1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. 'Dedem Kamil Desteban’a pusu kurup onu öldürdüydüler'
Dedem Kamil Desteban’a pusu kurup onu öldürdüydüler

'Dedem Kamil Desteban’a pusu kurup onu öldürdüydüler'

1974 yılında soğukkanlı bir infazla öldürülen İzzet Pamukoğlu’nun kızı Kasaba-Baflı Tacan Öncül anlatıyor... “Vretça dışında iki Kıbrıslırum polis dedem Kamil Desteban’a pusu kurup onu öldürdüydüler...” TACAN ÖNCÜL:

A+A-

 

 

1974 yılında soğukkanlı bir infazla öldürülen İzzet Pamukoğlu’nun kızı Kasaba-Baflı Tacan Öncül anlatıyor...

 

 

“Vretça dışında iki Kıbrıslırum polis dedem Kamil Desteban’a pusu kurup onu öldürdüydüler...”

 

 

TACAN ÖNCÜL: Sonra anneannemle teyzem da geldiydi, küçük teyzem benden bir yaş büyüktür. Çünkü anneannemler Vretça’da otururdu, dedem destebandı, Kıbrıslırum polisi dedeme pusu kurdu ve dedemi 1967’de şehit ettilerdi, adı Kamil Hasan. Herkes dedemi Kamil Desteban diye bilirdi. Şehittir, mezarı vardır yani, “kayıp” değildir. Hatta o olayın davası sürerdi 1974’te daha... Baf’ta Rum mahkemelerinde davası sürerdi... Çünkü olaya karışan Kıbrıslırum polisleriydi, tesbit edildi ve davaları vardı. Ondan sonra ne oldu, bilemeyeceğim. Vretça Kıbrıslıtürk köyüydü, hiç Kıbrıslırum yoktu. Polisler Baf’tandı... Panaya’da da vardı... Konuşmazlardı aileler bize... Bize tek söyledikleri iki Kıbrıslırum polisinin dedeme pusu kurup öldürdüğüydü... Desteban olduğu için tarlaları denetlerdi ya, görevi oydu zaten destebanların, köyün dışında, Vretça’nın dışında kendisine pusu kurulup öldürüldü.

Nenem Baf’ta otururdu teyzemle birlikte... Sonuçta biz eş-dost, tanıdıklar toplandık orada... Şunu hatırlarım: Silahları kurdulardı, Barış Gücü askeri geldiydi... Yunanlı komutan vardı, “Kalamar” derlerdi onlara o zaman, Yunanlı komutan vardı, taşkınlık yapılmasın diye bir şeyleri önlemeye çalışırlardı Barış Gücü... Bizi topladıklarında, silahlarını kurduklarında böyle önümüze, Türk uçakları geçti... Daha düşün bu dediğim yer, Atatürk Büstü’nün olduğu yerdi. Orada daha bayraklar indirilmediydi. Jetler geçti... Ondan sonra öğrendik ki Kocatepe’yi batıran o jetlerdir. Geçtiler, aşağıda o Kale’nin oradan jetlere uçaksavarlarla ateş açıldı, onlar döndü, karşılık verdi... Ve jetler Türk bölgesinin üstünden geçti, çok iyi hatırlarım, o kadar alçaktan uçtular, selam verdiler bayraklara ve biz ay-yıldızları gördük yani, o kadar alçaktan uçtular. Zaten o jetlerin gelmesiynan daha da telaşlandılardı Rum askerleri... Bir telaş, bir karmaşa oldu orada ama bir şekilde sakinleşildi ondan sonra, kimler girdi devreye, bilemeyeceğim, birşeyler oldu ve bize “Evlerinize gidin” dendi. Biz ilk gece eve gitmedik. Gene eskiden komşu olduğumuz Zekai Dayı vardı, polis Zekai Dayı... Biz onun evine gittik, “Gelin” dediler, “gitmeyin, sınırdadır eviniz...” Hep ailece oraya gittik. Hatta annemin dayısının kızı da vardı, Baf Radyosu’nda çalışırdı, Özcan Abla, o da bizimle birlikte, o gece orada kaldık hep birlikte... Bir iki gün sanırım o evde kaldık.

Rum askeri, Türk bölgesinin içine girmeyecekti... Böyle bir anlaşma yapıldı. Sınırlarda duracaktı, o “Yeşil Hat” sınırlarında. İçeri girmeyecekti diye öyle bir söylenti dolaştıydı. Ama o jetler geldikten sonra bütün hepsi girdi içeri ve iptal oldu. Mesela o dediğim bölge, Baf’ın meydanı gibiydi, Atatürk Büstü vardı, sinema vardı, kahveler vardı – oraya mevzi kurdular, başka bir iki yere Rum askerleri girip mevzi kurdulardı. Birkaç gün öyle kaldılar, ondan sonra biz eve gittik, öyle hatırlarım şimdi düşündüğümde. Eve gittik, evde kalmaya başladık, sonra ta ikinci harekat başlayana kadar biz evde kaldık.

Ama bu arada, bu ikinci harekat başlamadan önce gene birşeyler anlaştılar, kimisaydı sorumlular artık. Baf Türk bölgesindeki Kıbrıslırum askerler, çıktılar dışarı... Sınıra girdiler. Bizim ev sınırdı diye orada Kıbrıslırum askerler vardı ama aynı zamanda Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri da dururdu yani belli girişlerdi, sırf siviller Türk bölgesine girmesin diye, taşkınlık olmasın diye... Onları hatırlarım çok iyi... Ve o zaman bir Kıbrıslıtürk polis, bir Kıbrıslırum polis ve bir Barış Gücü askeri, gece landrovernan devriye gezeceklerdi, bunu söyledilerdi... Öyle bir anlaşma yapıldıydı, ilk birkaç gün uygulanmadıysa bile ondan sonra bu anlaşma uygulandı. Ve Baf’ta ilk Esat Fellahoğlu ve birkaç yetkili esir alındıydı, Venhar Keskin vardı, birkaç bilinen üst düzeydeki kişiler esir alındıydı... Onların dışında kalanlar, ikinci harekata kadar herkes evinde yaşadı...

 

SORU: Babanız da mı çıkardı o devriyeye?

TACAN ÖNCÜL: Babam da çıkardı o devriyeye... Yani bütün Kıbrıslıtürk polisleri, kime geldiysa sıra, çıktılar zannederim görevli olarak... Sivillerden birileri gelsin da öyle çok taşkınlık yapsın ikinci harekattan önce, öyle bir şey hatırlamam... Baf’ta birinci harekatta o çarpışmada, İhsan Ali’nin yeğeni vardı, İhsan’dı onun da adı, o şehit olduydu, Rusolar’dan birinin oğlu şehit olduydu. Bir da bir eve bomba düştüydü, yaşlı bir teyze şehit olduydu... Benim hatırladığım esas çarpışmada üç veya dört kişi şehit olduydu, bu üçünden eminim. Arada başka bir şey da olduysa hatırlamam, doğruya doğru...

Ondan sonra ikinci harekat başladığında biz evdeydik, sınırdaki evde. Silah seslerini duyduk önce, yani bir yerlerden silah sesleri geldi. Ondan sonra bizim köpeğimiz da vardı, geldiler evimize ve babamı ismiyle çağırdılar, “İzzet Polis!” arkası Rumca...

 

SORU: Gördün müydü kimlerdi gelen?

TACAN ÖNCÜL: Üç-dört kişiydiler...

 

SORU: Ne giyerlerdi? Polis miydiler? Asker miydiler? Sivil miydiler?

TACAN ÖNCÜL: Sivildiler. Yalnız hatırladığım, ellerinde silahlarına baktığımda, bizim Tomsonlar vardı ellerinde. Türk tarafının kullandığı Tomson silahlar vardı ya, nereden bilecem ben 15 yaşında ama o birinci harekatın olduğu günlerde mücahitler hep bizdeydi ya, biz da meraklı olduğumuz için bakardık o silahlara. Ondan bilirim yani...

O gün, ikinci harekat başladığında, biri geldi, seslendi, biz ses çıkarmadık. “Konuşmayın” dedi babam, hatta neredeysa kapı-pencereye bile çıkarmadı bizi, ondan önce silah seslerini duyduk ya, bize dedi babam “Ses çıkarmayın, gürültü yapmayın...”

Birisi geldi, bize seslendi... Çıkmadık biz...

Sonra kim ise ayrıldı...

Belli bir süreden sonra gelindi, bize seslenildi,  köpek havladı bu defa... İndi köpek merdivenlerden sokak kapısına ve havladı... Döndüler, köpeğimizi vurdular. Vuruncalar köpeği babam dedi “İnmemiz gerekir...”

Ve indik biz merdivenden aşağıya...

Köpek av köpeğimizdi, adı Ringo’ydu... Erkek köpekti... Çocukluğumuzdan beri hep av köpekleriyle büyüdük, babam meraklıydı, hep ava giderdi.

İndik aşağıya, iki-üç kişi, sivil giyinmişti bu Kıbrıslırumlar ama ellerinde tüfek vardı. Birinin elinde Tomson vardı... Annemin kahverengi, fermuarlı bir çantası vardı. Annem deneyimli olduğu için 63’ten, kaçtılardı çünkü, o çantanın içine hep doğum kağıtlarımızı, koçanlar moçanlar, altınlar, neysa değerli koyduydu yani. Çarpışmalar başladıktan sonra o çanta, bizimnan gezerdi... Son saat, onun üstüne ekmek koydu annem. Hatta anneme o çantayı bile açtırdılar.

Dediler “Bu nedir?”

Annem da açtı ve dedi, “Ekmektir” dedi, “çocuklar acıkırsa vereyim...”

“Tamam” dediler ve kapattılar çantayı, karıştırmadılar...

“Camiye gideceksiniz” dediler.

Rumca konuşurlardı ama herhalde o saat bize birileri söylerdi, ya annem, ya babam... “Yürüyün” dediler, “camiye gideceksiniz...”

Ev buradaydı diyelim, biraz yürüdük, hemen sağ yaptık, karşımızda, o yolun sonunda cami var. Baf’taki, girişteki Türk camisi... Şu anda o cami durur...

Geçtik, yürüdük... Birleşmiş Milletler Barış Gücü askeri dururdu orada, bizi evden aldığını, babamla yürüdüğümüzü Birleşmiş Milletler askeri gördü... Gittik, geldik caminin önüne, düz, camiye girilir, sol yapılır, içeri girilir, daha da içerilere girilir.

Oraya geldiğimizde, döndüler, bir şey söylediler. Babam da “Tamam” dedi.

Döndü babam bize “Erkekleri esir kampına götürecekler, bayanlar sahaya gidecek” dedi.

Hiç unutmam, babam çıkarttı cüzdanını, kalemini, saatini, neyi varsa, hep anneme verdi... Biz istemedik, annem da çok ısrar etti.

“Hayır” dedi annem, “biz da sizinnan gelelim” çünkü caminin içinden geçilip Barış Gücü’nün kaldığı bir kamp vardı orada...

“Kampın orada toplanıyorsunuz” dediler. Babamın bize söylediği oydu. Kampın oraya götürecekler bizi, “Siz gidin” dediler bize...

Biz hemen başladık yürüyelim, tabii annem hiç istemedi bıraksın, zorunan aldı bizimkiler, tek bir silah sesi duyduk... Annem döndü, “Babanızı vurdular” dedi bize... Ama bir baktık önümüzde başka insanlar, erkekler gider... Zaten silah sesini duyduk, o anda benim kafamda, niçin yani... Öbür erkekleri ayırdılar, niçin babamı vurdular? Tabii detayını bilmen olayların. Sonuçta annem üçümüzü aldı, gittik sahaya... Sahada kaldık. Ne kadar tuttular bizi sahada, onu hatırlamam çünkü biz hep babamızın gaylesindeydik... Vuruldu... Öldü mü, kaldı mı, bilemeyik... Sonuçta gene nenemi bulduk, tanıdıkları bulduk, aileyi bulduk... Akrabaları bulduk, zaten Baf küçük yerdir, mesela Albayraklar benim akrabamdır. Albayraklar’ın annesiynan annem, iki kardeş çocuklarıdır. Babamın tarafından akrabalarımız vardı... Yürüdük, nere gidecen? Birinci harekatta evlerinde kaldığımız Nediabamı bulduk, onun da kocası polisti diye onu da aldılardı, Nediabam “Zekai dayınızı da aldılar” dedi. Hatta oğlu benden bir yaş büyüktü, Yıltan ama iri yarıydı diye onu da aldılar. Çakırları vurdular dediler, Kıralları vurdular dedıler. Birileri vurulduydu yani ve herkes bir şey söylerdi orada. Biz böyle kaldık. “Dağılın” dediler bize, nereye gideceyik? Nediabam dedi, “Gelesiniz bize...”

Gittik gene Nedia ablanın evine ama annem kapıda durur, hiçbir zaman girmedi evden içeri... Bir tek annemin çığlığını duyduk, çıktık, “Noldu anne?” dedik.

“Babanızı” dedi, “Barış Gücü’nün arabasında gördüm...” Sedyede, almışlar kendini, “Ve götürürler” dedi bize. Arkası açık bir cip... Çıkıp gördük o cipi...

“Cipte götürdüler” dedi. Tabii annem ağlar, biz ağlarık...

O arada Nedret ablam geldi, gene aileden biri... “Merak etme, biz öğreneceyik ne olduğunu” dedi. Zannedersam Nedret ablam mücahideydi, Sancaktarlar’ın falan yazışmalarına bakardı, tabii biz o zaman anlamazdık bunları... Geldi Nedret ablam, bizi oradan aldılar, kendi evlerine götürdüler. İlerideydi onların evi...

Nedret ablam, “Zekai dayı da yok, gelin bizde kalın” dedi, o evde kaç kişiydik o anda bilmem. “Hem araştırırık” dedi.

Birileri geldi ondan sonra, akşamüzeri olduydu artık, babamın yaralı olduğu bize söylendi. Anneme babamın yaralı olduğunu söyledilerdi. Biz da beklerik, nedir, yaralıdır, ağırdır, değildir, hiçbirşey bilmeyik. Orada dediler “Kesin ölenler Erdoğan Çakır, Mustafa Çakır, Hüseyin Kıral, Dilaver Teğmen...” Ve gene Kırallar’ın Rahme diye bir çocuk vardı, eve girmeye çalışırlardı, öndeydi tam, evin kapısı tarandığında 40 tane mermi çıktı. 3-4 yaşındaydı, “O öldü” dediler. O kızcığın babası ve amcaları da yaralıydı, bütün yaralılar Rum hastanesine götürüldü çünkü Baf’taki hastanede yoktu, zaten doktor yoktu... İlk harekatta yaralıları da tıp okuyanlar tedavi ediyordu, Mehmet Albayrak vardı, Savaş Özyiğit vardı, tıp okuyup yazda tatilde Baf’ta olanlar, onlar ilk müdahaleyi yaptılardı, tedaviyi... Baf’ta galiba bir tane doktor vardı, tatil olduğu için galiba o da Baf dışındaydı, yani doktor yoktu, öğrenciler müdahale ettilerdi ilk yaralılara... Yaralanan Kırallar’a ilk müdahale burada edildi, sonra da Rum hastanesine mi götürüldü, onları bilmiyorum... Sormadım da o telaşın içinde. Biz işte Ali dayıların, Fikret ablaların evinde kaldık.

Ertesi günü veya iki gün sonraydı. Biz hep sorduk... Zaman mevhumu da karışır o dönem... Hep sorduk, “İyidir, iyidir” derlerdi. Nedret ablam birilerine sorardı ve bize “İyidir, iyidir” derdi. Haber aldık, ya 15 ya da 16 Ağustos’du. Geldi biri dedi ki bize, “Cenazeler geliyor, gömülecek...”

Annem da, Nedret ablamla birlikte, dedi “Gideyim mezarlığa, belki tanıdık birini buluruk, hem sorarık, hem da eve giderik, birileri belki yardımcı olur bize...” dedi. Çünkü üstümüzdeki kıyafetlerleydik, hiçbirşey almadıydık.

Gittiler, biz da tabii çocuk...

Sonradan bize “Bilinmeyen bir tane ceset var” dediler...

Ama annem ümit etmezdi... Tahmin ettiydi babamın öldüğünü, “Yaşar babanız” falan gibi öyle çok moral verecek bir şey söylemediydi bize... Öyle hatırlarım.

Gittiler mezarlığa, cenazeler indirilirmiş, indirilirken annem görünca babamın kıyafetlerini, kıyametler koptu, annem ağladı sızladı... Biz kapıda beklerdik, görünca annemin ağladığını, koştuk işte... Nedret ablam da “Babanızı kaybettik” dedi bize... Bu defa biz mezarlığa gitmediydik ya, annem hep gömülmesini da gördüydü onların... Gömüldü, herkesin gömüldü... Dilaver Teğmen hariç, diğerlerini tek bir mezara gömdüler. Geldi annem oraya...

Arkasına babamın Rum polis arkadaşları geldi kaldığımız eve... Onlar mezarlıkta varmıştılar. Hatta cenazeler gelmeden annemi görmüşler da “Ne aran?” demişler... Annem bize sonradan anlatır, demiş “Böyle böyle, yaralıdır...”

Onlar, “Biz duymadık” demişler, yani babamın yaralı olduğunu da duymamışlar...

 

SORU: Çünkü büyük olasılık öldürenler EOKA-B’ciydi...

TACAN ÖNCÜL: EOKA’cıydı bunlar... İşte söylendiydi... Oraya gidip katliamı yapanlar EOKA’cıydı...

Sonradan öğrendik: Hani ilk kapı çaldıydı ve açmadıydık, meğer babamın arkadaşı bir Kıbrıslırum polismiş, onu almaya gelmiş, yardım etmeye gelmiş. Ama biz kapıyı açmayınca, adam gitmiş... Ondan sonra da EOKA-B’ciler geldi...

 

SORU: Demek ki ilk size gelen, EOKA-B’ciler babana bir şey yapmasın diye geldiydi ama kapı açılmayınca gitti...

TACAN ÖNCÜL: Evet, korumak amaçlı geldiydi, biz sonradan öğrendik... Geldi ondan sonra babamın arkadaşları, Kıbrıslırum polisler, anneme başsağlığı dilediler, iki tane, üç tane polis geldiler. İsimlerini söylemedi annem bize... Ama ben hatırlarım Ali dayının evine geldiklerini... Geldiler, başsağlığı dilediler, üniformalıydılar. Ve anneme sordular, bir şey istersa diye...

Annem “Çıktık, araba nerdedir bilmeyik” dedi, “bulun bize arabamızı... Ve lütfen birini ayarlayın, gidelim evdeki eşyalardan birşeyler alalım” dedi.

Ertesi günü bize ayarladılar polisin landroverini, çok iyi hatırlarım, Kıbrıslırum polisi kendi landroverini ayarladı, şöför da verdi bize, adam da verdi bize, geldiler, annem eve gitmedi. Nalan, ben ve anneannemi aldık, eve gittik. Eve gittiğimizde ev darmadağındı. Çiçeklere varıncaya kadar kestiler. Tuvaletlerini yaptılar evin ortasında. Ev rezaletti yani... Ben 15 yaşındaydım, Nalan 16-17 yaşında. Ne kadar toparlayabildiysak toparladık, başka bir akrabaların evine aldığımız eşyaları götürdük, alabildiğimizi aldık, bulabildiğimizi aldık. Eve girdiklerinde mesela babamın av tüfeğini bulamadıydılar. Annem bak onu söylediydi bize, “Dolabınan duvar arasında babanızın av tüfeği var” dediydi bize, “onu alın, oradaysa alın” dedi bize. Ve biz babamın o tüfeğini orada bulup aldık. O akrabaların evine eşyalarımızı götürüp bıraktık ve biz bir daha o eve hiç gitmedik... Kapılar açıldıktan sonra evin önünden geçtik ve gitmedik o eve... Girmedik...

Ertesi günü bize babamın arabasını buldu Kıbrıslırum arkadaşları.. Çıkarttılar, getirdiler, araba hep çamur içindeydi, EOKA-B yazardı üstünde. Döndüler yıkattılar da bize, “Merak etmeyin” dediler, yıkattılar. “Başka birşeye ihtiyacınız varsa” diye sordular ama biz istemedik. Bir daha da gelmediler tekrardan.

İsim bazında hatırlamam ama gelip başsağlığı dilediklerini, çok üzgün olduklarını söylediler. Ama bir daha da gelmediler.

 


 

 

Kazılarda son durum... Kazılarda son durum....

 

Lapta’da bir kuyuda bazı “kayıplar”dan geride kalanlara ulaşıldı

 

Kayıplar Komitesi kazı ekipleri, adamızın güneyinde ve kuzeyinde “kayıp” Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar’dan geride kalanları aramaya devam ediyor.

Yılbaşı tatili sonrasında adamızın çeşitl bölgelerinde kazılarını sürdürmeye devam eden ekipler, açık arazilerde, zor koşullarda görevlerini yapmayı sürdürüyor.

Geçtiğimiz günlerde Lapta’da bir kuyuda bazı “kayıplar”dan geride kalanlara ulaşıldığı öğrenildi. Lapta’da kazılmakta olan kuyuya atılan “kayıplar”ın, Kıbrıslırum “kayıp” insanlar olduğu biliniyor ancak kesin sayıları ancak kuyudaki kazı tamamlandıktan sonra belli olacak. Bunların 1974’te savaşta öldürülen bazı Kıbrıslırum askerler olduğu sanılıyor...

Lapta’daki kazı ekibine “Kolay gelsin” diyoruz.

Sihari’de (Kaynakköy) de boşaltılmış bir kuyunun etrafındaki kazılar devam ederken, diğer kazı ekipleri de Demirhan (Trahoni-Tirfon), Cihangir (Ebiho), Mehmetçik (Galatya) ve Kıbrıs’ın güneyinde de Hulu ile Maşera’da kazılar devam ediyor.

Tüm kazı ekiplerine “Kolay gelsin” diyoruz...

 


 

 

Okurlarımız bildiklerini paylaşmaya devam ediyor...

 

“St. Tropez lokantası yakınındaki tarlalara bazı “kayıplar” gömüldüydü...”

 

Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:

“Girne’den Lapta’ya giderken yolun sağında bulunan St. Tropez lokantasının yanındaki tarlalar ile yolun öbür tarafında, lokantanın karşısında bulunan araziler araştırılmalıdır çünkü benim bildiğim kadarıyla bu bölgede çok şiddetli çarpışmalar olduydu ve bazı “kayıplar” bu tarlalara gömüldüydü.

Ben güney göçmeniyim. Kuzeye geçip da Girne’ye yerleştiğimiz zaman, St. Tropez’in yanından geçerken oralarda hala birkaç tane tankın durmakta olduğunu görebilirdik, yollar da havan mermilerinden delik deşikti.

Bir gün bir araçla o yolda giderken – ki bu 1975 idi – aracı süren bir ahbabım bu bölgede durarak bana bir şey gösterdi. Bir Kıbrıslırum askeri yolun kenarındaki hendeğe gömmüşler, üstüne pattaniya örtmüşler fakat yağmurlar nedeniyle toprak üstünden akınca pattaniya ortaya çıktıydı. Bu “kayıp” şahsın eli dışarıdaydı. Ben bu manzarayı kendi gözlerimle gördüydüm...

Bu bölgenin lütfen Kayıplar Komitesi yetkilileri tarafından araştırılmasını ve bölgede gömü yeri olup olmadığına iyice bakılmasını öneririm. Lütfen bunu yazınız.”

Bu okurumuza paylaştığı bu değerli bilgiler nedeniyle sonsuz teşekkürler. Bu arada bu bölgede 2005 yılında Kayıplar Komitesi henüz kazı sürecine başlamadan önce bir kazı yürütülmüş olduğunu ancak herhangi bir ize rastlanmadığını öğrendik. Okurumuzla birlikte onun görmüş olduğu olası gömü yerini önümüzdeki günlerde Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermeyi planlıyoruz.

Konuyla ilgili olarak daha geniş bilgi sahibi olan okurlarımı isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum.

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2117 defa okunmuştur