1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Güvenlik ve Garantiler
Güvenlik ve Garantiler

Güvenlik ve Garantiler

Bu meselenin, her iki tarafın da şu an benimsemiş olduğu “güven bana, güveneyim sana” yaklaşımıyla çözülemeyeceği ortadadır

A+A-

Şevki Kıralp
sevkikiralp@gmail.com

 1960 devletinde iç güvenliği sağlama görevi öncelikle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki-toplumlu güvenlik güçlerine aitti. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasının 27’nci maddesinde, “saldırı hakkı yalnızca yasalar çerçevesinde; silahlı kuvvetler, polis ve jandarma mensupları tarafından, Cumhuriyetin, anayasal düzenin, kamu düzeninin, kamu güvenliğinin, ülkede yaşayanların hayatı için zaruri olan kaynak ve hizmetlerin ve anayasanın herkese sağladığı hak ve özgürlüklerin korunması için kullanılabilir” şeklinde bir hüküm vardı. Bu, her hukuk devletinde olan temel bir ilkeydi ve işletilmiş olsa iç güvenliği tek başına bu hüküm bile sağlayabilirdi. Öte yandan, Kıbrıs Cumhuriyeti ordusuna dair hususlarda, anayasanın 50’nci maddesi uyarınca hem Kıbrıslı Rum devlet başkanının, hem de Kıbrıslı Türk başkan muavininin, Temsilciler Meclisi kararlarını veto etme yetkisi bulunmaktaydı. Yani, anayasa Kıbrıs Türk toplumunu güvenlik konusunda çaresiz bırakmıyordu ve orduyla ilgili meselelerde, başkan muavininin onayını almayan hiçbir karar hayat bulamazdı. Ne yazık ki bu anayasal hükümler işlemedi. Çünkü devletin Rum ve Türk yöneticileri, anlaşmaları yaşatma gayesini değil, bu anlaşmalardan doğan sistemden ilk fırsatta “kurtulma” gayesini taşıyorlardı.

1960 sisteminde, dıştan gelecek tehlikelere karşı devleti, halkı ve adayı korumak sadece anayasayla değil, aynı zamanda Garanti ve İttifak anlaşmalarıyla ilgiliydi. İki-toplumlu olması öngörülen yerel ordunun yanında, İttifak Anlaşması çerçevesinde Türkiye ve Yunanistan Kıbrıs Cumhuriyeti’yle savunma alanında işbirliği yapacak ve yine aynı anlaşma çerçevesinde adada 950 Yunan askeriyle 650 Türk askeri bulunacaktı. Ayrıca, Garanti Anlaşması uyarınca, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan, adanın anayasal rejimini ve toprak bütünlüğünü korumak için “ortaklaşa ya da tek başlarına harekete geçme” yetkisine sahip olacaklardı. Bunun yanında, Zürih-Londra anlaşmalarının “garantilenmiş bağımsızlık” ilkesi yalnızca güvenlikle ilgili değildi. Aynı zamanda, tüm ilgili taraflar (İngiltere, Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Rum tarafı ve Kıbrıs Türk tarafı), adanın toprak bütünlüğüne, anayasal düzenine ve adadaki İngiliz üslerinin statüsüne dair Zürih-Londra anlaşmalarından doğan tüm hukuki hükümleri işleteceklerini dair de birbirlerine “garanti” vermekteydiler. Yani, Türk tarafı Taksim’e, Yunan tarafıysa Enosis’e yönelmemeye söz veriyordu. Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız ve toprak bütünlüğü devam eden bir devlet olarak yaşatılacaktı. Adanın anayasal statüsünde köklü bir değişiklik olacaksa, bu ancak iki toplumun ayrı ayrı siyasal rıza göstermelerinin ve İngiltere, Türkiye ve Yunanistan parlamentolarının her üçünün de ayrı ayrı onay vermeleriyle mümkün olabilirdi. Aksi halde hukuki geçerlilik bulamazdı, hayata geçemezdi. Bu ilke bugün de yürürlüktedir ve Kıbrıs’ta bulunacak her hangi bir çözümün iki toplumda ayrı ayrı referanduma gitmesinin yanında Türk, Yunan ve İngiliz parlamentolarının da ayrı ayrı onayına sunulacak olması bundan kaynaklanmaktadır.

Uzun yıllardır, müzakere masasında Kıbrıs Rum tarafının garantilere olan temel itirazı, “tek başına harekete geçme” hakkıyla ilgilidir ve Gerek Rum siyasiler, gerekse Rum toplumu bu hakkın kaldırılmasını talep etmektedirler. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin tek yanlı harekete geçme hakları kaldırılacak olsa bile, 1960’dakine benzer bir garanti sistemi devam ettikçe, kurulacak federal ortaklığın Kıbrıs Türk toplumuna ve Kıbrıs Türk oluşturucu devletine sağlayacağı hiçbir hak, iki toplumun ayrı ayrı ve Türkiye, İngiltere ve Yunanistan’ın her üçünün ayrı ayrı onayı olmadan, fiilen değilse bile hukuken geri alınamayacaktır. Dolayısıyla, tek yanlı müdahale hakkını içermese de, garantiler devam ettikçe Kıbrıs Rum tarafı Kıbrıs Türk toplumunu hukuken azınlık statüsüne düşüremeyecek, haklarını elinden alamayacaktır. Kıbrıs Türk toplumunun can ve mal güvenliği noktasında, Kıbrıs Rum tarafı “tek yanlı müdahale haklarını kaldıralım, içerisinde Türkiye’nin de yer alacağı bir tür çok-uluslu güvenlik gücü” kuralım demektedir. Rum tarafının teklifine göre, adada kamu düzeni ve can-mail emniyetinin tehlikeye düşmesi durumunda bu çok-uluslu güvenlik gücü de devreye girecektir. Bir açıdan, bu teklif Kıbrıs Türk toplumunu can güvenliği açısından çaresiz bırakacak bir teoride değildir, çünkü Türkiye’ye de ciddi bir rol biçmektedir. Ancak, anlaşmadan doğan hakların yaşatılması konusunda taraflar arasında güvensizlik mevcuttur. Örneğin, Türk tarafı tek yanlı müdahale hakkının anlaşmayla birlikte devam etmesini ve belli bir süre sonra yeniden tartışılmasını önermektedir. Kıbrıs Rum tarafı Türkiye’nin tek yanlı müdahale hakkı oldukça, Kıbrıs Türk tarafıysa bu hak olmadan, birbirlerinden kâğıt üzerinde alacakları “garantiye” şu an için güven duymamaktadırlar.

Sayın Mustafa Akıncı’nın Halkın Sesi’nde yayınlanan 2 Mayıs 2018 tarihli röportajından da anlaşıldığı üzere, BM Genel Sekreteri Sayın Guterres, 30 Haziran 2017 tarihli çerçevesinde taraflara tek yanlı müdahale hakkının kaldırılacağı yeni bir garanti sistemi kurulmasını önermişti. BM Güvenlik Konseyine sunduğu son raporunda dile getirdiği “yeni fikirler de değerlendirilebilir” ifadesinin bu konuya bir anlamda açık kapı bıraktığı düşünülebilir. Ancak, Kıbrıs Türk tarafı için “ya yine devlet tek yanlı olarak Rumların kontrolüne girerse ne olacak?” sorusunun, Kıbrıs Rum tarafı içinse “Türkiye yine gelir de adanın yarısını kontrolü altına alırsa ne olacak?” sorusunun şu an cevabı yoktur. Bu meselenin, her iki tarafın da şu an benimsemiş olduğu “güven bana, güveneyim sana” yaklaşımıyla çözülemeyeceği ortadadır ve her iki soruya birden cevap verebilen yeni anlayışlar devreye girmedikçe bu zorlukların aşılması son derece zordur. Dolayısıyla bunun tersini işletmek yani önce güven verip sonra güven istemek daha sağlıklıdır. Kıbrıs Rum tarafının son günlerde 32 Kıbrıslı Türk kayıp şahsın katledilmesiyle ilgili cezai soruşturma başlatacağını ortaya koyması bir tür güveni önce kendisi verme yönünde bir adımdır. Tabi bu adım tatmin edici bir neticeye varmalı, benzer adımlar çoğaltılmalı ve Türk tarafı da karşı tarafın güvenini nasıl artıracağı üzerine kafa yormalıdır.

Bu haber toplam 2157 defa okunmuştur
Gaile 458. Sayısı

Gaile 458. Sayısı