1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sirenler – Bir Albüm İncelemesi
Sirenler – Bir Albüm İncelemesi

Sirenler – Bir Albüm İncelemesi

... kendilerini ayrı kılan, uzun ömürlülüklerini borçlu oldukları o yapı taşlarından feragat etmeden böylesine güzel bir albüm yaptıkları için Mor ve Ötesi’ne teşekkür etmek istiyorum

A+A-

Fuat Çakıcı
fuatcakici@yahoo.com

Herhâlde Mor ve Ötesi diye bir müzik grubunun varlığını hâlâ duymayan yoktur artık. Dile kolay ilk albümlerinden beri geçen 25 sene içerisinde müzikleriyle Türkiye’de ve adamız gibi dünyanın çeşitli yerlerindeki Türkçe konuşan insanlar arasında, ciddi kitlelere ulaşmış, Eurovision’da boy göstermiş, sadece Türkçe rock değil Türkçe müzik tarihinde önemli bir yere sahip olan bir grup. Bu 25 senede de tasarladıkları diskografinin enginliği, varyetesi ve kalitesi sayesinde de herkesin sevdiği bir mor ve ötesi şarkısı olduğunu söylemek mümkündür sanırım.

Her ne kadar ilk albümleri 1997’de olsa ve 2001’deki Gül Kendine adlı albümleriyle artık “oturmuş” bir grup olsalar da grubun ciddi kitlelere ulaşması 2003’te yayımladıkları Ajda Pekkan’ın Yaz Yaz Yaz şarkısına yaptıkları cover ile başlamış, 2004’teki Dünya Yalan Söylüyor albümleriyle de çivilenmiştir diyebiliriz. Bu albümle beraber 2012 yılına kadar her iki yılda bir bir projeyle karşımıza çıkan Mor ve Ötesi her ne kadar o günden beri 3 tekli ve 2 canlı senfonik albüm yayımlamış olsa da bizleri geçen aya kadar tam boy, yeni bir albümden mahrum bırakmıştı. İşte tam bu noktada, hasret çift basamaklı yıllara çıkacakken kendilerini tekrar gösterdiler; iyi ki de gösterdiler.

Bu noktada aslında o kadar da sıkı bir Mor ve Ötesi hayranı olmadığımı söylemek isterim; elbette bayıldığım şarkıları var ama öyle “her şarkıları kusursuz” falan diye düşünmüyorum ya da bana sıkça “Hade biraz mor ve ötesi dinleyim.” diye gelmiyor. Fakat bu albümle de fark ediyorum ki gerçekten eşi benzeri olmayan, oldukça entelektüel bir grup Mor ve Ötesi. Yani illa yabancı bir benzetmesini yapmak gerekirse öyle rastgele “Türkiye’nin Arctic Monkeys’i” değil de “Türkiye’nin Pink Floyd’u” veya “Muse’u” dememiz gereken bir grup mesela. Her ne kadar Arctic Monkeys’i bu 2 gruptan daha çok sevsem de entelektüel açıdan Mor ve Ötesi’ne yakışır bir kıyaslama yapmak gerek.

Çok daha lafı uzatmadan, her ne kadar Ocak’ta çıkmış olsa da potansiyel olarak 2022’deki en iyi Türkçe albümün yorumlamasına geçmek istiyorum. Çoğunlukla malum ülkedeki malum insanın kurduğu malum düzenden bahseden, bu düzeni eleştiren ve pek çoğumuzun duygularına tercüman olmuş, ihtiyacını yıllardır hissettiğimiz özel bir albüm yapmış Mor ve Ötesi. Gelin şarkıların kendilerine de bakalım:

Adamın Dibi

Albümün çoğunluğu “bildiğimiz Mor ve Ötesi” olsa da yeni topraklarda başlıyor albüm. Tipik bir dörtlü rock grubu edasında başlamasına rağmen nakaratta bir anda âdeta bir Türk sanat müziği şarkısında buluyoruz kendimizi. Her ne kadar subjektif olarak bu füzyonu beğenmesem de yapmaya çalıştıkları, ulaşmak istedikleri şeyi büyük bir başarıyla yaptıklarını kabul ediyorum. Çocukken gittiğim düğünlerin, gittiğim büyük kutlama yemeklerinin travması olacak ki Türk sanat müziğinden pek hoşlanmam. Bundan dolayı nakaratta giren yaylı çalgılar beni pek açmasa da şarkının kendisinin oldukça iyi bir şarkı olduğunun, şarkıdaki kalan enstrümantasyonun ve melodinin oldukça yüksek bir standartta olduğunu söylemem gerek. Bir de söz olarak albümdeki açıkça en muhalif şarkılardan biri olmasına ve “Adamın Dibi”nin kim olduğuna da küçük bir vurgu yapıp selam çakmak isterim.

Dünyaya Bedel

Albümdeki belki de en az beğendiğim şarkıdan en çok beğendiğime geçiyoruz şimdi de. Forsa’dan sonra albümün ikinci teklisi olan bu şarkıda bayağı Gül Kendine esintileri duyuyorum ben. Oldukça melodik, oldukça katmanlı bir şarkı ve gerçekten de albümün çoğunluğundaki gibi uzun olmasına rağmen o 5 dakika 48 saniyeyi hissetmiyorsunuz bile. Şarkının başındaki hoş enstrümantalden sonra Harun’un o yılların harmanladığı tok sesi karşılıyor sizi ve âdeta bir müzik ziyafeti çekiyorsunuz.

Linç

Albümün üçüncü şarkısı için zaten alternatif rock tarzda müzik yapan bir grup için biraz garip kaçacak olsa da albümün en “alternatif” şarkısı demek istiyorum. Bu yorumu yapmamın sebebini şarkıya girişi yapan o havalı bateri “riff”i ve o “riff”in ardından gelen ve dize boyunca giden o enteresan “alternatif” akkor olarak açıklayabilirim. Biraz tekniğe kaçacak olursak; şarkının bu kısmında 6’lı bir re majör akkorunun kullanıldığını ve 6’lı majör akkorların bu tarz alternatif, hatta ve hatta “muallak” akkorlar olduğunu söyleyebiliriz. Sadece bu bile bu albümde aslında nasıl bir sanatın işlendiğinin bir göstergesi sanki.

Canavar

Mor ve Ötesi’nin nispeten yeni canlı kayıtlarını dinleyenler, veya basitçe Anlatamıyorum şarkısını dinleyenler rast gelmiş olabilir; piyano ağırlıklı müzik yapma denemeleri mevcut aslında Mor ve Ötesi’nin. Fakat bunu resmî bir albüm kaydında ilk defa duyuyoruz kendilerinden ve bence oldukça iyi bir iş çıkarıyorlar. 2 dakika 25 saniyeyle oldukça kısa bir şarkı olmuş olmasına rağmen tasarladıkları o piyano ağırlıklı karanlık temaya tam oturuyor şarkının süresi, ve önümüze âdeta bir ağıt, bir “gospel” sunuyorlar. Bu albümün o kadar da sıradan olmayacağını, yeni birtakım şeyler deneneceğini artık anlıyorsunuz.

Forsa

Albümün Aralık’ın başında çatkapı hayatımıza giren, ama iyi ki de giren ilk teklisi. İlk dinlememi hatırlıyorum da öyle içim cıvıl cıvıl “Oh be!” çekmiştim. Özellikle belki de en sevdiğim grup olan Adamlar’ın vasatın altında Harekete kimse mâni olamaz EP’sinden ve Türkçe rap camiasında yükselişte olan “keko rap” akımından sonra gerçekten böyle bir şeylere hasret kalmıştık çünkü. Albümün de en patlamalı şarkısı ve Cambaz’ı da hatırlatır bir şekilde bağlama eşliğinde efsane bir rock şarkısı. Şarkıdaki dinamikler, iniş çıkışlar, solo, sözler olsun bir tekli olarak albümden seçilebilecek gerçekten de en uygun, “mor ve ötesi hâlâ bitmemiş.” dedirtecek bir şarkı.

Hazinende

Bir boksörün rakibini tek bir kroşeyle alt etmesi ne kadar zorsa bir albümde tek bir patlamalı şarkı olması da o kadar eksik hisseder. O yüzden sol kroşeyi takip eden sağ aparkat gibi geliyor Hazinende. Bokstan pek anladığımı söyleyemem, o yüzden bu söylediğim ne kadar doğru bilmiyorum, ama bildiğim bir şey varsa bu şarkı en az Forsa kadar dinleyeni gaza getirebilir, havaya uçurabilir, “goflandırabilir”. Harun’un “Gülmek yasak mı senin ülkende? Nefes almak kolay mı hazinende?” dediği dizelerdeki muhaliflik, “Artık hiçbir şey yapma.” demesi ve ardından gelen o solodaki öfke, hepsiyle muazzam bir şarkı.

Kaptan

Adamın Dibi ile albümdeki herhâlde en elden çıkarılabilir iki parçadan biri bu bence. Biraz eleştirel başladığımın farkındayım, o yüzden bu şarkının, tıpkı Adamın Dibi gibi aslında o kadar da kötü bir şarkı olmadığını vurgulamak isterim ilk baştan. Zira bu şarkı da yapmak istediği şeyi oldukça iyi bir şekilde yapıyor; sakin, hafif melankolik, indie bir şarkı ve cidden o kadar da kötü değil. Sadece şarkının 5 dakika 37 saniyenin bütünün hakkını verdiğinden emin değilim çünkü sanki bir süre sonra monotonlaşıyor. Lakin albümün kalanıyla uyumu iyi ve vasatın üstünde bir geçiş şarkısı denilebilir.

Ağrılar

Gariptir tıpkı Adamın Dibi ve Dünyaya Bedel gibi Kaptan ve Ağrılar da albümdeki en haz etmediğim ve ettiğim şarkılar olarak çift bir şekilde geliyor. Albümü baştan sona ilk defa dinlediğimde, ki hatırlıyorum sırf albümü baştan sona dinlemek için arabayla boş boş turluyordum, bu şarkının diğerlerine göre daha farklı bir iz bıraktığını hatırlıyorum. Tıpkı Canavar gibi bu şarkı da piyano ağırlıklı bir “ağıt” niteliğinde. Tam olarak neden bilmiyorum; baş döndüren piyano mu, katmanlı vokaller mi yoksa başka bir şey mi; şarkının vermek istediği o hissiyatı iliklerime kadar hissetmiştim bu şarkıda, hâlen de ne zaman dinlesem hissediyorum.

Tünel

Albümün melodik olarak en mutlu şarkısı herhâlde budur, her ne kadar sözlere baktığımızda bunun buruk bir mutluluk olduğunu anlasak da. Tıpkı Adamın Dibi gibi bu şarkıda da yoğun yaylı çalgı melodileri mevcut, lakin burada bu melodiler bir Türk sanat musikisi edası yerine daha çok burukça mutlu bir pop-rock şarkısındaki o buruk mutluluk hissiyatını tamamlar nitelikte. Hatta şarkıyı ilk defa dinlerken Adamın Dibi için “İşte! Böyle de olabilirdi.” diye düşündüğümü de hatırlıyorum. Mod olarak albümde benzeri olmayan, albümü zenginleştiren bir şarkı.

İstiklal

Başındaki bir buçuk dakikalık oluşumuyla oldukça tipik, ama tipiklikten kastımın grubun tam formunda olduğu bir şarkı bu. Hatta biraz Oyunbozan şarkılarını da andırıyor bana hissiyat olarak. Bu şarkı için söyleyebileceğim çok da bir şey yok aslında; gayet başarılı, arabada uzun yol gidilecekse dinlenmesi gereken, dinlerken de ya etrafı seyretmelik ya da hayallere dalmalık hoş bir şarkı.

Park

Ve kapanış… Mevzubahis “Park”ın hangi park olduğu hakkında pek konuşmaya gerek yok sanırım. Distopik müzikal temalarla mutlu bir son yazmış bu şarkıda Mor ve Ötesi; âdeta gerçeğin ta kendisini notaya dökmüşler. Şarkı ilerledikçe daha da fazla enerji kazanıyor, “Park”tan aldıkları enerjiyle “kâbus”u nasıl yendiklerini anlatıyor, şarkının sonlarında da bu hikâyeyi sanki de haykırıyor Harun. Aslında “fade out” ile biten şarkıları pek sevmem, ama bu şarkıda manidar geliyor bana; sanki de bir defter sonunda kapanmış, yeni ve farklı hikâyeler yazma zamanı gelmiş gibi…

Son söz

Temiz bir nefes, bir bardak temiz su gibi geldi bu albüm benim için günümüz müzik piyasasına. Her şeyin aynılaştığı, tüketimin kolaylaştığı, bir zamanlar efsane olan sanatçıların kendi özlerini yitirmeye başladığı böylesine bir müzikal manzarada; kendilerini ayrı kılan, uzun ömürlülüklerini borçlu oldukları o yapı taşlarından feragat etmeden böylesine güzel bir albüm yaptıkları için Mor ve Ötesi’ne teşekkür etmek istiyorum. Bizi yine 10 sene bekletmemeleri, sanatlarıyla hep hayatlarımızda olmaları dileğiyle…

Bu haber toplam 3477 defa okunmuştur
Etiketler :
Gaile 490. Sayısı

Gaile 490. Sayısı