1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. MEKÂNSAL ADALET ARAYIŞI VE MEKÂNSAL TAHAKKÜM
MEKÂNSAL ADALET ARAYIŞI VE MEKÂNSAL TAHAKKÜM

MEKÂNSAL ADALET ARAYIŞI VE MEKÂNSAL TAHAKKÜM

Kamusal alanlar ve ortak alanlar gibi kentsel mekânlar üzerinde hak talep etmek ve bu mekânlara sahip çıkmak adalet arayışının gereğidir.

A+A-

Serkan Tansel
serkantansel22@gmail.com

Kentsel Hak Talebi

Mekânsal adalet veya daha dar anlamda kentsel adalet arayışı aynı zamanda mekân üzerinden kendini var eden adaletsizliğin de mevcudiyetinin dile getirilmesidir. Ortak alanlara erişimden tutun da kamu hizmetlerinden yaralanmaya kadar birçok konuda adaletsiz bir yapı kendini tekrar tekrar üretiyor. İnsan, binalarıyla, yollarıyla, caddeleriyle ve sokaklarıyla kenti üretirken içinde yaşadığı ve en basit söylemle gündelik yaşamını geçirdiği bu evren de insanın yaşamını ve bizzat kendisini değiştirir ve üretir (1).   

Marksist bir okuma ile bakacak olursak, kentin kamusal alanları, kaynakları ve aslında bütünü, emeğin kolektif üretiminin sonucudur. Bu minvalde kent üzerinde paylaşım mücadelesi, üretim ilişkilerinden bağımsız değerlendirilemez (2). Kent üzerindeki adalet veya hak arayışı bu açıdan bakıldığında, emeğin kendi ürünü üzerinde hak iddia etmesi anlamına gelir.

Kentsel hak taleplerinin tümünü kent bilimci Henri Lefebvre’nin kent literatürüne kazandırdığı “Kent Hakkı” terminolojisi üzerinden okumak mümkündür. Kent Hakkı bireysel bir hak anlayışından ziyade; kolektif, dinamik bir adalet arayışı ve yaşadığı mekân ile toplumsal ilişki kurmak şeklinde değerlendirilebilir.

Kent hakkı bağlamında kentsel hak talepleri arasında, aynı zamanda bir insan hakkı olan barınma hakkını veya konut sorununu sayabiliriz. Neoliberal küresel politikalar neticesinde konut arzı talepten bağımsız şekillenirken, kısıtlı gelire sahip vatandaşların konut edinme sorunu günceliğini koruyor. Aşkın konut üretimi, hem küresel düzeyde hem de ülkemizde doğal kaynakların insafsızca harcanmasıyla, boş apartmanlar, yarım kalmış inşaatlar ve hayalet uydu şehirler oluşmasına sebep oluyor. Benzer örnekleri Türkiye’de uygulamaya konulan kentsel dönüşüm projelerinde görmek de mümkündür. Kentsel dönüşüm adı altında senelerce yaşadıkları konutlarından ve mahallelerinden çıkarılan yoksul aileler, kendilerine yabancı apartmanlarda ve iş yerlerinden uzak uydu kentlerde yaşamak zorunda bırakıldılar. Neoliberal bir anlayışla gerçekleştirilen konut üretiminin hiçbir şekilde yoksul vatandaşların konut ihtiyaçlarına cevap vermediği ortadadır. Engels bunu şöyle tarifler: “Gerçekte, burjuvazi barınma sorununu kendi usulüne göre yalnız bir çözme yöntemine sahiptir -yani onu öyle bir şekilde çözer ki çözüm sürekli olarak sorunu yeniden üretir.” (3)

Kent içerisinde ortak alanlara ve kentin her noktasına erişimin veya ulaşımın olmaması da mekânsal bir adaletsizliğin somut göstergesidir. Kuzey Kıbrıs gibi toplu taşıma yoksunu ve özel araç bağımlılığı olan ülkelerde kent içindeki ulaşım konusunda yoksul kesimler için zorluklar gözlemlenebiliyor. Kıyı şeritleri veya yeşil alanlar gibi ortak alanlara erişim konusunda da benzer zorluklardan bahsetmek mümkündür.

Yine sınıfsal açıdan bakacak olursak, ortak alanlara erişimin olmaması veya ortak alanların (caddeler, yeşil alanlar, parklar) yeterli olmaması sınıfsal ayrışmayı beslemektedir. Farklı sınıflar veya kesimler, ortak alanlarda buluşma ve iletişim kurma şansı bulamamaktadır. Özellikle Kuzey Kıbrıs’taki göçmenler ve yerli halk arasında iletişimin mekânsal anlamda olmaması sınıfsal ayrışmaya ve sosyal adalet sorununa yol açmaktadır. 

Kentsel hak taleplerinin toplamı bir anlamda, kentin nasıl ve ne şekilde gelişim göstereceği hakkında söz sahibi olmayı içerir.

 

Ortak Alanların İşgali ve Tahakkümün Sembolleri

Dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde de sahil şeridi, yeşil alanlar ve orman arazileri gibi kamusal alanların kamu yararı gözetilmeden özel teşebbüse verilmesi, ortak alanların sermaye lehine işgal edilmesine verilebilecek örneklerdir. Bu işgallere karşı çare olması muhtemel enstrüman olarak “üst ölçekli planlama”, piyasa aktörlerine karşı kamu yararını korumanın temel yasal dayanağı olarak değerlendirilebilir. Kuzey Kıbrıs özeline baktığımızda turizm merkezleri olan Girne, Mağusa ve İskele bölgelerinde planlama süreçleri sağ siyasi elitler tarafından sermaye lehine dönüştürülmeye çalışıldı ve akamete uğratıldı.  Siyaset destekli sermayenin planlama süreçlerine karşı saldırılarına karşın, kamuda ve Şehir Plancıları Odası gibi meslek kuruluşlarında örgütlü şehir plancılarının yargı yolu ile gösterdikleri dirence rağmen mücadelenin siyasi ayağının eksik kaldığını belirtmek gerekir.

Mekânsal adalete karşı yapılan saldırıların diğer bir yöntemi de kentsel semboller yoluyla tahakküm kurmaktır. İktidar kendi simgesel mekânını üreterek kitleleri denetlemeyi amaçlamaktadır. Türkiye’deki iktidar bu yöntemi büyük ölçekli projeler yoluyla uygularken, benzer yöntemi Kuzey Kıbrıs’taki vesayet rejimni güçlendirmek amacı ile de uygulamaktan geri durmamaktadır. Son zamanlarda inşaatına başlanan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, mekân üzerinden kurulan tahakküm ilişkisine bir örnek oluşturmaktadır. Projenin gerek içeriği gerekse tasarımı açısından Kıbrıs Türk Toplumunun karakteristik özelliklerini temsil etmemesi ve Türkiye’de projelendirilmesi üstten inme bir yapı olmasına yol açmaktadır. İçinde bulunduğu toplumu veya milleti temsil etmesi gereken Cumhurbaşkanlığı ve Meclis yapıları, ne ilgili meslek kuruluşlarından ne de Kıbrıs Türk toplumundan onay alınmadan yapılma yoluna gidilmiştir. Dolayısıyla bu üstten inme proje, Kıbrıs Türk toplumunun kurumlarını değersizleştirilirken,  yetişmiş insan kaynağının da edilgen bir hale getirilmesine yol açmıştır. Külliye projesi, yerel mevzuatın ve Kıbrıs Türk Toplumunun ekseriyetinin onayı veya kabulü dahi alınmadığı için meşruiyet sorununun da gündeme gelmesine yol açmaktadır.

 

 

Sonuç Yerine

Mekânsal adalet arayışını, kentsel hakları talep etmek veya Kent Hakkı mücadelesi olarak ele almak mümkündür. Henri Lefebvre “Kent Hakkı” (Right of City) makalesini 1967 yılında, Kapital’in ilk cildinin yayımlanışının 100. yılı kutlamaları için yazmıştı. Dolayısıyla kent içindeki mücadeleyi ilerici siyasi mücadeleden ayrı düşünmek doğru bir yaklaşım olmaz. David Harvey de kentte yaşayan vatandaş ile yoldaşın birlikte mücadele vermesi gerektiğinden yola çıkarak, 1848 yılında gerçekleşen Paris Komünü mücadelesini örnek gösterir.

Kamusal alanlar ve ortak alanlar gibi kentsel mekânlar üzerinde hak talep etmek ve bu mekânlara sahip çıkmak adalet arayışının gereğidir. Bu mekânlar üzerinde bireysel değil kolektif bir sahiplenmeye ve toplumsal bir ilişki kurulmasına ihtiyaç var. Maalesef bu ilişkiyi tesis etmenin önündeki en büyük engel Kıbrıs Türk toplumunun zihnindeki kamusal alan algısıdır. Kamuya ait bir arazi, yapı veya kaynak, Batı demokrasilerindeki yurttaşların gözünde ortak mülkiyettir. Oysaki kamusal alan, bizim toplum için ortak mülkiyetten ziyade, kimseye ait olmayan, kimsenin sorumluluğunda olmayan hukuki boşluğu ifade eder. Dolayısıyla bu hukuki boşluğun başına gelenler için toplumu harekete geçirmek pek kolay değildir.

Kendi ürettiği kente sahip çıkma bilinç düzeyine erişen kentin vatandaşları, ilerici, örgütlü siyaset ve piyasa aktörlerine karşı kamu yararını koruyan mekânsal planlama enstrümanı, belki de tahakküme karşı duruşun ve daha adil bir dünya arayışının özneleridir.

Kaynakça:

  1.  Park, R. - Burgess, E. (2015), Şehir – Kent Ortamındaki İnsan Davranışlarının Araştırılması Üzerine Öneriler, Heretik Yayınları.
  2. Harvey, D. (2013), Asi Şehirler - Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru, Metis Yayınları.
  3. Engels, F. (1992), Konut Sorunu, Sol Yayınları, 1992.
Bu haber toplam 3617 defa okunmuştur
Gaile 497. Sayısı

Gaile 497. Sayısı