluşu deneyimleyen, kızı Popi’dir. Irk ayrımcılığı döneminde siyahlar ve beyazlar arasındaki ilişkilerin mahsülü olan çocuklar bir cehennem azabına mahkumdurlar. İşlenmiş büyük bir “günah”ın meyvesi oldukları için ne beyazların, ne de siyahların kabullendiği bu çocukları zorlu bir gelecek bekler. Popi, tüm genç kızlığı boyunca bir siyahınki gibi kıvır kıvır değil beyaz bir kadınınki gibi dalgalı olan saçlarını bu yüzden bir şalın arkasına saklamaya çalışır. Belki annesine daha çok benzerse, o  sıkışmışlık duygusundan kurtulabileceğini umar. Ama ne kadar çabalasa da uzun yıllar bunu başaramaz, duyarlı ama içine kapanık bir çocuk haline gelir.

Popi, yıllar sonra kardeşi Viliki’nin ırk ayrımcılığına karşı mücadele eden ve işçilerin ve siyahların önemli bir bölümünün desteklediği yeraltı hareketinde örgütlenmeye başlamasıyla ondan çok etkilenir ve siyasal bilincini artırmaya başlar. Demokratik bir Güney Afrika’ya geçişin ardından hem Popi, hem de Vliki kasaba meclisi üyesi olarak Güney Afrika’nın geleceğini inşa etmek için öne çıkan yeni kuşağın umutlu, idealist üyelerinden ikisi haline gelirler. Hoş, Mda yarattığı karakterlerde insani zaaflardan azade ideal karakterler yaratmaktan kaçınır. Demokrasiye geçişten sonra pek çok siyah devrimcinin bu yeni durumdan nemalanmaya çalıştığının, çiftlik ve otelleri şahsi mülkleri haline getirdiklerinin altını çizer. Nitekim, Popi’nin aksine Viliki iktidara geldikten sonra şahsi ihtiraslarına yenik düşecektir.

Niki’nin geçmişiyle ve geçmişinin en büyük hatası olarak gördüğü kızının varlığı ve ona yaşattığı cehennem azabının suçluluğuyla başetmesi bir ömür alır. Ancak sadece arılara konuşan, insanlardan uzak bir hayat sürmeye gayret gösteren bilge bir kocakarıya dönüştüğünde tüm hayatı boyunca ona rahat vermeyen bu ağır yükten kurtulabilir. Bu geçmişle uzlaşmada, hiç kuşkusuz yeni koşulların şekillendirdiği Güney Afrika’da siyasi bilinci ve aktivizmiyle kendini sağaltan kızının da etkisi büyüktür. Tıpkı geçmişin karanlık yükünün üstesinden onunla uzlaşarak gelmeye çabalayan Güney Afrika gibi Niki ve Popi de geçmişleriyle uzlaşmaya niyet ederler. Nihayet yıllar sonra Popi, bir beyaz kadının saçlarını andıran saçlarını serbest bırakabilecek, annesi de kızının saçlarını suçluluk duymadan okşayabilecektir.

Bitirirken bu romanı özellikle ırk, sınıf ve cinsel kimliğin birbiriyle etkileşimli ilişkileri üzerine düşünen ve araştıranlara önerdiğimi belirtmek isterim. Zira Güney Afrika’da en açık şekilde tezahür eden gerçeklik ırk ve sınıf meselesinin sistemin yarattığı mekanizmalar marifetiyle belki de başka hiçbir yerde olmadığı kadar iç içe geçmiş olmasıdır. Yani siyahsan en yoksulsundur, ya da en yoksulsan siyah. Toplumun beyazlar, renkliler (karışık ırk), Asyalılar ve siyahlar olarak hiyerarşik bir bölünmeye tabi tutulduğu yıllarda siyah olmak eğitim hakkından mahrum bırakılmak, sadece beden gücü gerektiren işleri yapmaya zorlanmak, yaşadığın yerden koparılarak şehrin uzağındaki siyah gettolarına sürülmek,  karda kışta ayakkabısız çalışmaya zorlanmak demektir. Bu yüzdendir ki bugün halen siyasal bir sistem olarak sona eren ırk ayrımcılığı ekonomik anlamda süregitmektedir. Güney Afrika’daki rekor suç oranının ardındaki en önemli dinamik hiç kuşkusuz siyah nufüs arasında bir iki on yılda çözümlenemeyecek denli derin ve yapısal bir karakter kazanmış yoksulluktur. Ancak Niki’nin hayat hikâyesinden öğrendiğimiz şey, böylesi bir yerde yoksul ve siyah olmaktan daha zorunun, yoksul, siyah bir kadın olma hali olduğudur. Nitekim tüm dünyada olduğu gibi Güney Afrika’da da yoksulların önemli bir kısmını ya piyasadaki en düşük maaşı alan ya da ev içi emeği değerlendirilmeyen kadınlar oluşturur. Dahası bu güvenliksizlik hali, onları her türlü cinsel, psikolojik, fiziksel şiddete açık hale getirir. Mda’nın ustalığı, tam da üzerine cilt cilt kitaplar yazılabilecek bu çetrefil ırk-sınıf-cinsel kimlik ilişkisini yalın bir şekilde sımsıcak bir hikâyeyle okurun zihnine ve sezilerine sunabilmesinde saklıdır, ve sırf bu özelliğinden ötürü bile bu roman okunmayı mutlaka hakeder...


DİPNOT:
*Bu yazı Kadın/Woman 2000 dergisinin Haziran 2012, Cilt XIII, Sayı 1’de yayınlanmıştır.

Bu haber toplam 2097 defa okunmuştur
Gaile 239. Sayısı

Gaile 239. Sayısı