
Gaile sordu, Sertaç Sonan yanıtladı
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminin Kıbrıs'ın kuzeyindeki politikaların oluşturulması ve belirlenmesinde sizce nasıl bir etkisi olacaktır?
Sertaç Sonan
Soruya cevap ararken, öncelikle Denktaş sonrası dönem olarak da tanımlayabileceğimiz, son yirmi yılı kısaca değerlendireceğim. Sonrasında, en güçlü iki adayın, kazanmaları durumunda Kıbrıs sorunu ve iç siyaset bağlamında, politika belirleme süreçlerindeki muhtemel etkilerini kısaca analiz etmeye çalışacağım.
Son yirmi yılda yapılan seçimlerde Kıbrıs sorununa dair çözüm modellerinin yarıştığını ve hiçbir adayın iki kere üst üste seçim kazanamadığını gördük. Kısaca hatırlatmak gerekirse, Annan Planı referandumundan hemen sonra gelen, çözüm ve Avrupa Birliği (AB) üyeliği ümitlerinin taze olduğu 2005 seçimini, Mehmet Ali Talat ilk turda rahat kazandı. 2010 yılındaki seçimse, müzakerelerin sonuç vermemesinden doğan hayal kırıklığından dolayı, emeklilikten dönen Derviş Eroğlu’nun, yine ilk turda kazandığı zaferle sonuçlandı. 2015’te değişen hava, yeniden bir federal çözüm yanlısını, Mustafa Akıncı’yı, saraya taşıdı. Bu üç Kıbrıslı Türk lider karşılarında sırasıyla, Papadopulos, Hristofyas ve Anastasiades’i buldu; Birleşmiş Milletler parametreleri temelinde bir çözümü müzakere etti. Hatta “iki-devletçi” Eroğlu, Şubat 2014’te Anastasiades’le ortak bir deklarasyona imza koyarak federal bir çözümün çerçevesini çizdi. Uluslararası siyasi konjonktür yanında, Ankara ve Kıbrıslı Rum muhatabın tutumu, bu denklem içindeki en güçsüz unsuru temsil eden Kıbrıslı Türk liderin takip edeceği politikanın ya da başarabileceklerinin sınırlarını belirledi.
Bu dönemdeki tarihi dönüm noktasıysa, 2017 yılında, Crans Montana’da, çözüme ramak kalmışken, Anastasiades’in masayı devirmesi olmuştur. Kıbrıs Rum liderliğinin bu olumsuz tavrı, Ankara’nın 2002 yılından beri takip ettiği federasyon politikasını bir kenara itmesinin önünü açarken, aynı zamanda federal çözüm modelinde ısrar eden Kıbrıs Türk solunu da zor durumda bıraktı. 2020 Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, sonrasında, UBP genel başkanının belirlenmesi süreci ve ortaya çıkan üçlü koalisyon, Kıbrıs Türk toplumuna, siyası anlamda, 1974 sonrası dönemdeki en kötü beş yılını yaşattı.
Bu beş yılın muhasebesini yaparsak, durumu şu şekilde özetlemek mümkün: İki devletli çözüm modeli, hiç de şaşırtıcı olmayan bir şekilde, uluslararası toplum tarafından kabul görmedi. Kıbrıs Türk toplumu için hiçbir somut kazanım elde edilemediği gibi, Kıbrıs sorununun en önemli unsurlarından biri olan mülkiyet konusunda da geriye gidildi: Son zamanlarda çok da dile getirilmeyen “Maraş açılımı” hamlesine, Kıbrıs Rum yönetimi davalar ve tutuklamalarla cevap verdi; buna da davalar ve tutuklamalarla mukabele edildi. Sonuç olarak hem iki taraf arasındaki geçişleri olumsuz etkileyen bir ortam oluştu, hem de Taşınmaz Mal Komisyonu (TMK) konusunda elde edilen kazanımlar tehlikeye girdi. Üstelik, son bir buçuk yılda inşaat sektörü durma noktasına geldi. Ersin Tatar, kurulduğu dönemden itibaren Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğunda olan TMK’yı ilgilendiren konularda, izleyici olmayı tercih etti. Genel olarak Kıbrıs sorunu ve toplumlararası ilişkiler konusunda kendisine çizilen alanın sınırlarını zorlamadı. Çok daha sınırlı yetkiye sahip olduğu iç siyasetteyse (UBP içi güç savaşlarında oynadığı iddia edilen rol haricinde) herhangi bir inisiyatif almadı, bir iz de bırakmadı.
Hal böyleyken, 19 Ekim’de yapılacak seçimde Tatar’ın kazanması durumunda ilk beş yıldakinden farklı bir şey beklemek zor. Ana muhalefet lideri Tufan Erhürman’ın seçilmesi durumundaysa politika belirleme iddiasında olan, daha aktif bir Cumhurbaşkanı görmeyi bekleyebiliriz. Erhürman’ın seçim manifestosuna yansıyan vaatler gerçekçi bir şekilde oluşturulmuş. Bildirgede, Kıbrıslı Rumlar, Avrupa Birliği, uluslararası toplum ve Ankara’yla ilişkiler bağlamında, tüm muhatapların mevcut tutumlarını dikkate alan ama aynı zamanda Kıbrıs Türk toplumuna daha fazla alan açmayı, somut toplumsal kazanımlar elde etmeyi hedefleyen bir anlayış göze çarpıyor. İç siyasette de anayasal yetkilerini sonuna kadar kullanan, özellikle üçlü kararnameler ve Kamu Hizmeti Komisyonu atamaları aracılığıyla liyakati gözetecek bir Cumhurbaşkanı’nın sözü veriliyor.
Erhürman’ın seçilmesi halinde, önümüzdeki beş yılda, Cumhurbaşkanı’nın dış siyaset bağlamında inisiyatif alan, iç siyasetteyse denge ve kontrol unsuru olacak, daha etkin bir rol oynamasını bekleyebiliriz; Tatar’ın seçilmesi halindeyse en iyi ihtimalle son beş yılın tekrarı bizi bekliyor...
















