1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Bir Kadının Bakışından Erkeklik Halleri
Bir Kadının Bakışından Erkeklik Halleri

Bir Kadının Bakışından Erkeklik Halleri

Hegemonik erkeklik değerleri çoğu zaman yasalar, gelenekler ve dini inançlar tarafından da korunan ya da cezalandırılmayıp hoş görülen davranışlardır.

A+A-

Ayça Demet Atay  
ayca.atay@neu.edu.tr

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. Benim yazımın başlığıysa “Bir kadının bakışından erkeklik halleri”

Şimdi diyebilirsiniz ki kadınlar günü dolayısıyla neden erkekleri konuşuyoruz?

Ataerkil toplumsal cinsiyet düzeninin kadınlar üzerinde nasıl tahakküm kurduğu ile ilgili çok düşünüldü, çok yazıldı. Ya erkekler? Aynı yapı erkekler üzerinde de tahakküm kuruyor mu?

Erkek egemen sistem yoğun yapısal şiddet barındıran bir yapı. Burada Şubat ayında kaybettiğimiz barış araştırmacısı Johan Galtung’un yapısal şiddet kavramına kısaca değinmekte fayda var. Yapısal şiddet, sistemsel eşitsizlik ve adaletsizliklerin ördüğü görünmez camdan duvarlar ve bu duvarların üzerimizdeki baskılarıdır. İşsiz kalmış bir babanın kendini yakması olayını ele alalım. 2020 yılında Hatay’da uzun süredir işsiz olan bir baba, valilik binasının önünde, “çocuklarım aç kaldı” diyerek kendini yaktı. Burada kendine yönelmiş doğrudan şiddet var. Ama bu doğrudan şiddeti yaratan, uzun süreli işsizlik durumu, yoksulluk ve ataerkil düzenin “erkeklik” normları yapısal şiddetin unsurları. Burada erkek egemen düzenin, uzun süre işsiz kaldığı için “başarısız” görülen bir “baba”ya uyguladığı yapısal şiddeti görüyoruz. Çünkü “baba”nın egemen erkeklik değerlerine göre, evine ekmek götürmesi gerekiyor.

Simone de Beauvoir İkinci Cins kitabında, “erkekliği” kendi cinsiyetinden bahsetmek yerine, başkalarından bahsederek kurulan bir “iktidar konumu” olarak tanımlar. “Erkeklik kadınlar, çocuklar, yabancılar, eşcinseller gibi öteki olarak gördüğü gruplar hakkında konuşma hakkını kendinde görürken, kendisini sorgulama dışı bırakır” der.

Erkek egemen yapı, erkeklere gümüş tepside, kadınlar üzerinde iktidar sunar gibi gözükürken, bir yandan da kendilerinin ezilme durumunu maskeliyor.

“Erkeklik” hiyerarşik bir düzen. “Adam gibi adam” olmanın kriterleri var. Ama bu kriterleri kim belirliyor? Diyebilirsiniz ki erkek egemen düzende kuralları erkekler belirliyor. Ama tekil bir kategori olarak erkeklikten söz edemeyeceğimize göre, bu durumda sorulması gereken soru şu: “Erkeklik” normlarını hangi erkekler belirliyor?

Bu soru da bizi “hegemonik erkeklik” kavramına götürüyor. Hegemonya, bir grup erkeğin “erkeklik” adına, farklı “erkeklikler” üzerinde kurduğu baskı ve üstünlüğe işaret ediyor.

Antonio Gramsci’nin “hegemonya” kavramı üzerinden “hegemonik erkeklik” kavramını geliştiren sosyolog Raewyn Connell’a göre hegemonik erkeklik, iktidar sahibi erkek gruplarının hakimiyetlerini nasıl yeniden üretip meşrulaştırdıklarıyla ilişkili. “Silah zoruyla ya da işsiz bırakma tehdidiyle değil”, diğer erkeklerin rızasıyla kuruluyor. Erkek egemen toplumdan, sınıfsal kökenleri ve ait oldukları toplumsal statü grupları ne olursa olsun, her erkek bir biçimde yararlanmaktadır. Farklı erkeklikleri ortak paydada toplayan şey ise kadınlar üzerinde sağlanan iktidardır. İktidar ile kastedilen kadınların baskılanması ve bağımlı kılınması sürecidir.

Toplumdaki hegemonik erkeklik tarafından baskı altına alınsa da her erkek, Connell’in “ataerkil pay” olarak adlandırdığı süreçte, erkek egemen yapıdan nemalanır. Connell’e göre ataerkil pay, her bir erkeğin kadınların boyun eğdirilmiş olmasından hissesine düşen faydadır.

Peki rekabete dayalı bu hiyerarşik erkeklik düzeninde kadınlar nasıl yer alıyor? Erkeklik araştırmacısı Joseph Pleck’e göre, “Erkekler arasındaki iktidar mücadelesinde kadınlar bir tür başarı sembolü ya da erkekler arasındaki rekabetin aracı olarak kullanılıyor ve her durumda eril tahakküme maruz kalıyorlar”

1970’li yıllarda ortaya çıkan erkeklik çalışmaları, erkekliğin tek ve tutarlı bir tanımının olmadığını ortaya koydu; hegemonik erkeklik değerlerine uyum sağlamaya çalışmanın erkeklere ödettiği bedeller üzerine yoğunlaştı.

Örneğin 1970’li yıllarda ortaya çıkan ve 1980’lerde gelişen Erkek Özgürlük Hareketi, hegemonik erkeklik değerlerini sorguladı ve hegemonik erkeklik değerlerine ve davranışlarına uymadan da “normal erkekler” olarak var olunabileceğini savundu.

Günümüz toplumunda hegemonik erkek kimdir?

Beyaz, orta sınıf, heteroseksüel, orta yaşlı, tam gün iş sahibi erkektir. Buna başka ölçütler de eklenebilir: “Makul ölçülerde dindar, homofobik, bedensel olarak aktif erkek.”

Connell’a göre, hegemonik erkeklik zamana ve mekana göre değişkenlik gösterse de üç temel etken tarafından belirlenmektedir: 1) üretim ilişkilerinin cinsiyetlendirilmesi yani cinsiyete dayalı işbölümü  2) ataerkil yapı 3) kateksis. Connell, kateksis olarak adlandırdığı, cinselliğin ve cinsel arzunun şekillendiği toplumsal ilişkilere vurgu yapar. Bu faktörlerin oluşturduğu toplumsal cinsiyet sistemi, kadınların boyun eğdirildiği, erkeklere tabi kılındığı bir yapıyı oluşturur ve sürekli kılar.

Aslında bir toplumda “hegemonik erkeklik” kategorisine doğrudan giren erkeklerin sayısı oldukça az, ama bu kategorinin dışında kalan erkekler, onay ve suç ortaklıkları ile hegemonik erkekliği besliyorlar. Çünkü Connell’e göre, hegemonik erkeklik, onaylama, katılma ya da ses çıkarmama karşılığında kendisinden farklı erkekliklere maddi kazanç ve ayrıcalıklar sunar. Erkekler ataerkillikten şu açılardan kazançlı çıkmaktadır: onur, prestij ve yönetme hakkı. Ayrıca bir de maddi kâr payı. Zengin kapitalist ülkelerde, erkeklerin ortalama gelirleri kadınların ortalama gelirlerinin yaklaşık iki katıdır.

Demetrakis Demetriou’ya göre, hegemonik erkeklik sadece kadınlar üzerinde değil, egemen toplumsal sınıfa ve egemen etnik gruba mensup olmayan diğer erkekler üzerinde de eril tahakküm kuruyor. Bu bir tür içsel hegemonyadır.

Hegemonik erkeklik değerleri şöyle sıralanabilir: risk almaktan kaçınmama, fiziksel sertlik ve dayanıklılık, ısrarcı ve sebatkar olma, sadırgan ve atak olmaktan çekinmeme, homofobik bir heteroseksüellik, duygusal olmayan bir mantıklılık, acıya katlanma ve şikayet etmeme, güçlü olma, başarma, sorunları sadece ikna ederek değil, gerektiğinde şiddet kullanarak çözme; duygularına göre değil çıkarlarına göre davranma, rekabete ve hiyerarşiye dayalı ilişkileri odağa alma; bağımsız davranmayı önemseme, başkalarını yönetmeyi bilme.

Hegemonik erkeklik değerleri çoğu zaman yasalar, gelenekler ve dini inançlar tarafından da korunan ya da cezalandırılmayıp hoş görülen davranışlardır.

Serpil Sancar ve Murat Göç-Bilgin 2021 yılında yayımlanan “Erkekler, Erkeklikler ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Haritalama ve İzleme Çalışması” başlıklı çalışmalarında, günümüzde hegemonik erkekliğin değişim sürecinde olduğu ve bu durumun beraberinde eril restorasyonu getirdiği tespitinde bulunuyorlar. Araştırmacılara göre, günümüzde eril tahakküm niteliksel bir değişim yaşıyor; bazı düşünürlere göre bu durum bir erkeklik krizi, bazı düşünürlere göreyse ataerkilliğin sonu. Erkeğin aile reisliğine dayalı klasik ataerkil aile modeli yerini, karşılıklı aşk, sevgi, arzu, birlikte yaşama isteği ve mahremiyetin paylaşıldığı yeni bir aile modeline bırakıyor.  Giderek artan sayıda aile çalışan ve ev içi sorumlulukları eşit paylaşan eşlerden oluşuyor. Bunun yanı sıra, erkek kas gücüne dayalı fabrika üretimi değişiyor. Zorunlu askerliğe dayalı erkek-vatandaş orduları yerlerini profesyonel ordulara bırakıyor. Egemen babalık normu değişiyor. Eskiden para kazanıp ailenin geçimini sağlayan ama çocuğuna duygusal olarak uzak, mesafeli bir otorite figürü olan babalık normu, yerini çocuklarıyla duygusal ilişkiler kuran ve birlikte yaşama arzusu taşıyan yeni bir babalık modeline bırakıyor. Bu değişimler erkek egemenliğini sarsıyor. Sancar ve Göç-Bilgin bu durumu “eril tahakkümün krizi” olarak niteliyor.

Krize giren eril tahakküm kendisini yeniden restore etmeye çalışıyor. Ne oluyor? “Özellikle muhafazakar sağ hükümetlerin ve köktendinci siyasi hareketlerin desteğiyle kadın haklarını koruyan kurumlara karşı eleştiriler, saldırılar ve yoğun tepkiler ortaya çıkıyor. Kadınların güçlenmesine yönelik mali fonlar ve devlet destekleri azaltılıyor; bütçeler kısılıyor; cinsiyetçi, homofobik ve kadın hakları karşıtı uygulamalar kamuoyunda destek bulmaya başlıyor.”

Bu bağlamda, “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”, bir başka ifadeyle İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanlığı kararıyla çıkılması Türkiye’de eril tahakkümün restorasyonu sürecine bir örnek olarak gösterilebilir.

 

Sonuç

Ataerkil düzendeki yapısal şiddetten tüm toplumsal cinsiyet grupları farklı şekillerde etkileniyor. Erkek egemen bu düzende, erkekleri “salt ezen değil, ezerken ezilebilen taraf” olarak görmek gerekiyor. Ataerkil sistemden aldıkları sus payı, ezilen erkekliklerin kendi ezilmelerine ses çıkarmalarının önüne geçiyor. Gerçek eşitlik ve adalet için ataerkil sistemden nemalanarak ataerkil şiddete gözlerini kapayan erkeklerin uyanmalarının vakti çoktan geldi.

Öyleyse 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde yazımı şu sözlerle bitireyim: “Eril tahakküme karşı yaşasın kadın-erkek dayanışması!”

Bu haber toplam 1525 defa okunmuştur
Gaile 506. Sayı

Gaile 506. Sayı