
Federal bir çözüm mü? Kalıcı bir bölünme mi?
“Her konuda anlaşılmadan hiçbir konuda anlaşılmış sayılmayacağı” ilkesi de pimi çekilmiş bir bomba gibi müzakere sürecini tehdit etti...
Okan Dağlı
Kıbrıs’ta uzun yıllardır süren ve bitmek bilmeyen müzakere süreci beklenen krizlerinden birini daha yaşamaktadır. Müzakerelerin yöntemi açısından her zaman sonuca varmamızı engelleyebilecek bazı başlangıç ilkeleriyle süreç bugüne kadar gelirken, olası krizler de hep ertelenmiştir.
Kıbrıs sorununda mevcut olan altı ana başlık, hem kendi içinde hem de birbirleriyle ilişkilendirildi, ve başlıklar açık olarak bugüne kadar pazarlık unsuru olarak da kapatılamadan masada durdu. Ayrıca “her konuda anlaşılmadan hiçbir konuda anlaşılmış sayılmayacağı” ilkesi de pimi çekilmiş bir bomba gibi müzakere sürecini tehdit etti. Herhangi bir kopma ve başarısızlık durumundan bir sonraki süreçte mevcut uzlaşma noktalarının gelecekte belge sayılmayacağı ve herşeyin tekrardan başlayacağı gerçeği de hiç değişmedi.
İki lider 18 ay önce büyük umutlarla yola koyulduklarında toplumlarına büyük güven telkin ettiler. Herkes hem iki liderin çözüme destek veren geçmişlerine hem de gelecek vizyonlarına da bakarak bu umudu haklı olarak bugünlere kadar besleyip geliştirdi. Fakat gözden kaçırmadığımız bir olguya burada değinmek isteyeceğim. Bu güven duygusu hiçbir zaman somuta indirgenmedi ve iki toplum arasında güveni artıracak somut bir kazanım elde edilemedi. Henüz ilk görüşmelerde iki toplumun büyük oranda hemfikir olduğu, ortak eylemler yaptığı Mağusa ve Lefke bölgelerinde yeni geçişlerin açılmasını liderler karara bağlamalarına rağmen hayata henüz geçiremediler. Ayrıca mobil telefonları adanın her noktasında kullanılır olamadı, iki taraftaki elektrik sistemleri enterkonnekte olması gerçekleşmedi ve okullardaki eğitimin ve özellikle kitapların ırkçı ve toplumları ötekileştirici durumu devam etti.
Tüm bunlara ilaveten liderlerin toplumlarıyla bağları azaldı ve hep müzakere masasına odaklanmış yoğun bir süreç yaşandı. Yakınlaşma ve ilerlemelerden bahsedildi ama bu her iki toplumla da paylaşılmadı, süreç toplumsallaştıralamadı.
Sona yaklaşıldığında gördük ki sürecin başında bahsettiğimiz müzakere yönteminin özünü oluştuan başlıklar arası bitmek bilmeyen pazarlıklar ve kapanamayan başlıklar hep açık kaldı. Liderler kendi toplumlarının hassasiyetlerini pazarlık ederken hiç de alçak gönüllü olmadılar. Geçmişin korkuları ve travmaları gelecek hedeflerinin hep önüne geçti.
Nihayet Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitlikle beraber dönüşümlü başkanlık, Kıbrıslı Rumların da toprak taleplerinin anlaşılmasına yönelik son hamle bir şekilde olumlu sonuçlanmadı. Tüm bunların yanında iki toplumda güvenlik ve garantiler konusunda da geçmişin korku ve travmaları sürece damgasını vurdu. Güvenlik ve garantilerde iki taraf ülke Türkiye ve Yunanistanla beraber iki lider ve kamuoyunda etkili çözüm yanlısı güçler geçmişin aşılmasına yönelik ciddi bir katkı koyamadılar. Tam tersine korkular adada hep canlı kaldı. 1960 anlaşmalarının altına imza koyan Türkiye ve Yunanistan da adadaki bu duruma uygun iki farklı noktadaki duruşunu son ana kadar korudu. Mont Pelerin’deki son buluşmaya bu anlaşmızlık konuları damgasını zirveye olumsuz bir şekilde vurdu.
Uzlaşmazlık noktalarının gittikçe azladığı, federal ilkelerde büyük oranda ilerleme kaydedildiği bir ortamda dönüşümlü başkanlık, toprak ve garantiler konuları bunların önüne geçti. Toprak oranlarında çok yaklaşıldığı ve dönmesi olası göçmen sayısında da adım atılmışken, iki lider de birbirlerini ikna edemediler ve katı tutumlar sergilediler. Bu durum iki iderlerin bugüne kadar sürdürdükleri barışçı tutumlarıyla oldukça çelişti.
Şu anda ne yapılmalıdır?
Geldiğimiz noktada suçlama oyunlarına girilmemesi hayati bir önem taşımaktadır. Şu ana kadar yapılan açıklamalarla güven duygusu iki lider arsında zedelenmiştir. Bunun aşılması ve yapıcı diyaloğun oluşturulabilmesi için liderlerin çok kısa süre içinde kapsamlı çözüme yönelik yol haritalarını belirlemeleri şarttır. Adanın birleşmesine yönelik kararlılıklarını toplumlarına yeniden ifade etmeleri gerekmektedir.
Bu noktada BM’nin sürece sahip çıktığını görmek bizi sevindirmiştir. Türkiye ve Yunanistan’ın da artık olumlu yönde sorumluluk almaları gerekmektedir. Aralık ayında yapılacakları görüşmeler yapıcı olmalı ve çözüme hizmet etmelidir.
Oluşan krizleri aşmak olmazsa olmazımızdır. Bunun için iki toplumun sivil toplum örgütlerine, çözüm yanlısı siyasi partilerine ve kamuoyunu etkileyen unsurlarına ihtiyacımız vardır. Federal çözümün alternatifinin, kalıcı ayrılık ve adada gerginlik olduğunun bilinci içinde hareket etmemiz lazımdır. Her türlü çatışmayı ve adanın kalıcı bölünmesini içinde barındıran çözümsüzlüğün, Kıbrıs’ta yaşayan insanların ve bölge halklarının faydasına olmadığının altını tekrardan çiziyorum.
-------------------------------
Bu yazı Politis gazetesinde yayınlanmış, yazarın ve gazetenin izniyle Yenidüzen okurları ile de paylaşılmıştır

















