1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “Başlangıç” Üzerinden Öykünün Son Durumu
“Başlangıç” Üzerinden Öykünün Son Durumu

“Başlangıç” Üzerinden Öykünün Son Durumu

“Başlangıç” Üzerinden Öykünün Son Durumu

A+A-

Gürgenç Korkmazel

[email protected]

“Sanatta önemli, olan ‘ne’ değil, ‘nasıl’dır.” – Soljenitsin
Bilindiği gibi K/T Edebiyatında şiirinin bir geleneği var, ama öykünün ne geleneği ne de ciddi bir birikimi var. Seni etkileyen, esinleyen bir tek öykü kitabının adını ver deseler, veremem. Tabii ki K/T öyküsünde beni etkileyen, esinleyen örnekler var – Özden Selenge, Taner Baybars, Numan Ali Levent, M. Kansu ve H. A. Mapolar’ın bazı öyküleri gibi. Ama dediğim gibi, bir bütün olarak adını verebileceğim, adanın dışına taşabilecek güçte bir öykü kitabı yayımlanmadı bugüne kadar. 
Öykücüler var yani, yok değil, öykü seçkileri, öykü antolojileri bile bulunuyor kitapçılarda, kalın kalın. Yalnız öykücülerin gerçek durumu, körler ülkesindeki tek gözlünün durumu gibi hala.
Peki şiire bu kadar yakınken, hatta kökü şiirken neden gelişmedi öykü, romandan bile geride kaldı. Bir kere tarihte, öykücü, öykü yazarı diye ortaya çıkanlar sorumluluklarını yerine getirmedi, ama bence bundan daha da önemlisi, genel olarak öykünün, sanki şiirle romanın arasında kalmış bir türmüş gibi görülmesi, küçümsenmesi. Kısaca öykünün ne olduğunun bilinmemesi veya öykü yazarlarının bile öyküyü ciddiye almamaları, kendilerini bu işe adamamaları.
Yani bir başka şekilde söyleyecek olursak, kronik bir şiir ve roman hastalığı var adanın kuzeyinde, ama öykü hastalığı yok. 
(Burada parantez açıp, genel bir bilgi olsun diye söyleyeyim, Kıbrıs’ta Rumca yazılan öykünün geleneği var. Hatta, bence yaşayan en iyi K/Rum öykücü Hristos Hacıpapas’ın Türkçeye çevrilen Dengesiz Adım adlı öykü kitabının yakında çıkacağını duyurabilirim buradan.)    
Bundan dolayı, yeni bir öykü kitabı yayımlandığında meraklanıyorum hemen. Heyecanlanmamaya, beklentilerimi yüksek tutmamaya çalışıyorum, çünkü geçmişte çok defa hayal kırıklığına uğradım. İşte bu yazının konusu da yine böyle bir kitap. Tayfun Çağra’nın Işık Kitabevi Yayınlarından, nisan ayında çıkan ilk öykü kitabı, Başlangıç.
Yazarı, Başlangıç demiş ilk kitabının adına, ama hiçbir şey başlatamamış. Ne yaptığını bilmiyor Tayfun Çağra. En başta, yazılanlara öykü değil, makale, metin veya ne bileyim parçalar diyebilirdi. Demedi. Anlaşılan hiç öykü okumamış, dünyada yazılan öyküleri geçin, en azından bu adada yazılan öyküleri bile okumamış, özümsememiş. Öykünün ne olduğunu, ne olmadığını bilmiyor. Bilseydi. En azından bir yerlerden duymuş olsaydı bu işe kalkışmazdı.
Gerçekten de okuyucuyu öyküden soğutuyor, uzaklaştırıyor Başlangıç adlı bu ilk kitaptaki ‘kısa öyküler’.
“Bir durumu, bir düşünceyi, bir duyguyu, bazen yalnızca bir davranış ya da bir ilişki biçimini, ilişkilerdeki bir anı, insanın iç dünyasına değin bir sarsıntıyı, bir gerilimi anlatır kısa öykü.” diyor Semih Gümüş. 346 sayfalık Başlangıç’taki kısa öykülere bakınca, daha başlarken tökezleyen birtakım anlatım girişimleri ve sığ bocalamalar görüyoruz sadece. Anlatım yarım yamalak, olay örgüsü cılk, kurguysa bozuk. Metinlerde yoğunluk yok, derinlik yok, atmosfer yok. Bu metinlerdeki karakterler kağıttan, olaylar ise gazdan sanki. Yazdıklarına, öykünün amacı olan an’ı aydınlatmak adına hiçbir ışık düşürememiş Tayfun Çağra. Gelişi güzel yazılmış metinlerinde, anlatılan kişiyi (kahramanı) algılamamızı ve anlamamızı sağlayacak ayrıntılar eksik. Olan ayrıntılar da klişe. Klişelere boğulmuş, nefes almakta zorlanan, nefes alamayan metinler bunlar.
Aslında temelde, söz konusu kitaptaki en büyük eksiklik yaratıcılık. Ve işin içinde yaratıcılık yoksa….
Doğru durup doğru konuşalım: Başlangıç’taki metinler okununca, gazetede koordinatör olarak görev yapan Tayfun Çağra’nın, gazetede ve dergide kendisine ayrılan yeri, boşluğu doldurmak kaygısıyla; öykü diye, ‘nasıl’ı ve estetiği üzerinde düşünülmemiş, üstünkörü ve kötü yazılmış şeyler yazdığı ortaya çıkıyor.
Peki, bu metinleri gazeteden alıp kitaplaştırmanın arka planında gerçekten ne var? Ya da, buralarda böyle kitaplarla çokça karşılaştığımız için hadi genele yayamaya çalışalım bu soruyu? 
NEDEN, daralan zaman baskısı altında karadıklarını, yazdıklarını, kitap haline getirip yayımlamak ister gazeteciler?
Kendi ‘özel’ zihinlerinin özgürlüğünü somutlaştırdıklarını göstermek için mi?
Tarihe tanıklık ettiklerini kanıtlamak için mi?
Ülkedeki kültür ve edebiyata katkıda bulunmak istedikleri için mi?
Yoksa, ölümsüzlüğe oynadıkları için mi?
Kötü bile olsa bir kitap yazanı tatmin eder mi?
Kötü bile olsa bir kitap yayımlamak, daha çok görünür ve belki de kalıcı olmak adına bireysel bir başarı ölçüsü mü?
Daha başka sorular da sorulabilir…
Ama ben bu konuyla ilgili olarak esas şunu söylemek istiyorum. Biz okuyucular, öykü-severler olarak, ego veya statü değil yetenek ve yaratıcılık görmek istiyoruz kitaplarda! Madem ki buradaki konumuz öykü; bir edebi değeri olan nitelikli öykü kitapları, K/T Öyküsüne itibar kazandıracak öyküler okumak istiyoruz…

Bu haber toplam 1341 defa okunmuştur
Gaile 213. Sayısı

Gaile 213. Sayısı