
‘AYAĞA KALKTIM’
YENİDÜZEN ‘Çocuk Çağı Kanser Farkındalık Ayı’ dolayısıyla 19 yıl önce kansere yakalanan ve bu savaşı kazanan Gökhan Gökberk ile görüştü…
Sokaklarda oyun oynadığı en güzel dönemlerde, bir anda ayaklarında başlayan ve yürümesini etkileyen bir acıyla sarsılır Gökhan Gökberk, 10 yaşında tanışır ‘Lösemi’ yani Kan Kanser ile…
YENİDÜZEN ‘Çocuk Çağı Kanser Farkındalık Ayı’ dolayısıyla 19 yıl önce kansere yakalanan ve bu savaşı kazanan Gökhan Gökberk ile görüştü…
“Çocuk yaşta çok acı çektim, ağladım, şarkı söyledim ama kazandım… Umut ışığını hiç kaybetmemek lazım”
“90’lı yıllarda ülkede kan kanseri bilinci tam gelişmemişti. 1-1,5 ay teşhis konulamadı. Anlamadılar… Pek çok doktora gittik, demir tedavisi uygulandı, psikolojiktir dendi. En son Dr. Gülsen Bozkurt teşhisi koydu”
“Belimin hemen kenarından kemik iliğine bir iğne soktular. Sıvı gelmiyordu, doktor bana ‘ıkın ıkın’ dedi. Nasıl ıkınacağımı bilmiyordum ve ağlıyordum. Doktor bana ‘bir şarkı söyle’ dedi. O şarkı, bugün çaldığında hala daha çok farklı hissederim”
“Bu rahatsızlığı yaşayanları uzun ve yıpratıcı bir dönem bekliyor, biliyorum ama morallerini bozmasınlar. En başta umut etmek lazım… Umut ışığımızı kaybetmememiz lazım ki başarıp zafere ulaşabilelim””
Didem MENTEŞ
Acıların ‘en ağırı’ tam da çocukluğun en afacan çağlarında yakaladı Gökhan Gökberk’i… Oyun oynadığı dönemlerde bir anda ayaklarında başlayan ve yürümesini etkileyen bu acının adı ‘Lösemi’ yani ‘Kan Kanseri’ idi… Yaşamının 10 yıllık döneminde kapısını çaldı bu illet hastalık.
Ayaklarında başlayan ağrılar, halsizlikler ve daha sonra vücudunda beliren izler onun ‘acımasız’ ama umutla dolu yıllarının başlangıcı olur... Ayaklarının fonksiyonun kaybetmesiyle başlayan bu 4 yıl süreç kazınır yüreğine… “Ne olduğunu iki yıl boyunca anlamadım. Bir bilinmezlik beni hep endişelendirdi… Tekerlekli sandalyenin ardından tekrar yürüyebilmek benim için büyük mutluluktu. Bu yolda en büyük ışığım Annemdi… ‘Sabredeceğiz ve bu savaşı kazanacağız’ dedi… Ve annemim dediği gibi oldu…”
‘Umut’ etmeyi aşılıyor…
YENİDÜZEN, ‘Çocuk Çağı Kanser Farkındalık Ayı’ dolayısıyla 10 yaşında kan kanseriyle mücadele ederek bu savaşı kazanmış Gökhan Gökberk ile yaşadıklarını konuştu. Röportajın kimi yerinde acı kimi yerinde sevgi kimi yerinde mutsuzluk vardı ama umutsuzluk asla olmadı… 13 Temmuz 1985 Lefkoşa’da doğumlu olan Gökhan, YDÜ Bilgisayar Programa ve Teknoloji Bölümü’nü bitirdi. Şuanda Kanser Hastalarına Yardım Derneği’ne bağlı Umut Evi ve Kültür Evi’nde 4 yıldır sorumlu olarak çalışıyor. Çalıştığı kurumun adı gibi ‘Umut’lu, sıcakkanlı, sevecen ve güler yüzlü…
Çocukken yakalandığı hastalığın onu genç yaşta olgunlaştırması, hayatı çok erken tanıması ve umudunu asla yitirmemesi onu bugünlere taşıyor. 19 sene önce mücadele vermeye başladığı kanseri yendikten sonra kendisini, aynı acıları çeken çocuklara adamış biri Gökhan. Umut Evi’nde kanserle tanışan minik elleri tutarak onlara ‘umut’ olmayı, hayata güzel gözlerle ve sevgiyle bakmayı öğretiyor. Tıpkı yıllar önce annesinin ve Mevhibe Teyzesinin ona gösterdiği gibi…
‘Ayaklarımda şiddetli ağrılar ve yürüyemez oldum…’
Biraz hüzün dolu ama başkalarına da umut olabilmek için anlatıyor Gökhan:
“Ben 10 yaşındayken Lösemi teşhisi konuldu ama ilk bu hastalığa yakalandığımı bilmezdim. İlk olarak ayaklarımda ağrılar ve aksamalar başladı, yürürken tökezliyordum. Tabi zamanla bu ağrılar şiddetlendi. Annem ve babam enfeksiyon kaptığımı düşünürdü. Çünkü o zamanlar kan kanseri çok bilinen bir şey değildi. Ağrılarım giderek artınca doktorları ziyaret etmeye başladık. Rahatsızlığım aranmaya başladı. Bu süre içerisinde vücudumda morarmalar oldu, kusmalar başladı. Tabi ayağımdaki aksamlar 1-1,5 ay teşhis konulamadı. Anlamadılar…
Pek çok doktora gittik, demir tedavisi uygulandı, psikolojiktir dendi. Bu arada ben Gelibolu İlkokulu’na 5’inci sınıfa gitmekteyim ve sınıfım üst kattaydı. Ve bir süre sonra merdivenleri çıkamadığımı hatırlarım. Ve arkadaşım Mehmet Artemel merdivenleri çıkmamda bana yardımcı olurdu. Bir gün sınıfta oturduğum yerden teneffüse kalkamadım… Ders bitiminde arkadaşıma babama seslenmesini söyledim. Ve o gün işin ciddiyeti hat safhaya ulaştı. Doktorları ziyaretlerimiz arttı ve teşhisi tek bir doktor koydu, Gülsen Bozkurt. Ve o günden sonra zor süreç başlamış oldu…”
Acıyı çekerken ‘Ah yandım ben Allahım’ şarkısını söyledim
Doktorun teşhisi koymasıyla birlikte çok acılı günler başlar Gökhan için. O günleri hatırlamak çok zor gelse de… “Teşhis konulması ardından kemik iliğinden sıvı alınması için hastaneye gittik. Çocuk Servisi’ne geçtik ve annem ile babamı içeriye almadılar. Çok ağladım, ne olduğunu anlayamadım. Başımda bir sürü doktor bir sürü hemşire vardı. 30 yaşıma geldim ama hala unutamadım.
Belimin hemen kenarından kemik iliğine bir iğne soktular. İğneyi girdiklerinde inanılmaz bir ağrı girdi… O acıyı yaşarken ellerimden ve ayaklarımdan tutarlardı. İğneyi girdiklerinde sanırım sıvı gelmezdi ve ‘ıkın ıkın’ derlerdi. Nasıl ıkınacağımı bilmiyordum. Kendi kendime ‘ıkın ıkın’ derdim ve ağlardım… Doktor bana ‘bir şarkı söyle’ dedi. Ben de ‘Ah yandım ben Allah’ım’ şarkısını söyledim. O şarkı, bugün çaldığında çok farklı hissetmeme neden olur. Zor bir işlemdi ve günün sonunda ilikten örnek alındı. Çıkan sonuçta % 98 hücrelerin işlevinin yitirilmiş olduğu tespit edildi. Burada hemen bizi kurula koyup Hacettepe Üniversitesi’ne gönderdiler. Beni ellerimden tutup kaldırarak uçağa koydular. Yol boyunca ağladığım… Bir korku vardı, belirsizliğe doğru gidiyordum… Uçaktan inince bizi ambulans karşıladı ve hemen hastaneye gittik.
Serviste yer bulamadık ve geçici olarak yoğun bakıma aldılar. O anlar benim için çok üzücüydü çünkü yoğun bakıma kimseyi almazlardı. Korkuyordum ve neden beni bıraktıklarını düşünüyordum. Daha sonra servis 22’de yer açıldığını söylediler. Bir hemşire kaba bir tabirle benim oraya gitmemi söyledi. Ayaklarımın ağrısı biraz hafiflemesiyle yalnız başıma servisin nerede olduğunu bilmeden asansöre bindim. O sırada burnum patladı ve bana hemen orada yardımcı oldular. Tekrar yoğun bakıma çıkardılar ve bana nere ve neden gideceğimi güzelce bana anlattılar. Esas tedavim bölüm 22’de 5 ay boyunca sürdü. Orada radyoterapi ve ağır dozlar aldım. 1 ay beynime radyoterapi aldım. Sonra Kıbrıs’a döndük ve 3 buçuk yıl ise idame (daha hafif dozlarda aldığım kemoterapi) dönemi geçirdim”
Ağır terapiler aldım… Saçlarım dökülmüş, maske takmıştım
Tedavi süresi boyunca yaşadığı en büyük sıkıntılardan biri de kendi içine kapanması olur Gökhan’ın. “Ben bu hastalığın ne olduğunu 2 yıl sonra anneme sorarak öğrendim. Ama ben esas rahatsızlığı Türkiye’ye gittiğimiz serviste kalan saçları dökülmüş ve maske takan çocukları gördükten sonra empati kurarak anladım ama ismini bilmezdim.
Hatırlıyorum servise ilk girdiğimizde birçok çocuk vardı ve bana çilek uzatmıştı. O kadar korkuyordum ki çileğin zehirli olduğunu düşünmüştüm. Çevremdeki çocuklara baktığımda hepsinin saçları dökülmüş, yüzlerinde maske vardı ve garipsemiştim. Annem daha sonra özel oda tutmuşu ve çok mutlu olmuştum. Çok ağır dozda terapiler aldım, bugün dahi hepsinin ismini sayabilirim.
Hepsinin bende ayrı ayrı etkileri oldu. Bir ilaç vardı, çok ağırdı ve vücudumda yan etkilerinden dolayı yaralar oluşmuştu. Konuşamama neden olmuştu. Hatırlıyorum abimin ziyaretime geldiği bir gün vardı. O gün 6 dozluk bir ilaç almıştım. O ilaç 4 yada 5’inci dozunda bana alerji yapmıştı ve öksürmeye başlamıştım. Aslında nefes borum tıkanmıştı. Abim ne olduğunu anlayamamıştı ve hemen hemşireleri çağırdı. Ellerimdeki damalar patlamıştı. Bir şey olmamam için bana hemen ilaç vermeleri gerekiyordu ve ellerimden ve ayaklarımda damar aradılar. Yaşadığım acılardan biriydi ve o da abime denk gelmişti.”
“Sabredeceğiz ve biz bu savaşı kazanacağız…”
“İyi anılarım da oldu, onur verici” diyor Gökhan ve sürdürüyor hikayesini: “Ben 1- 1,5 aylık ayaklarımın hiç tutmadığı bir dönem geçirdim. O dönemde bir ilaç veriyorlardı ve kemoterapim devam ediyordu. O ilacın amacı ayakları güçlendirmek içindi ve bu sağlandı. Kemoterapilerden dolayı saçlarım dökülmüştü. Yediğim yemeğin içine ve yastığıma düşüyorlardı. Annem bana bir gün Hacettepe bünyesinde kuaför olduğunu ve beni oraya götürebileceğini söylemişti. Ben de kabul ettim ve kestik.
Beni bir gün Mevhibe Teyzem ziyaret etmişti. O dönem bana; ‘Bizim odadan çıktığında servisi düşün, en sonunda kapının üzerinde duran bir kırmızı burunlu palyaço var. İlk önce biz bu tekerlekli sandalyeden kalkacağız, sonra kapının dışına çıkacağız ve bir gün yavaş yavaş yürüyüp o palyaçonun burnunu sıkıp geri döneceğiz’ demişti. Bunu hedef koymuştuk ve zaman içerisinde adım adım hedefimize ulaştık. Aslında tüm bu rahatsızlık dönemimde bana annemin söylediği bir şey vardı: ‘SABREDECEĞİZ VE BİZ BU SAVAŞI KAZANACAĞIZ…” Benim en büyük ışığım annemdi… Hep yanımda oldu ve kötü günleri hep birlikte aşacağımızı söyledi”
En zor dönemlerden biri; okul…
Ağır tedavi süreci ardından Kıbrıs’a döndükleri zaman yarım kalan eğitim hayatına devam eder Gökhan Gökberk. Ama ilkokul 5’te yenden başlayarak… “Eğitimimden kopamazdım. 5 aydan sonra ailem beni yeniden Gelibolu İlkokulu’na yazdırdı ve sonra mezun oldum. Daha sonra Atleks Sanverler Ortaokulu’na yazıldım. Gönül isterdi ki koleje girebileyim ama o okullar çok kalabalıktı. Benim de kemoterapilerden dolayı bağışıklığım düşerdi ve daha az öğrencinin olduğu bir ortamda eğitim görmem gerekiyordu bu nedenle yeni açıldığı için oraya gittim. Bu okul dönemi benim için çok zordu. Bazı öğretmenlerim bana çok yardımcı oldu.
Yaklaşık 3 yıl boyunca okuluma devam ettim. Her hafta Çarşamba günleri kemoterapilerim olduğu için okula gidemediğim günler daha fazlaydı. Ailem bana o dönmelerde çok yardımcı oldular. Ama o dönemlerde hastalık konusunda bilinçsizlik olduğu için zor anlar yaşadım. Çünkü saçlarımın dökülmesi ve maske takmamdan dolayı bazı arkadaşlarım bilinçsiz oldukları için bana tuhaf bakarlardı. Hastalığımın bulaşıcı olup olmadığını düşündüklerini bana hissettirirlerdi. Tabi yanımda olan arkadaşlarım da vardı. Bundan dolayı ben hep kendimi arka palana attım.
Öğretmeni ve doktoru unutamadı!
Gökhan’ı okul döneminde en çok üzen ve yıllarca içinde kalan öğretmeniyle ilgili bir konu olur. “Hiç unutmuyorum bir gün sınavım vardı ama tedavim olduğum için sınava girememiştim. O dersin öğretmenine ertesi gün durumumu anlattım. Ve bana ‘sen hakkını kaybettin’ demesi üzerine çok üzüldüm. Artık o öğretmenin derslerine girmek istemezdim, okula da gitmek istemiyordum. Bir de hiç unutmuyorum hastalığımın başında teşhis ararken bir doktora gitmiştik. O doktor, bana ‘sana çok büyük bir iğne yapacağım. Senin aslında çok büyük bir rahatsızlığın yoktur. Seninki psikolojiktir, ilgi çekmek için yaptın’ demişti. Ve ben onu hiç unutmadım”
Umut ışığımızı asla kaybetmeyin..
Üniversite dönemine geldiğinden 4-5 ay boyunca psikolog yardımı da alıyor Gökhan ve bunun faydasını görüyor. Rahatsızlığının üzerinden 19 yıl geçmesine rağmen halen senede 1 kez kontrollere gitmeyi sürdürüyor.
“Sanatla ilgileniyorum. Müziğin evrensel bir dil olduğuna inandığım ve bana huzur verdiği için yan flüt çalıyorum. Hayatım boyunca hep ertelediğim bir şeydi. Yan flüt çalmak, mutluluk yanında en mutsuz anınızda sizi bir yerden alıp başka bir yere götürmesidir. 2006 yılında ise hobi olarak fotoğrafçılığa başladım ve bunu daha sonra iş olarak hayatıma kazandırdım. Düğünlerde ve özel günlerde fotoğrafçılık yapıyorum.”
“Kansersiz bir yaşam dilerim”
Küçük yaşta böyle bir hastalık geçirmesi erkenden olgunlaştırıyor Gökahn’ı ve hayata başka türlü bakmayı öğreniyor. “ İnsanlar maalesef bugün en küçük şeylerden üzülür, kendine dert eder. ‘Aman grip oldum ölüyorum’ derler şu bana bu komik gelir. Hayatın erteleyen insanlar var. Birçok insan kendine vakit ayırmaz, zamanım yok der ama bence hiçbir şey için geç değildir” diyor.
Ve son olarak bu rahatsızlıkla mücadele eden çocuklara ve büyüklere sesleniyor Gökhan Gökberk. “Hayata pozitif bakalım. Stresten uzak durmalıyız. Elimizden geldikçe bizi mutlu edecek şeylerle uğraşmalıyız. Ve ailemizle vakit geçirmek önemli... En başta umut etmek lazım… Umut ışığımızı kaybetmememiz lazım ki başarıp zafere ulaşabilelim. Kansersiz bir yaşam dilerim…”

















