1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Daha kaç ‘kayıp’ annesi göçüp gidecek?...
Daha kaç ‘kayıp’ annesi göçüp gidecek?...

Daha kaç ‘kayıp’ annesi göçüp gidecek?...

“Kayıp” yakını Mihalis Yangu Savva çok üzgün... Henüz iki hafta olmamış annesi öleli, “kayıp” oğlunu bekleye bekleye bir ömür tüketerek göçüp gitmiş... “Sanki da Tanrımı kaybettim” diyor Mihalis... Mihalis Yangu Sav

A+A-

 

 

 

“Kayıp” yakını Mihalis Yangu Savva çok üzgün... Henüz iki hafta olmamış annesi öleli, “kayıp” oğlunu bekleye bekleye bir ömür tüketerek göçüp gitmiş...

“Sanki da Tanrımı kaybettim” diyor Mihalis...

Mihalis Yangu Savva’nın annesi Hristalla Yangu, 13 Kasım 2011’de vefat etti, 89 yaşında...

“Bütün ömrümü onunla geçirdim” diyor... “Hep beraberdik... Benimle kalırdı... Belki zamanla bu acım soğur...”

Hristalla Hanım beş erkek evlat dünyaya getirmiş, 1974’te oğlu Kostas Bilelle’de Kulaklı Tepe’de “kayıp” olmuş, 1976’da eşi Yangos’un yüreği oğlunun acısına dayanamamış, vefat etmiş... Kızı olmadığı için Hristalla Hanım en küçük oğlu olan Mihalis’le yaşıyormuş – bir “kayıbın” annesiyle yaşamak demek, onun yaşadığı acıyı çok yakından onunla birlikte yaşamak demek... Mihalis bana 2007 yılının Haziran ayında yaptığımız röportajda, “kayıp” kardeşinin hayatta olduğuna dair herhangi bir “fantazisi” olmadığını, onun öldürülmüş olduğunu bildiğini fakat bunu annesine söyleyemediğini anlatmıştı. Mihalis, bu röportajımızda şöyle demişti:

“Pek çok anne “kayıp” oğluları için ağlıyor yıllardır. Bunun artık sona ermesini istiyorum... Bir mezar taşı olsun, insanlar gitsin, orada ağlasın... Şimdi bizim “kayıp” kardeşimiz için ağlayabilecek bir yerimiz yoktur. “İşte şurada yatıyor” deyip ziyaret edebileceğimiz, başında ağlayabileceğimiz bir yer yoktur. Ve annem yaşlıdır, yıllardır bunu bekliyor... Her gece saat 8’de haberler başladığında, annem çok iyi işitemediğinden, televizyonun yanına gider – belki Kostas’tan bir haber çıkar diye haberleri dinler. Bugüne dek Kostas’ın dönmesini bekliyor kadın... Ben de ona hiçbir zaman “Döneceğine inanmıyorum” demiyorum... Bekliyor...”

14 Kasım 2011 Pazartesi günü Kayıplar Komitesi yetkilileriyle birlikte, kardeşinin “kayıp” olduğu ve Kayıplar Komitesi’nin 2009’da kazı yürüttüğü Bilelle’deki (Bileri-Göçeri) “Kulaklı Tepe”ye (Kalambaki) gidecektik... Fakat Pazar günü Mihalis’in annesi vefat ediyor ve gidişimizi bir başka zamana erteliyoruz... 14 Kasım 2011 Pazartesi sabahı cenaze töreni var, Lakadamya’da, Ay Mamma Kilisesi’nde... Cenazeye gitmeyi tasarlıyorum, hatta Hristalla için altı tane gül de alıyorum çiçekçiden: İkisi sarı, ikisi kırmızı, ikisi beyaz... Nedense cenazeye gidemiyorum, orada kendimi çok kötü hissedeceğimi bildiğimden... Çünkü “kayıp”ların anneleri, eşleri, “kayıp” oğullarından ya da eşlerinden bir haber beklerken, teker teker göçüp gidiyorlar... Gülleri bir vazoya koyuyorum, günlerce ben güllere bakıyorum, güller bana... Açmıyorlar, oldukları yerde donmuş gibi, oldukları gibi yavaş yavaş kuruyorlar, vazoda su olsa da... Güllere baktıkça gidemediğim cenazeyi, toprağa verilen Mihalis’in annesi Hristalla Hanım’ı, bunca yıl oğlunu bekleyişini hatırlıyorum... O ve onun gibi başka “kayıp” yakını anneleri, “kayıp” yakını eşleri düşünüyorum... Her birinin bir ayağı çukurda, ölümü bekliyorlar, bir yandan da “kayıp” oğullarını ya da “kayıp” eşlerini beklerken... Tıpkı “kayıp” Hasan Taşer’in eşi Berin Hanım’ın eşinden geride kalanlar bulunamadan göçüp gitmesi gibi... Ya da Girne’nin “kayıp” mahallebicisi Kostas Theoris Yuannu Mahallebaris için kazı yapılıp ondan geride kalanlar bulunduğu halde, sevgili eşi Eleni’nin ömrünün DNA’yla kimlik tespitine yetmeyişi gibi.... Eşinden geride kalanları alıp da onu gömebilmek için ölüme direnmişti Eleni Hanım, 93 yaşına kadar direnmişti... “Ölmeden o günü görmek isterim” demişti bana ama kazı yapıldığı, eşinden geride kalanlar bulunduğu halde, Girne’nin “kayıp” mahallebicisinden geride kalanlar ona teslim edilemeden, bir cenaze töreni yapılamadan göçüp gitti...

Hristalla Hanım da aynı akibete uğradı: Mihalis Yangu Savva’yla birlikte yıllar önce Bilelle’ye giderek köy muhtarını bulmuştuk, muhtar Hasan Mehmet Göçerili bizi traktörüne bindirerek Mihalis’in kardeşi Kostas Yangu Savva’nın “kayıp” olduğu Kulaklı Tepe’ye götürecekti... Bilelle Muhtarı Hasan Mehmet Göçerili bize “Ben bu tepenin üstünde beş ceset gördüydüm” demişti, “bunlar hiçbir zaman gömülmediler, oldukları yerde kaldılar...”

Kayıplar Komitesi yetkililerini bu noktaya getirmiş ve bir süre sonra burada kazı başlamıştı... Beş “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanlar çevreye saçılmış vaziyette bulunmuştu: Birkaç ay boyunca arkeologlar, bölgeden “kayıp” insanların kemiklerini toplamışlardı... Yıl 2009, aylardan Kasım’dı... Kazı tamamlanmıştı... Fakat Hristalla Hanım, oğludan geride kalanları alıp da ona bir cenaze töreni yapamadan göçüp gitti... Geçen yıl da, bize bu yeri gösteren Billele’nin muhtarı göçüp gitti, 21 Kasım 2010’da...

Hristalla Yangu Yalusa’da (Yeni Erenköy) doğmuş, sonra annesiyle birlikte Lefkoşa’ya çalışmaya gelmiş... Tahtagala bölgesine yerleşmişler. Tanti’nin Hamamı’nın yanındaki Atilla Sokağı’nda 27 numarada yaşamış çok uzun yıllar... Burası en yoksul işçi ailelerinin yaşadığı sokaktı – Kıbrıslıtürk, Kıbrıslırum işçi ailelerinin karma yaşadığı bir sokak... Bu sokakta, Kıbrıslıtürk komşularıyla ahbaplık etmiş... Eşi Yangos Savva bir emekçiymiş, çok yoksul bir emekçi... Aslen Baf’ın Ginussa köyündenmiş... Annesi ve babası ölünce, sekiz yaşında eşek üstünde, Lefkoşa’ya göç etmiş, bir çocuk işçi olarak iş bulmak üzere... Yanında iki kızkardeşi ve bir erkek kardeşi de varmış... Sonuçta kunturacı olmuş Yangos Savva... Küçük yaşlardan sendikaya katılmış, PEO’ya ve bir emekçi olarak her zaman Kıbrıslıtürk emekçilerle çok iyi ilişkileri olmuş... Çünkü birlikte çalışıyorlarmış... Beş çocukları olmuş, hepsi erkek... En küçükleri Mihalis’miş... Mihalis, şöyle anlatıyor:

“Ailemin Kıbrıslı Türkler’le ilgili kötü bir sözcük sarfettiklerini hiçbir zaman duymadım... Türk ya da Rum diye bakmıyorlardı o zaman – yoksulluk birleştiriyordu onları... Yoksul insanların iyi insanlar olduğunu anlatıyorlardı... Biz solcu bir aileydik, AKEL üyesiydik...  Senelerce mesela babam beni bisikletine bindirerek Kavazoğlu’nu anma etkinliklerine götürürdü... Aradan kaç yıl geçti? Her yıl hala onu anmaya gidiyorum...  Kavazoğlu öldürüldüğünde babamın çok ağladığını hatırlıyorum... Düşün, bisikletle giderdi Dali’ye, Kavazoğlu’nu anma etkinliklerine. Lefkoşa’dan çıkar, bisikletle Dali’ye giderdi!... O dönem ben ne olduğunu anlayamazdım, çocuktum... Ancak her yıl beni Dali’ye götürürdü, her yıl yapardı bunu... Sonra da ben kendi kendime gitmeye başladım bu etkinliklere... İlkokulu bitirdikten sonra bir yıl ortaokula gittim... Ancak babam bu dönem hastalanınca, okulu bırakmak zorunda kaldım çünkü o dönem okula para ödüyorduk ve paramız yoktu... Yiyecek için bile paramız yoktu – bu yüzden okulu bırakmak zorunda kaldım. Ve çalışmaya başladım. 13 yaşındaydım çalışma hayatına girdim. Televizyon tamir edilen bir atölyede çalışmaya başladım, anten takıyordum, teknisyenliği öğrenmeye başlamıştım... Uzunyan’da çalışıyordum... Bu şirketin adı Dikran Uzunyan-Barot Sultanyan idi... 1974’e kadar bu şirkette çalıştım. Türk kesimine de geçiyordum – Muhyi diye bir Kıbrıslı Türk vardı, ona gidiyordum, Morris Van arabası vardı. Phillips televizyonlarının satışını yapıyordu, antenlerini de ben takıyordum... 1974’ün Ocak ayında askerliğimi yapmaya gitmiştim, 2 yıllığına – ancak üçbuçuk yıl sürdü bu askerlik dönemi. 1977 Nisanı’nda terhis oldum....

Yıllar sonra Tanti’nin mahllesine gittim annemle, barikatlar açılınca...  Oradan hatıraları var... Yavaş yavaş gezdik Tanti’nin mahallesini ve bana usul usul, “Ah! Evet! İşte şurayı da hatırlarım, bunu da hatırlarım” diyordu. Ledra Palace’tan geçip gitmiştik yavaş yavaş... Ve Tanti mahallesini bulmuştuk... Bir kapı görmüştük, evin numarası 27 idi ama annem bunu hatırlayamıyordu – yakından baktığımızda, altta boyayla 14 numara yazdığını gördük! “Ev budur!” dedi o zaman – kapıyı çaldık, kapıyı açanlar çok iyi insanlardı, sarılıp öptüler bizi... Annemle aynı yaşlarda bir kadındı bu, annemle birbirlerine baktılar ve konuşmadan hatırlamaya başladılar, oturup birlikte ağladılar... 46-47 yıl önce görmüşlerdi en son birbirlerini – ben de onlarla birlikte ağladım... Ve onlarla ilişkimi sürdürdüm... Bu mahalle, yoksul insanların mahallesiydi. Tanti’ye kira ödeyerek otururduk o mahallede... Doğduğum evdi burası ama kiradaydık, bizim evimiz değildi...  Babamın anlattıklarına göre bazı çatışmalar olmuş, bazı Kıbrıslı Rumlar, bazı Kıbrıslı Türkler’i, bazı Kıbrıslı Türkler, bazı Kıbrıslı Rumlar’ı öldürmüşler. Orada sorun çıkınca 1958’de Tahtakale’den taşınarak Ayios Pavlos bölgesine gittik. Bu bölge, hapishanenin arkasındadır. Burada yaşamaya başladık, küçücük bir ev yaptık burada... Babam ayakkabıcılık yapmaya devam eder ancak bir süre sonra çok hasta olur... 1974’te kardeşimin başına gelenlere dayanamaz ve 1976’da ölür...”

Şimdi Mihalis Yangu Savva, tam bir öksüz: Çünkü babasını 1976’da kaybettikten sonra, annesi de iki hafta önce vefat etmiş... Ölmeden önce oğlundan kıyma böreği istemiş Hristalla fakat doktorlar yemek yemesine izin vermiyorlarmış... Kıyma böreğini yiyecek kadar toparlanamadan, oğlundan geride kalanları alamadan gitmiş...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 1808 defa okunmuştur