
Bir Yaş Daha Alırken
"Yeni yaşımın ilk gününde ve yeni bir yıl yaklaşırken; sizlere de sağlık, huzur ve içten bir denge diliyorum."
Bir yaş daha alırken, geride bırakmaya hazırlandığım yılın ağırlığı var kalbimde. Hani derler ya, her yıl yeni bir başlangıçtır; her bitiş bir yeniden doğuştur vs…
Hayat döngüsünde işler, eğitim, koşuşturmaca derken çoğu zaman buna inanırız. Ama 2025, bana öyle bir son, öyle bir yıkım yaşattı ki; benim için bir dönüm noktası oldu. Artık hayatım, 2025 öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılıyor. Otuz yedi yıllık yaşamım, bu çizgide bölündü.
Anneannesiyle büyümüş biriyim ben. Onun sevgisini ve saygısını sadece sözlerinde değil, tüm hücrelerinde, tüm davranışlarında hissederek bügüne gelen. Hayatımdaki acı-tatlı ne varsa, neredeyse ilk onunla paylaştım. Çoğu zaman annemden çok anneannemi sırdaş bildim; sevincimde de hüznümde de yanımda olan oydu. Mart 2025’te onu aldı hayat, benden.
Derler ya, insan annesini kaybettikten sonra, kaç yaşında olursa olsun gerçekten büyürmüş. Ben bu gerçeği anneannemi kaybettikten sonra öğrendim. Onu hayatımın ne kadar merkezine koyduğumu, her geçen gün daha iyi anlıyorum. İçimdeki canımı yakan özlemle birlikte…
Yine derler ki, yakınını kaybedenin evinde kırk mum yanarmış kırk gün boyunca. O kırkıncı gün yanan mum ise hiç sönmezmiş; bir ömür kalpte kalırmış. Benim acım, özlemim ve boşluğum tam olarak bu. Sevinçlerim yarım, üzüntülerim boşlukta. Çünkü beni bir bakışıyla anlayan o sığınağım yok artık. Bir başarım olduğunda, büyüklüğüne küçüklüğüne bakmadan arkamda gururla “Benim torunum” diyen nenem yok.
Anneannemden önce mezarlıklardan korkardım. Şimdi ise en sık gittiğim, en çok huzur bulduğum yer orası. Yanında olduğumu hissettiğim, beni duyduğuna inandığım tek nokta. Bunları yazmak kolay ama yaşamayan anlamaz; yazılanlar, askıda kalmış cümleler gibi durur belki.
Hayat bir şekilde akmaya devam ediyor. İnsan “dayanamam” dediği acılarla sınanıyor. Sonra, dayanabildiğini; yaşayabildiğini, yüreği buruk olsa da yeniden gülebildiğini öğreniyor. Bu yıl bana ne öğretti deseler, şunu söylerim: Annelerinize, babalarınıza, sevdiklerinize daha sıkı sarılın. Daha çok vakit ayırın, bol bol anı biriktirin. Çünkü hayat, aldığını geri vermiyor.
Bu yıl ilk kez doğum günüme yüreğim buruk gireceğim. Nenesiz bir yaş… Oysa bu yaşıma kadar her pastamı onunla üflemiştim. Her mumda dilek tutmama gerek yoktu; onun duaları yeterdi bana. “Bir gün ben ölürsem ağlama” derdi hep. O kadar torunu içinde hep beni tembihlerdi. Mümkün müydü bu? Mart ayından bu yana, onun için ağlamadığım tek bir gün yok. Aklıma düşmediği bir gün de…
Bana öğrettiklerin hep aklımda nene. Karşılıksız sevmeyi, yardım etmeyi…
Ne kadar yorulsan da devam etmeyi.
Bu yıl dedemi, ardından kırkı çıkmadan anneannemi kaybettim. Ard arda iki ölüm… Boşlukla gelen yeni bir hayat çizgisi ve o boşluğun içinde yön bulma çabası. Dışarıya güçlü görünme gayreti, içerideyse her gün biraz daha yaprak dökümü. Bu yıl yeni bir sayfa mıydı, yoksa 37 yıllık ömrümde ruhen en çok yaşlandığım yıl mı, hâlâ bilmiyorum.
Ama pes etmedim. Çünkü hasta yatağında bile bir kez isyan etmeyen, gözleriyle benimle konuşan Fadiş’in torunuyum ben. O gözleriyle bile, benden gelen mutlu bir haberle gururlanmayı bildi. Bedenen yanımda olmasa da beni büyüten o kadın, bir melek gibi hep yanımda. Öğrettikleriyle, duruşuyla yoldaşım. Eminim sizin de hayatınızda böyle yoldaşlar vardır.
Sözün özü şu: Bu zamana kadar hep büyüdüğümü sanırdım. Ta ki bu büyük kaybı yaşayana kadar. Sevdiklerinize sıkı sıkı sarılın. Hayat aldığını geri vermiyor. Bugün varız, yarın yokuz. Anne, baba, eş, dost, evlat… Hiç fark etmez. Sanal değil, gerçek anılar biriktirin. Gidin, dokunun, yanlarında olun. Çünkü yarın, gerçekten çok geç olabiliyor.
Bu yaş bana şunu öğretti: Hayata hem çok bağlı olmayı hem de her an bitebileceğini bilerek yaşamayı. Koşuşturmada önce kendimi hatırlamayı ve sevmeyi. Çevremden sonsuz beklentiler içinde olmadan yürümeyi. Herkesin her an gidebileceğini kabul etmeyi…
Yazmanın ruha ne kadar iyi geldiğini; satırların en sadık sırdaş olduğunu…
İnsanın en iyi versiyonuna ulaşması için gereken gücün yine kendi içinde olduğunu… Ve bunun ancak çalışarak, okuyarak, başkalarıyla yarışmadan; kendisinin en iyi hâline ulaşma çabasıyla mümkün olduğunu.
Sonuçta hayat, insana her şeyi bir anda öğretmiyor; bazı dersleri ağırdan alıyor, bazılarını ise tek nefeste veriyor. Kayıplar, insanın yaşını değil; derinliğini büyütüyor. Bugün geriye dönüp baktığımda şunu görüyorum: Güç, acının yokluğu değil; onunla yürüyebilmeyi öğrenmekmiş. Sevgiyi saklamamak, zamanı ertelememek, vedaların ihtimalini bilerek yaşamı daha sahici tutmakmış. Belki de olgunluk, hayatın geçiciliğini kabul ederken insani bağları daha sıkı tutabilmekte gizli.
Bütün bu kayıpların, acıların ve sessiz öğrenişlerin sonunda anladım ki hayat, bizi hazırlıksız yakalayan anlardan ibaret. Güç dediğimiz şey çoğu zaman yüksek sesle ayakta durmak değil; içimizde yıkılan bir dünyanın ardından yine de devam edebilmektir. İnsan, sevdiklerini kaybettikçe büyüyor; ama bu büyüme, neşeyle değil, kabullenmeyle oluyor.
Bugün geldiğim yerde, hayata hâlâ bağlıyım; ama artık onun geçiciliğini bilerek, daha dikkatli, daha yavaş ve daha derin yaşıyorum. Kalanlarla daha çok temas eden, gidenleri ise kalbinde taşıyan bir hâl bu.
Bugün 27 Aralık.
Ve ben 38 yaşıma giriyorum.
Bir düşünürün dediği gibi, “İnsan yaşadığı kadar değil, anladığı kadar yaşar.”
Bu yaşı, anlamanın ağır ama onurlu sorumluluğuyla karşılıyorum. Geride kalan yıllar bana şunu öğretti: Hayat her zaman çoğaltarak büyütmüyor insanı; bazen sadeleştirerek, bazen sessizce öğreterek olgunlaştırıyor.
Artık biliyorum ki bazı yaşlar yüksek sesle kutlanmaz. Onlar daha çok içten içe kabul edilir. Geçilen yollardan, öğrenilen derslerden, kalpte yer eden izlerden güç alır. Bazı bağlar zamanla biçim değiştirir ama anlamını kaybetmez; insanı olduğu yere daha sağlam basar hâle getirir.
Büyümek, yalnızca yaş almak değilmiş.
Eksilerek derinleşebilmek, sarsılsa da yoluna devam edebilmekmiş. Ve her şeye rağmen hayata açık kalabilmek… Çünkü nefes varsa, ihtimal de vardır. Güzellik bazen hemen karşımıza çıkmaz ama sabırla bekler; bizi olgunlaşmış hâlimizle karşılamak için.
Viktor Frankl’ın dediği gibi, “Yaşamdan ne beklediğimiz değil, yaşamın bizden ne beklediği önemlidir.”
Belki de tam bu yüzden, yaşadıklarımızın arkasından değil; onların içinden geçerek yol alırız. Bizi biz yapan, tam da o deneyimlerin kendisidir.
Geçen yaşımın en anlamlı hediyelerinden biri ise, parçası olmaktan gurur duyduğum Yenidüzen Gazetesi’nde köşe yazarlığına başlamış olmak. Öğrenmek kadar, öğrendiklerini paylaşabilmek de insanı diri tutuyor. Bu yazı yolculuğu, hayatımda açılmış yeni ve kıymetli bir sayfa.
Yazımı burada yavaş yavaş sonlandırırken, Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair şiirinden kısa ama ufuk açıcı bir alıntıyla toparlamak isterim: “İnsan kaç yaşında olursa olsun, geleceğe borçlu gibi yaşamalıdır.” Çünkü biz aslında gelecekten hep alacaklıyız. Yaşamaya, mücadele etmeye, emek vermeye; kendimizin en iyi versiyonuna ulaşmaya… Hem kendimize hem de içinde yaşadığımız topluma karşı sorumluluk duyarak, duyarlılığı pusula edinerek yürümeye mecburuz. Yaş ilerler, şartlar değişir; ama insanın geleceğe olan borcu hiç kapanmaz.
Yeni yaşımın ilk gününde ve yeni bir yıl yaklaşırken; sizlere de sağlık, huzur ve içten bir denge diliyorum.
Daha anlayarak, daha derinleşerek.
Nice yıllara…
Yeni yıl güzellikler gelsin hayatıma, güzellikler gelsin hayatınıza.
Satırların yarenliğinde yeniden buluşmak dileğiyle…
Sağlıkla, umutla ve sevgiyle kalın.
Hoşça kalın.

















