
‘Bello Turko’ ve ‘Gaco’...
“Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında sağlıklı ilişkilerin oturtulamamış olması ve bundan kaynaklanan sorunların yarattığı tepkiler” olarak tanımlanan ve günlük hayatımızda sıkça karşımıza çıkan “Kıbrıslı-Türkiyeli” gerginliğini k
“Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında sağlıklı ilişkilerin oturtulamamış olması ve bundan kaynaklanan sorunların yarattığı tepkiler” olarak tanımlanan ve günlük hayatımızda sıkça karşımıza çıkan “Kıbrıslı-Türkiyeli” gerginliğini konuşmaya devam ediyoruz… Pratik yaşamda her an yanı başınızda duyabilirsiniz bu tepkiyi: “Gacolar yediler bizi, fellalar…” Aslında bu tepkinin bir de karşı yansıması vardır: “Sizi biz kurtardık” diye başlayan ve “Paranızı biz veriyoruz”la devam eden… Peki bu açmaza girmemizin nedenleri nelerdir?.. TDP’de etkin görevlerde bulunan yeni dönemin genç siyasetçilerinden Siyaset Bilimcisi Mehmet Harmancı’ya sordum, samimiyetle yanıtladı. Bello Turko’dan günümüze ilginç bir yorum:
-Gacolar, ficalar diye başlayan tepkisel yaklaşımları nasıl yorumluyorsunuz? Bunu sebebi nedir?
Gacolar, ficalar, Duriler hatta son zamanlarda “aha Amerikalılar” şeklinde söylemler aslında tepkisel bir yaklaşımdan ziyade yerleşik bir ötekileştirme anlayışıdır. Kıbrıs Türk toplumu ve özellikle Kıbrıslı Türk solu çok uzun yıllar Türkiye egemen siyasetine karşı çok dirençli ve dirayetli ve uzun soluklu bir mücadele vermiştir. Bu süreçte bazı geliştirilen dil ve o dönemin getirdiği kim olursan ol bizden ol anlayışı içersinden partiler içerisinde belli başlı kadrolar evirilmeye başlamış ve Türkiye karşıtlığını birey/kişi karşıtlığına eşdeğer tutmaya başlamıştır, maalesef zaman içerisinde bu durum Kıbrıs solunun hastalığı haline gelmiş ve mikro milliyetçilik akımlarına yönelişler başlamıştır.
Her azınlık kendi kültürünün yok oluşuna yönelik olarak böyle bir refleks-tutum geliştirebilir, Kıbrıslı Türker’de çok uzun zamandır kendi kültürel varlıklarını tehdit altında görmekte ve son yaşanan TC yetkililerinin aşağılamalarıyla da birlikte haklı bir refleks-tutum geliştirmektedirler. Peki bu nasıl mikro milliyetçilikten arındırılıp belli bir etnik nasyonal zırh bürünmeden, mücadele alanına çevirtilebilir bunun üzerine düşünmek gerek. Çok zor olduğunu da idrak ederek...
Neden zor? Çünkü adada yaşan Türkiye Cumhuriyeti kökenli vatandaşlar, Kıbrıslı Türklerle aynı ekonomik darboğaz ve sıkıntıları yaşamalarına karşın, geldikleri bölge şartları ve hayat standartları bakımından hala o bölgedeki birçok olanaktan daha uygun bir yerde yaşamaktadırlar. Tabii ki bu topluluk da bu avantajlarını yitirmek istemeyecektir, bir öncekini düşünerek.
Kaldı ki bundan da öte en önemli sorun Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında sağlıklı ilişkilerin oturtulamamış olması ve bundan kaynaklanan sorunların yarattığı tepkilerdir. Buradaki birçok TC kökenli yurttaşın da KKTC’yi TC’nin bir alt yönetimi olarak idrak edip (Kıbrıslı Türklerin hissayıtında ve dünyanın algıladığından farklı olarak) buranın sesinden çok TC’den çıkan seslerden etkilenip ona göre reflekslerini geliştirmeleri anlamını taşıyor.
Her iki toplulukta Kant’ın “Aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır” sözleri ile ifade ettiği açmazlarını bizzat yaşamaktadırlar. Her iki topluluk da bugüne kadar kendi ergin olamayışları yüzünden sorumludur.
Hal böyle olunca da “ortaklaşma” ve “birlikte mücadele” gibi aslında çağdaş ve kısmen sol anlayışa ilişkin değerler de hep havada kalıyor. Çağdaşçılar bunu aşabilecek herhangi metodolojik hareket içine de girmeyince kısır bir döngü haline geliyor ve karanlıkta mücadele etmeye devam ediyoruz.
-"Kıbrıslı Türkler olarak yok oluyoruz" kaygısının altında yatan nedenler nedir? Çözüm ve mücadele şekli ne olmalı?
Kıbrıslı Türkler bunu hissetmesi için birçok neden vardır, bunlardan en önemlisi gelecek vizyonsuzluğudur. Günün sonunda rotası belli olmayan bir gemide sürekli seyahat eden kişi psikolojisindedir toplum. Maalesef kendisine mevcut siyaset gerek iktidarı ile gerekse muhalefeti ile ona gelecek imkânı sunmanın çok uzağındadır. Nüfus olarak da başka bir ülke nüfusunun altında olduğunu sürekli hissetmek ve kendi vatanında sayısal azınlıkta olmak maalesef algı ve tepkilerde mikro milliyetçi unsurları çoğaltmaktadır. Toplum olarak bilimsel temelden uzak ve tamamen reflekssel hareketler yapıyoruz.
Gerçekte sebep-sonuç ilişkilerinin derinlemesine analizini yapmadan reflekse döndürüyoruz ve inanın çoğu zaman da yanılıyoruz. Bu salt Kıbrıs- Türkiyeli, Türk-Rum meselesi olarak değil, hayatın her alanda kamplaşmanın ve doğruyu tartışarak bulabilmenin yerine zıtlık ve varoluştan farklılık noktasına çekiyoruz ki, bu tartışmalar sonu bizi doğruya değil, üzüntüye ve kedere doğru sürüklüyor. Sempatik sandığımız birçok fiilin aslında ne kadar yanlış olduğunu fark edemiyoruz bile…
Toplum kendini bitmiş hissediyor ve buna karşı bir koruma kalkanı geliştirmiş, o kalkan da sadece “laf” aslında. “Bittik, tükeniyoruz, kaç kişi kaldık, yeyecekler bizi”, söylemlerini de karşıdaki toplumla bir işbirliği sürecine girileceğinde de yine aynı tarzda söylemlerle besliyor, büyütüyor ve reddedişçi bir ruha büründürüyoruz. Bilimsel temelde tartışmaya çalışanları da “başka kampın” savunucuları ve mutlaka altında “politik bir temel” yatıyor suçlamasıyla bertaraf ediyoruz…
Benim son dönemdeki inancım sürer duruma karşı çıkan birey, aktivist, resmi ya da resmi olmayan grupların (partiler de dâhil) ortaklaşabilmeyi başarmaları ve toplum önüne kurtuluş reçetesini çıkartmalarının zaruri olduğudur. Ayrıca bu ortaklaşabilmeyi başaranlar ırkçılık kokan söylemleri de bertaraf edebilmeyi de planlamalıdırlar.
İnsanların parti ismi, rozeti ya da kimliği yerine gerçekten 5-10 yıl içersinde bu toplumu kurtarabilecek ortaklıklara ve birlikteliklere ihtiyacı vardır. Toplum önce kendine olan güvenini yeniden tesis edebilmelidir bunun için de ciddi çalışmalarla toplumun karşısına ortak olarak çıkabilmekle mümkündür.
Ayrıca kişisel temelde de Kıbrıslı Türkler zamanında “Bello Turco”dan ne kadar muzdarip olduklarını tekrar hatırlamalı ve o gün ne kadar canları acımışsa bugün isim taktıkları zümrenin işte o kadar canının yandığını anlayabilmelidir.
[Siz de bu konudaki fikirlerini yazıp gönderiniz, tartışmaya katılınız: mertjrn@gmail.com]