1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. KIRNI’NIN TARİHİ GEÇMİŞİNE BİR YOLCULUK
KIRNI’NIN TARİHİ GEÇMİŞİNE BİR YOLCULUK

KIRNI’NIN TARİHİ GEÇMİŞİNE BİR YOLCULUK

Yaklaşık çeyrek asır önce Eski Eserler ve Müzeler Dairesi adına Kırnı köyünde ekibimle gerçekleştirdiğim arkeolojik bir mezar kazısı nedeniyle köyün geçmiş kültürleriyle ilgili olarak bir ön çalışma başlatmıştım

A+A-

 

 

Tuncer BAĞIŞKAN

 

Yaklaşık çeyrek asır önce Eski Eserler ve Müzeler Dairesi adına Kırnı köyünde ekibimle gerçekleştirdiğim arkeolojik bir mezar kazısı nedeniyle köyün geçmiş kültürleriyle ilgili olarak bir ön çalışma başlatmıştım.  Ancak Kıbrıs ilk kaleler arasında bulunan Kırnı Kalesi’nin yerini saptayamadığımdan derlediğim bilgileri bir türlü yayınlama cesaretini kendimde bulamamıştım. Ancak Halk Sanatları Derneği’nin 12.Aralık.2011 tarihinde gerçekleştireceği 28. Halkbilim Sempozyumundan bir süre önce kalenin yerini bölgeyi avucunun içi gibi bilen Kırnılı Mehmet Fehmioğlu’ndan öğrenmiş olmam nedeniyle sempozyumun bildirim Kırnı köyünün tarihi geçmişi üzerine olmuştu. Bu nedenle bu yazımda özet olarak ele alacağım köyün tarihi geçmişi ile eski eserlerine ilgi duyan akademisyenlerimizin, öğrencilerimizin ve diğer kişilerin ileriki bir zamanda yayınlanacak olan Halkbilimi Dergisi’nin 59’uncu sayısına müracaat etmeleri gerekecektir.

 

KÖYÜN KONUMU

Girne boğazının yaklaşık 3 mil güneybatısında bulunan Kırnı, Beşparmak sıra dağlarının güney eteklerinde asırlar boyunca varlığını sürdüren bir dağ köyümüzdür. “Krini” sözcüğü eski Yunanca’da pınar anlamına geldiğinden, adını ünlü pınarından aldığı anlaşılmaktadır. 1573 yılında Abraham Ortelius tarafından bakır bir tabağa “CYPRI INSVLAE NOVA DE SCRIPT” adıyla çizilen ve yine Osmanlı döneminde de aynen kullanılan Venedik haritasında köyün adı “Crini” olarak geçerken, 1885 yılında Kaptan Herbert Horatio Kitchener tarafından çizilen haritada ise “Krini” olarak geçmektedir. Kıbrıslı Türkler tarafından “Kırnı” adıyla bilinirken, yakın geçmişimizde adı “Pınarbaşı” olarak değiştirilmiştir.

Kırnı köyü’nün yakın çevresinin Ortaçağda (M.S XV – XVI. yüzyılda) feodal bir Derebeye tahsis edilen bir ‘Fief’ (çiftlik) olduğu öne sürülmektedir. O sıralarda yaygın olan bu tür çiftlikler, devlet tarafından feodal derebeyliklere verilir, onlar da sulh zamanlarında bu çiftliklerde yetiştirdikleri askerleri harp zamanlarında devletin emrine verirlerdi.

Osmanlı ile İngiliz Sömürge dönemleri boyunca “İlgi çekici yanı olmayan küçük bir Müslüman köyü” olarak kayıtlara girmiştir. 1831 yılı nüfus sayımı ile 1833 yılı temettuat (Vergi) defteri kayıtlarında, köyde yedi hane ev ile 34 kişilik Müslüman nüfus bulunduğu bilgileri yer almaktadır. Osmanlı döneminde sadece erkeklerin sayıldığı, kadınların ise sayım dışı tutulduğunu da belirtmiş olalım.

 

NEOLİTİK İLE KALKOLİTİK DÖNEM KALINTILARI

Köy ile yakın çevresinde yeterli sayıda arkeolojik kazı ile yüzey araştırma çalışması gerçekleştirilmediğinden tarihi geçmişi yeterince aydınlanabilmiş değildir. 1958 yılında köyün kuzeydoğusundaki “Konnonun Ara” (Konno Arası) ile “Merra” mevkilerinde N.P. Stanley Price tarafından gerçekleştirilen yüzey araştırma çalışmaları sırasında Prehistorik döneme ait çakmak taşı yonga aletler, taştan yapılmış bir keser ile iki el baltası, kırmızı cilalı çanak-çömlek parçaları ve daha bazı kalıntılar ele geçmiştir. Ele geçen buluntular ile hemen yayındaki su pınarına dayanılarak, köy alanı ile yakın çevresinin M.Ö 8200-3900 yılları arasına tarihlenen Neolitik Çağ’da iskan amacıyla kullanıldığı tespitinde bulunulmuştur.  Yine köyün üst başındaki bazı doğal mağaraların da M.Ö 3900 – 2500 yılları arasına tarihlenen Kalkolitik Çağ’da yerleşim amacıyla kullanılmış olabileceği öne sürülmüştür.

 

HÜSNÜ KAYASI CEMELÖNÜ MEVKİİ ANTİK MEZARLIK ALANI

Köyün kuzeybatısındaki “Hüsnü Kayası Cemelönü mevkii”nde Eski Tunç Devri’nin sonlarından başlayarak Orta Tunç Devri’nin başlarına kadar tarihlenen (M.Ö 2075 – 1725) bir mezarlık alanı saptanmıştır. İlkin 9-10 Ağustos.1988 tarihleri arasında Eski Eserler ve Müzeler Dairesi adına bu alandaki bir mezarda gerçekleştirdiğim kurtarma kazısında, 111 adet eski eser bulunmuştu. Yine 13.10.1992  – 5.11.1992 tarihleri arasında başkanlığımdaki bir ekiple ayni alanda gerçekleştirdiğim ikinci bir mezar kurtarma kazısında açığa çıkan üç ayrı mezar odasında bulunan 132 adet eski eser ise şu anda Girne Kalesi’nde sergilenmektedir. Yaklaşık 350 yıl süreyle en az üç kez ölü gömme amacıyla kullanıldığı tespitinde bulunulan bu mezara ölülerin öte dünyada kullanmaları amacıyla konan araç gereçlerin, Lapta, Karmi, Denya, Vounos, Dikomo’daki Mavro Nero, Ay. Paraskevi, Alambra, Dali, Arpera, Kurium ve Mesarya mezar buluntularıyla benzer oldukları saptanmıştır. Böylece o dönemlerde bu yerlerde yaşayan insanların Mısır, Filistin, Girit ve Anadolu’nun çeşitli merkezleriyle ekonomik ve kültürel ilişki içinde oldukları anlaşılmıştır.

 

KÖYDE ANLATILAN DEFİNE RİVAYETİ

Yaşlı köylülerin atalarından duydukları bir rivayete göre, Kırnı ile Kömürcü arasında bulunan Tesbihli mevkiindeki antik bir mezarda çok zengin bir define gizliymiş. Bu definede o kadar çok ziynet eşyası ile altın para varmış ki, Kıbrıs’ta vuku bulacak herhangi bir kuraklıkta Kıbrıs’ın nüfusunu yedi yıl süreyle besleyebilecek durumdaymış. Ancak tüm aramalara karşın definenin yerinin bulunamadığı nesilden nesile anlatılmaktadır.  

 

ÇALLI BELENG ORTA TUNÇ DEVRİ KALESİ

Hector W. Catling tarafından saptanan ve yerini Kırnılı Mehmet Fehmioğlu’ndan öğrendiğimiz Kırnı Kalesi, Cemelönü mevkiinde bulunan antik mezarlığın kuzeydoğu bitişiğindeki “Çallı Beleng” mevkiinde yer almaktadır. Alçak bir tepe üzerinde yer alan kalenin sur duvarları, çevreden toplanan işlenmemiş kara renkli kireç taşlarıyla inşa edilmiştir. Günümüze yaklaşık 1 – 1 ½ metre boyunda gelebilen kuzeydeki sur duvarında, 15 metre aralıklarla dışarıya doğru çıkıntı yapan yarım daire şeklinde kuleler yer almaktadır. Kalenin güneyindeki surlar ise sarp bir uçurumun kenarında olup çok az bir kısmı günümüze gelebilmiştir. Kıbrıs’ta ilk kez Orta Tunç Devri sonlarında (M.Ö XVII. Yüzyılda) yapılmaya başlanan kaleler arasında yer alan Kırnı kalesinden ayrı olarak, Girne dağlarının kuzey ile güney yamaçlarında, Ay. Sozemenos (Arpalık) köyü yanında ve Karpaz’daki Nitovikla mevkiinde de ayni döneme tarihlenen birer kale saptanmıştır. Bunların Mısır’da yaşayan Hiksos’ların saldırılarına karşı yapılmış olabilecekleri gibi, Kıbrıs’ta baş gösteren yerel ayaklanmalara karşı da yapılmış olabilecekleri öne sürülmektedir.

 

KIRNI CAMİSİ

Osmanlı döneminde köyde “Osman Ağa” adıyla bilinen ve 1832-1842 yılları arasında kaderine terk edildiğinden harabeye dönen küçük bir mescit vardı. Bu mescidin yıkılıp yerine yeni bir cami yapılması için 6150 ½ Kıbrıs kuruşuna ihtiyaç duyulmaktaydı. Köylüler yardım olarak sadece kireç ile merteklerin taşınmasında emeklerini ortaya koyabileceklerini Evkaf İdaresine bildirmişlerdi. Nihayet duvarları çökmek üzere olan eski mescidin 1891 yılında yıkıldığı ve yerine şimdiki caminin inşa edildiği Evkaf arşiv belgelerinde kayıtlıdır. Eskiden caminin kuzey batı köşesinde dama kadar yükselen ve camiye minare görevi gören merdiven ayakları vardı. Ancak 1970’li yılların başlarında merdiven ayakları yıkılarak yerine şimdiki silindirik gövdeli minare yapılmıştır. Caminin uzun yıllar ilkokul olarak kullanıldığı, ancak kuzeyindeki ilkokulun 1956 yılında yapılmasından sonra bir daha okul olarak kullanılmadığı kaydedilmektedir.

 

TARİHİ UN DEĞİRMENİ

Köydeki eski su kanallarından akan sular, Venedik ile Osmanlı dönemlerine ait yağ ile un değirmenlerinin çarklarını döndürürdü. Osmanlı ile İngiliz Sömürge dönemlerine tarihlenen köyün güneydoğusundaki eski un değirmenine ait su kemerlerinin bazı kısımları günümüze kadar gelmiştir. 1833 yılı Osmanlı temettuat (Vergi) defterinde, Müslümanlara ait bir un değirmeninin köyde bulunduğu bilgileri yer almaktadır. 1882 yılında Kaptan Herbert Horatio Kitchener tarafından çizilen Kıbrıs haritasında, köyün güneydoğusunda, rüzgârla çalışan bir un değirmeni dikkati çekmektedir. Şu anda tamamen yıkılmış olan un değirmen evindeki öğütme taşları, Kırnı pınarının gerisindeki vadide bulunan sıra kuyulardan çıkan ve kanallardan aşağıya doğru akarken basıncı artan sular tarafından döndürülmekteydi. Un değirmeninin kuzeybatısındaki tepede bulunan ve Sakallı Sami ailesine ait çiftlikte bulunduğu kaydedilen zeytinyağı üretim atölyesi ise geçtiğimiz yıllarda tamamen ortadan kaldırılmıştır.

 

GAMİNİLER (KİREÇ OCAKLARI)

Bugüne kadar köyün uzak ve yakın çevresinde “gamini” olarak bilinen 15 kireçtaşı ocağının saptandığını Ağırdalı Halil Kılıçkaya’dan öğrenmiştim. Ancak bunlardan sadece Kırnı ana yolu üzerindeki “Gamini Tepesi”nin zirvesinde olan günümüze gelmiştir.  Kırnı gaminileri çok eski dönemlere ait olduklarından işletildikleri dönemlerin hatırlanmadığı kaydedilmektedir. Ancak yakın geçmişimizde bu alan, gerek orman, gerekse kireç taşı bakımından çok zengin olduğundan gaminiciliğe uygun bir yerdi. Gamini ocakları Ağırda/Ağırdağ ile Kırnı köylülerinin başlıca gelir kaynağı arasında yer almaktaydı.1945-1946 yıllarında ‘Ağırda’ ile ‘Kırnı’ köylerinin fakir erkekleri ile kadınlarının bu alandaki Rumlara ait gaminilerde işçi olarak çalıştıkları halen anımsanmaktadır. Gaminiler yuvarlak olup, ana toprağa kazılan gamini çukurlarının kenarları kara taş ile örülmek suretiyle gamini ocağının cidarları elde edilmiş olurdu. Ocağın kuzeybatı yönüne “HAVACİ” olarak bilinen küçük bir kapı bırakılırdı. Kireç taşları yukarıya doğru arı kovanı şeklinde dizilir, sonra da dizilen taşların ortasında kalan boş alana konan odunlar ateşlenirdi. Yakılan ateş 5-6 gün süreyle devam eder; zaman zaman ocağa dirgenle yakacak odun itilirdi. Böylece ocağın içine istiflenen kireç taşları sürenin sonunda çökerek kireç haline gelmiş olurdu. KATTERGA olarak anılan sönmemiş kireçler parçalar halinde satılırlardı. Nakledilmelerinde ise katır arabaları kullanılırdı.

 

KIRNI PINARI VE PİKNİK ALANI

Kırnı pınarı, piknik alanının kuzeybatısında bulunmaktadır.  Pınar, çeşmelerin gerisindeki vadide bulunan ve altlarına açılan bir tünelle birbirlerine bağlanan yedi su kuyusundan beslendikten sonra köyün su ihtiyacını karşılamaktaydı. Ayni kaynaktan beslenen ikinci bir pınar ise piknik alanında bulunmaktaydı.1993-1995 yılları arasında bölgenin ve Fota’nın (Dağyolu) suyunu artırmak amacıyla köyün üst başına artizyen kuyusu kazılması sonucu, Bilelye (Göçeri) ile Kırnı pınarları ayni anda kurumuştur. Sadece pınarının suyunu akıtan altı musluklu ve yalaklı çeşme yapısı günümüze gelmiştir.

Çeşmenin güney bitişiğindeki piknik alanı 1959 yılına kadar Dikomolu bir Rum tarafından çalıştırılmaktaydı. Ancak o yıllarda iki toplum arasındaki gergin ilişkilerin bir sonucu olarak piknik alanının Rum çalıştırıcısı oradan uzaklaştırılmıştır. 21.Aralık.1963 olaylarından hemen sonra “Kırnı Çınar Gazinosu” adıyla faaliyete geçen eğlence yeri ile piknik alanında, 1967-1994 yılları arasında beriptero şeklinde küçük bir kulübe bulunmaktaydı. 1963-1968 yılları arasında Lefkoşalıların gidebilecekleri herhangi bir yer olmadığından, hafta sonlarında piknik alanı bir sayfiye yeri olarak kullanırlarken, gençler ise piknik alanının güney bitişiğindeki büyük su havuzunu yıkanma yeri olarak kullanmışlardır. Kırnı piknik alanı1994 yılından itibaren Mustafa Kemal Arif tarafından başarıyla işletilmektedir. Buradaki yaklaşık 40 çınar ağacının bir kısmının 100 yaşın altında, bir kısmının ise 300 yaşın üstünde olduğu öne sürülmektedir.

Kırnı pınarından söz eden köylüler, komşuları olan Bilelye/Göçeri köyündeki Kulaklı Tepe’nin alt başında bulunan Bileşe Pınarı’ndan da söz etmektedirler. Lapta’ya kadar uzandığına inanılan pınarın ağzındaki sivri kemerli su tünelinin giriş kapısı 9.10.1993 tarihinden hemen sonra dinamitlenerek tahrip edilmiş ve buradan sağlanan moloz taşlar Fota/Dağyolu barajının yapımında inşaat malzemesi olarak kullanılmıştır. Bir eski eser bu şekilde tahrip edilirken, yapılan barajın ilk yağmurlarda su kaçırdığını da belirtmeden edemeyeceğim. Bileşe su tünelinin çevresinde eski bir zeytinyağı değirmen taşı, Venedik dönemine ait olduğu sanılan büyük bir havuz ve “kral kızının mağarası” adıyla bilinen bir de doğal mağara bulunmaktadır. “Kral kızının  mağarası” ile ilgili olarak iki ayrı efsane derlemiş olmamıza karşın konumuzla ilgili olmadığından onu da bir başka yazımızda ele alıp anlatırız diyerek bu günkü yazımızı da noktalamış olalım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 7327 defa okunmuştur