1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Etik, Adalet ve Sanat          
Etik, Adalet ve Sanat          

Etik, Adalet ve Sanat          

"Sanatın en temel dayanağı olan ve varoluşunu üzerine inşa ettiği hayata aracısız, önyargısız temas ve içtenlik gibi köklü tavırların giderek yitmeye yüz tuttuğu bir çağdayız."

A+A-

Filiz Naldöven                                                        

Sanırım, sözlüklerin tümünden de bütün açıklamalarının kaldırılması ve yerine ya “başka” izahlar veya “artık manası tedavülden kalkmıştır” diye ibarelerin konması gereken kavramlar yolculuğu yapmaktayız.  Etik, adalet, hukuk, vicdan, eşitlik, demokrasi, barış ve benzeri bütün kavramların bir zamanlar düşünürler ve sanatçılar tarafından insan varoluşuna esaslı bir katkı olarak üretildiğini - yani yeni tanımıyla romantiklerin - ama aslında bunların karşılığının gerçekte bulunmadığını görüyorum. Belki bir dönem olmuştur da, “Bir yanlıştı düzelttik, artık korkmayın, yoktur” denildiğini düşünüyorum. Belki de, kısa zaman sonra bu kavramlar “kelime varlık” olmaktan da çıkarak yok olacaklardır. Önce bir kaosa sürüklenen, sonra içine olmadık unsurlar katılıp kimyası değiştirilen, en sonunda kendine verilen anlamı başkalaşan, böylece hedefini şaşıran ve sistemin yalanlarına hizmet eden bir “kelime hiçlik” haline gelecektir. Bunun en acımasız örneği, “barış ve demokrasi getirmek” savıyla, bir ülkenin savaş yoluyla işgal edilmesi ve canlı cansız tüm varlığına acımasızca el konmasıdır. Bu yüzden alıntı yapmamayı yeğlerim.   

Sanatın en temel dayanağı olan ve varoluşunu üzerine inşa ettiği hayata aracısız, önyargısız temas ve içtenlik gibi köklü tavırların giderek yitmeye yüz tuttuğu bir çağdayız. Sanatsal üretim hayata hakiki dokunuşlarla bir “iç” oluşturabilir. Böylece hemhal olup yeniden soru ve yeniden bir varoluş düzeni önerisi getirebilecek güçtedir. Bu içtenlikten uzak düşmek elbette sağlıklı algıyı köreltecek ve ta başından yanlış, eksik ve çarpık bir mayayla sanat eserinin oluşmasına zemin hazırlayacaktır.

Sanatın evrensellik kaygısı dünyaya ve onun varoluşuna oldukça geniş bir perspektifle bakmayı gerektirir. Gerekli duruş olmasına rağmen yeterli değildir tabii ki. Bilgiyle, ruhla, akıl ve duyarlıkla bakmak, baktığını iyi algılayıp sağlıklı yorumlamak da gerekir. Bunlarla birlikte durmak zorunluluğunda olan asıl danışman da vicdandır.

Böylece, yaşadığımız dünyayı düşüncemizde lime lime etme zorunluluğu var. Genelde ekonomik, siyasal sistemin işleyişine göz atmalı ve ne olup bittiğinin tahlilini çok iyi yapmalıyız. Gelişmiş kapitalist ülkelerin ve yüzlerce adalet (!) kurumunun düzen sürdürdüğü dünyamızda, ruhunuza tokat gibi patlayan onulmaz bir adaletsizlik sürmektedir. Burada ilk öne çıkan açlık, savaşlar ve katliamlardır. Bunlar yaşanırken de, aşırı sermayeden patlamaya yüz tutmuş, insan olarak yerini ve anlamını yitirmiş bir küçük zümreyle, uç noktada iktidar ve hırs delisi birkaç ülke kalıyor bize. Açlık ve dökülen kan, bu kendini kaybetmiş erk sahiplerini beslemeyi sürdürmekte, her gün daha çok acı, daha çok eşitsizlik, baskı ve yoksulluk canımızı acıtmaktadır. Nükleer tehlikenin yarattığı kâbus ve her an sistemin bize kasıtlı olarak saldığı korkular da eklenirse, sağlıklı bir hayat sürdüğümüzü söylemek mümkün değildir. Bu yaşanan, kavrama ilk bağışlanan anlamıyla nasıl “âdil” olabilir?

Kültürel ve sanatsal anlamda da, tıpkı ekonomik, siyasal “ele geçirme” araçlarının son kertede işlediği bir süreçteyiz. Dünyada erk sahibi ve yönlendiren devletler hakimiyetlerini sürdürebilmek için kendilerince o süreçte “işe yarar” varsaydıkları felsefi düşünceleri, sanatsal üretim ve faaliyetleri körüklemekte, kültürel varoluşlarını “küçük” olarak lanse ettiklerini “büyüklere” yedirmeye çalışmaktadırlar. Böylece,  kültürel kimlikler, çeşitlilik, asıl demokratik olan farklılık ve buna tahammül ortadan kalkmaktadır. Nasıl ki, bireysellik, kişisel duruş, demokratik hak ve özgürlükler zapturapt altına alınıp giderek törpüleniyorsa, sanatsal anlayışlar da kalıplara dökülüp birbirine benzer hale getirilmek isteniyor.

Bu durumda sanatçının ve sanatın özgürlüğünden, âdil ve etik duruşundan, yarattığı ürünün işaret ettiği noktaya kadar uzanan bir sorgulama zinciri oluşturmalı. Düzene fevkalade uyumlu, hiçbir acıyı dürtmeyen, hiçbir çirkinlik ve haksızlığı kurcalamayan ve bunlara başkaldırmayan bir sanatçının etik anlayışından veya adaletinden bahsetmek abes olur. Prensip sadece “satmak” ve bunun bütün kazanımlarının keyfini sürmekse bu düzenden pay almamak mümkün değildir. Sizden talep edileni arz eder, suya sabuna dokunmaz işler üretir, hayatın hiçbir kötülüğüne dur diyen bir tavrınız olmazsa baş tacısınız. Böylece emin oluruz ki, “yarattığınızın” demokratik olanla, özgür, özgün, kalıcı olanla hiçbir ilgisi yoktur.

İçtenlik, dürüstlük, sorgulama, yüzleşme, hayatın bütün sancılarıyla bir arada kıvranabilme yetiniz yoksa ve hayattaki eşitsizliğe, yozluğa, acımasızlığa baş kaldırmıyorsanız, sizden âdil, varlığa saygılı sanat eserleri yaratmanız beklenemez. Varılacak yer ancak sınırsız bir sistem köleliği ve yaşananı yeniden insanlığa ezberletmek olur.    

Böylece yapılması gereken “kelime hiçlik” haline getirilmiş kavramların yeniden ve hakiki manalarıyla, hakkını vererek içini doldurmak ve bu kavramların yiten itibarlarını onlara iade etmektir. Ama durum artık olanaklı bir dönüşe izin vermiyorsa yeni ve daha sağlıklı kavramlar üretmek, var olan dili sonuna kadar zorlamak durumundayız.  Hayat dili, dil de hayatı yoğurup biçimlendiriyor ve değişimin dinamiğini sağlıyorsa, hayatın iyiliği için bu etkileşimi sağlıklı tutabilmek sanatçı için çok ciddi bir sorumluktur.     

Bu haber toplam 2798 defa okunmuştur
Gaile 468. Sayısı

Gaile 468. Sayısı