1. HABERLER

  2. HABERLER

  3. Denktaşların trajedisi...
Denktaşların trajedisi...

Denktaşların trajedisi...

Aslında Rauf Raif Denktaş’ın trajedisi daha o 18 aylıkken başlamıştı. Annesinin daha kokusuna doyamadan annesiz kalmıştı.

A+A-


Fayka KİŞİ


Aslında Rauf Raif Denktaş’ın trajedisi daha o 18 aylıkken başlamıştı.
Annesinin daha kokusuna doyamadan annesiz kalmıştı.
Onu sadece resimlerde görmüş, hissetmişti.
“Varlığını bilmediğim için yokluğunu duymamıştım” demişti tuttuğu notlarda.
Denktaş 23 yaşında, Aydın Denktaş 16 yaşında önce 29 Mayıs 1947’de hayatlarını birleştirmişti resmi olarak ise 17 Temmuz 1949’da…
Kısa bir süre sonra ilk çocukları Raif dünyaya gelmişti.
Raif’in bir yaşına bastığının hemen ardından ise bu kez dünyaya Münir geliyordu.

İlk çocukları Dilek, lapa çocuk… 
Ve üçüncü çocukları Dilek 29 Mayıs 1955’te Denktaşların mutluluklarını artırmıştı.
“Dilek doğduğu zaman çok güzel bir bebekti. Şahane güzel menekşe gözleri vardı. Pespembe yanaklar. Tombul tombul bir çocuktu. Altı aya kadar her şey normaldi” diye yıllar sonra yazar Nur Batur’un kaleme aldığı “Yeniden Yaşasaydı Rauf Denktaş” kitabında Aydın Denktaş:
“Ama doğduktan 40 gün sonra bizde bebekler aile büyüklerine götürülür. Ben de o gün Dilek’i hazırladım. Benim çocukluğum mu tecrübesizliğim mi bilemiyorum. O gün Dilek’in arabasına su termosunu da koydum. Evin kapısından girerken arabayı kaldırınca, termos çocuğun başına düştü. Ben buna bağladım. Ama sonra doktorlar akraba evliliklerinde böyle olabilirler dediler. Altı aya kadar gürbüz gürbüz bir çocuktu hatta ‘lapa çocuk’ derlerdi.”
Ama Dilek 6 aylık olmuş ve halen yere basmıyordu, bu işte bir terslik vardı.
Çocuğun beli tutmuyordu.
Tamamen annesine bağımlı halde yaşıyor, oturamıyor, annesinin kucağından inmiyordu ve acı gün yavaş yavaş geliyordu.
İlk önce Beyrut’a gidildi tedavi için…
Beynine iğne yapıldı ve çocuğun gözleri de artık görmez olmuştu.
Rauf ve Aydın Denktaş bu durum karşısında daha da yıkılmıştı.
Çare olarak ‘üfürükçüler’e bile gidilmişti İzmir’de ama ne çare…
Günler aylar geçiyor ama çocukta düzelme olmuyordu.
Bu kez Londra’nın yolları tutulmuştu.
Aydın Denktaş:
“Dilek 3 yaşına kadar yaşadı. Ben 3 sene sokak yüzü görmedim. Benim kucağımdan başka yerde ne uyuyordu ne yemek yiyordu. Götürmedik yer bırakmadık. Çok çekti evladım. Dokuz ay hiç görmedi. Ondan sonra beyin ameliyatı olacak diye Londra’ya götürdük. Beyninde bir baskı varsa ameliyat ederler, onu alırlar, gözü açılır, çocuk kedine gelir diye ümitle götürdük. Ama yetiştiremediler.”
Ve Denktaş ailesi ilk evlat acısını 12 Mayıs 1957 tarihinde Dilek’in ölümü ile yaşadı.
Dilek, Raif ve Münir üzülmesin diye Londra’da defnedildi…

Rauf Denktaş kendini hiç affetmedi
Ardından bu kez Münir hastalanmıştı. Zaten Münir’in sürekli ateşi çıkıyor, bademcikleri şişiyordu.
Münir 6 yaşındayken, yine hastalanmış, hastalığı geçmeyince Aydın Denktaş, “Çocuğun bademciklerini aldıralım, kurtulsun” demiş ancak 24 yaşında bademcik ameliyatı olan ve zor günler geçiren Rauf Denktaş oğlunun bu ameliyatı olmasından korkmuştu.
Ama Aydın Denktaş kocasını dinlememiş Rauf Denktaş’ın Ankara’da olduğu bir dönemde, Dr. Küçük ile birlikte oğlunun ameliyatını arkadaşları Dr. Burhan Nalbantoğlu’nun yapmasına karar vermişti.
Ama oğlunun çektiği acılardan kurtarmak için yola çıkan Aydın Denktaş’ı daha büyük bir acı bekliyordu.
Ameliyat odasından kötü haber gelmişti işte… Yanlışlıkla damarı kesilince Münir’in küçük bedeni de bu hayata tutunamamıştı.
Ve Dilek’in ölümünden yaklaşık bir yıl sonra Eylül ayında oğlunu da kaybetmişti.

Münir’i kaybettim yıkıldım…
O acı dolu günleri Aydın Denktaş ağlayarak şöyle anlatmıştı:
“Ameliyatı yaptırma dediği halde yaptırdığım için bana çok kızdı. Ben biliyor muydum böyle olacağını? Ben evladımın böyle olmasını ister miydim?
Münir 6 yaşındaydı bademcikleri yüzünden sürekli hastalanıyordu. Çocuk o kadar bitkin hale gelmişti ki artık merdivenleri emekleyerek çıkıyordu.
Bir ara İzmir’e gitmiştik. Orada doktora götürdük. ‘Çocuğun ölümünü mü istiyorsunuz, yaptırın ameliyatı’ dedi. İki günde bir bademcikleri şişiyor, yemek yemiyor, gittikçe zayıflıyordu.
Rauf kendi de bademcik ameliyatı geçirdiği için çocuğa bademcik ameliyatı yaptırmaktan çok korkuyordu. ‘Ne olur yapmayalım’ dedi. Dr. Küçük o zaman, ‘Ben mesuliyeti alıyorum üstüme, babası yokken gidelim yaptıralım. Beş dakikalık iş. Olur biter’ dedi. Ama ameliyat odasından çocuğumun kanları çıktı. Damarını kesmiş doktor. Dr. Nalbantoğlu kocamın arkadaşıydı. Samimi dostumuzdu. Çocuk ‘amca’ derdi. Güvendik işte, ne bilirsiniz. O da çok üzüldü; ama geri gelmez ki. Düşünebilir misiniz? Mayıs’ta Dilek öldü. 1 yıl sonra Eylül’de Münir’i kaybettim. Yıkıldım”
Rauf Denktaş da yıkıldı ancak o dönem ne uçak ne de gemi vardı her saat.  Münir’in cenazesine katılamadı.
Rauf Denktaş, hayatı boyunca bundan dolayı kendini affetmezken, Aydın Denktaş yalnız başına oğlunu toprağa verdi.

Raif Denktaş  iz bırakıp gitti
Bu kadar acıyı yaşayan Denktaş ailesi Serdar ve ikiz kızları Değer ve Ender’in dünyaya gelişi ile tekrardan toparlandı. Ta ki bu kez ilk çocukları Raif Denktaş’ın 23 Aralık 1985’te geçirdiği kaza sonrası hayatını kaybedene kadar.
Raif Denktaş hep muhalif duruşu, sanatçı ruhu ile hafızalara kazıldı. Oysa baba Rauf Denktaş Raif 12 yaşındayken, aileyi ona emanet etmişti Ankara’dan Kıbrıs’a geldiği günlerde.
Raif de Kıbrıs’a gelmek isteyince, “Evin erkeği artık sensin” demişti.
Ancak Raif’in ömrü uzun olmadı, 34 yaşında veda ettiği bu hayata, yaptığı besteler, söyledi şarkılar, babasından farklı siyasi bakışı damgasını vurdu.
Denktaş ailesi 3’ncü evlat acısını Raif’in trafik kazasında hayatını kaybetmesiyle yaşadı.
İşte Serdar Denktaş’ın hayatını anlatan Nezire Gürkan’ın kaleme aldığı ‘Sistem O’nu, O Sistemi Sevmedi’ kitabından o günler:
“…en son kaza geçirdiği çok severek almıştı. Bir gün önce birlikte biraz sürat yapmıştık. Sonra beni arabamın yanına bırakırken de yavaş sürmemi tembih ederek ayrılmıştı… Raif’i son görüşüm oydu.
Ertesi akşam kaza haberini aldık. İlk andan itibaren başından ayrılmadım. Doktorlardan durumun ciddiyetini öğrenmiş olmama rağmen hiç ümidimi kesmedim. Askeri uçakla Ankara’ya götürdük. Hastanede sürekli yanında kalarak onunla konuştum. Söylediklerimi duyduğuna dair inancım vardı. Hala daha da duyduğuna inanırım…”

Ona sarıldım ve öyle bitti..
Tarih 27 Aralık 1985’i gösteriyordu Serdar Denktaş’ın, hayatında büyük iz bırakan, her yaptığından etkilenen abisi Raif Denktaş’tan ayrılık vakti gelmişti: 
“ Son gün doktor arkadaşların ısrarıyla yanından ayrılıp annemle babamın yanına gittim. Ama yaklaşık 1 saat sonra bir şey dürttü beni ve Dr. Zeka’ya (Mahirel) giderek, hastaneye dönmemiz gerektiğini söyledim. Yanına gidip elini tuttum ve yeniden konuşmaya başladım. Çok kısa süre sonra doktorlar koşarak içeri girdi ve çıkmam gerektiğini söyledim… Anlamıştım..!İşte o an kulağına eğilerek, ‘bıraktığın yolda yürüyeceğime’ dair söz veridim. Doktorlar bir süre uğraştıktan sonra yeniden içeriye çağırdılar… Son nefesini veriyordu, ona sarıldım ve öyle bitti…
Aileye acı haberi ben verdim, vermek zorunda kaldım. Babam beni görür görmez halimden anladı, annem yıkıldı. Raif’in eşi Mesude yanına giderek saatlerce yalnız kaldı. Zor anlardı…Ama en büyük zorluğu o zaman 13 yaşında olan Raif’in oğlu Rauf’a konuşurken yaşadım. Gözünden bir damla yaş aktı ve sessizleşti. Diğer çocukları Can ve Pınar daha çok küçüktüler diye onları zamana bırakmıştım.”

Kaza mıydı komplo mu?
Bu soruya yanıt bulunamadı, kimileri Raif’in MİT tarafından öldürüldüğünü söylüyordu kimi bir kaza olduğunu…
Ama Raif artık ölmüştü geri getirmek mümkün değildi:
“O dönemlerde Raif’in siyasi duruşu sisteme çok aykırıydı. Hilton Otel’in de yaptığı konuşma çok tepki çekmişti. Basında günlerce “Hilton Olayı” diye manşetlerde yer aldı. Hatta UBP yayın organı ‘Birlik’ tepkisini vatan hainliği suçlamasına kadar vardırdı. Oysa Raif’in söyledikleri son derece çağdaş ve insancıldı. “Geçmiş çatışmalarda kendisinin de karşı tarafa kurşun sıktığını ama çocuklarının karşı taraftan gelecek bir kurşun ile ölmesini ve karşı tarafa kurşun sıkmalarını istemediğini bu nedenle her iki tarafın da bozulamayacak ve savaşa dönüşemeyecek bir ortama ulaşmasını sağlamaya odaklanmasını” talep etmişti. 
Ertesi gün saldırılar başladı. Raif “vatan haini” ilan edildi. Esas hedef Raif üzerinden Baba Denktaş’tı. Raif saldırılar karşısında çok üzüldü ama geri adım atmadı. Arkasından Türkiye’de Hürriyet Gazetesi iftira dolu bir haber çıktı. Raif çok etkilendi, çocuklarının alnından böyle bir lekeyi temizleyebilecek mi üzüntüsünü yaşadı. Ve bu üzüntüyü yaşarken ders vermekte olduğu DAÜ’den Lefkoşa’ya dönerken kaza geçirdi.
… bu konu babamla kendi aramızda konuşup kapattığımız ve irdelemediğimiz bir konu olarak kaldı. Kaybettiğiniz değer geri getiremeyecekseniz, bu şekilde davranmak en doğrusu olur diye kabul ettik. ”

Rauf Denktaş, Raif’in ölümünü anlattı
Oysa Rauf Raif Denktaş bir röportajında, Raif’in ölümünü “Hayatımın en büyük trajedisi” diye tanımlıyordu.
Ve Vatan Gazetesi’nden Devrim Sevimay’a şunları söylüyordu:
-Trafik kazasında ölen ilk oğlunuz Raif Denktaş için "Yaşasaydı, başka olurdu" deniyor hep?..
Evet, hakikaten vizyonu geniş, gece gündüz okuyan, kendini yetiştiren, çok heyecanlı bir gençti. O ölünceye kadar Serdar'ın siyasete girmeye şeyi de yoktu.
    
-Suriye lideri Hafız Esad'ın büyük oğlu Basil'i anımsatıyor. Siyasete hazırladıkları oydu. O da şüpheli bir trafik kazasında öldü. Sizin de içinizde hâlâ şüphe var mı?
Düşünmek bile istemiyorum. (Derin bir iç çekerek tekrarlıyor) Düşünmek bile istemiyorum. Kendisi de çok sert araba kullanan birisiydi ve o günlerde büyük bir manevi baskı altındaydı. Şöyle başladı iş: Ölümünden birkaç ay evveldi. Birden bire büyük bir gazetede uyuşturucu kaçakçılığı yapıyor diye bir manşet çıktı. Raif ağlayarak bana geldi, "Baba, ben çocuklarıma bunu nasıl bırakırım" dedi. Oğlum tekzip yaz dedim. Yayınlamadılar. Nereden çıktı diye araştırdım tabii.
Nurettin Ersin Paşa (Eski MİT Müsteşar Yardımcısı, 1984'te kadar Milli Güvenlik Konseyi üyesiydi), Allah razı olsun, ona dedim ki "Bu gazeteye göre MiT'e ifade veren falan kişinin beyanatıdır. Allah aşkına, billah aşkına aileyi de tatmin etmek için bu ifadeyi bize gönderir misiniz?" İki bant halinde gönderdi bana. Bandın biri baştan aşağıya kadar bu adam kendi ilişkilerini şey yapar, Kıbrıs'a gelir, Kıbrıs'ta bir Raif var, kamyoncu Raif diye bilinir, bununla ilişkilerinden bahsediyor. Kamyoncu Raif, kamyoncu Raif... İki-üç saatlik bir bant. O bant bir tarafa... Ondan sonra o büyük gazeteye verilen bilgi. Yani ikinci bant: "Sen Raif'le falan falan işleri yaptığını söyledin. Evet. Bu Denktaş'ın oğlu Raif miydi? Evet." Bu, o büyük gazeteye veriliyor.
 
-MİT tarafından?
  Evet, niçin yine? Çünkü ben o yıllarda yine Türkiye'de hayır mı diyelim, evet mi diyelim diye bir tartışmanın içindeyim.
    
-Yani MİT bunu hükümetin (Dönemin Başbakanı Özal) bilgisi dahilinde mi yapıyor yoksa içindeki bir kanadın operasyonu mu?
  Evet, onun içinden biri. MİT'in (Dönemin MİT Müsteşarı Burhanettin Bigalı) resmi şeyi mi bilmiyorum. Ama oradan basma bu şekilde sızdırılıyor. Bunun üzerine ben o gazetenin Yazıişleri Müdürü'ne "Nasıl yaparsınız bunu" diye soruyorum. Bana verdiği yanıt çok ilginçti. "Bizim istihbarat şefimiz Yunan asıllı biriydi, onun işine son verdik" dediler. O da öyle kaldı. Bu olaydan bir ay evvel aynı gazetede yine manşet: Raif bir anarşisti (Savcı Doğan Öz'ün katili Hüseyin Kocabaş) evinde saklıyor diye. O zaman da ben Kiprianu'yla New York'ta görüşmeler yapıyorum. Ve oraya gelmeden önce güya Kiprianu'nun komando oğlu kaybolmuş, kaybettiren de seçime hazırlanan Klerides'miş gibi bir hava var. Klerides bu laflara tahammül edemeyip seçimden çekilince Kiprianu'nun oğlu da ortaya çıkıyor.
Ben de New York'ta "Oh bunu Kiprianu'nun aleyhine ne güzel kullanırım" diye bekliyorum. Ama ben gidene kadar gazetede bu çıkıyor. Benim hiç haberim yok. Raif bu kez yine telefonda "Baba yine böyle yaptılar, ne yapacağım" dedi. Dava et gazeteyi dedim. Etti ve o gazete 50 bin lira tazminat ödemeye mahkum oldu. Ama tekzibi yayınlamadılar. İşte Raif o psikoloji içinde üniversiteye gider ders verir ve gelirdi. O kazayı da o zaman yaptı. Hayatımın en büyük trajedisidir.”

Damat Urcan Vangöl bu kez…
Denktaş ailesi uzun bir süreden sonra bu kez damatlarını kaybetmenin üzüntüsünü yaşadı. Ender Vangöl’ün eşi Urcan Vangöl  5 Kasım 2010’nda 43 yaşında evinde ölü bulundu.
Denktaş ailesi bu ölümle de yıkıldı.
Baba Denktaş da gidince…
Denktaş ailesi Urcan Vangöl’ün’in ölümüyle bir kez daha kedere büründü. Baba Denktaş’ın 88 yaşında 13 Ocak 2012’de ölümüne kadar bu hüzün dolu yıllar devam etti.
3 çocuğunu yıllar önce kaybeden, birinin cenazesine dahi gidemeyen Denktaş, geride eşini, bir oğlu, 2 kızını ve torunlarını bırakmıştı.

Ne hastalık, ne komplo, ne kaza bu kez…
Önceki gün ise Denktaş ailesinde bir trajedi daha yaşandı. Onlara Raif’ten emanet kalan, hayat dolu, torunları, 34 yaşında ölen babasının mezarı başında 38 yaşında intihar etti.
Geride, oğlunu bırakarak…
Denktaş ailesi, bir ‘ölümü’ daha yaşarken, bu kez ne bir kaza ne de bir hastalıktı kendilerine bu acıyı yaşatan.
Mazbata mağduru Can Denktaş, 38 yaşında ne Denktaş ailesinin ne de çevresinin beklemeyeceği bir şekilde, hayata veda etti.

--------------------------------------------

Kaynaklar: Yeniden Yaşasaydım Rauf DenktaşNur BATUR
        Sistem O’nu O Sistemi SevmediNezire GÜRKAN
          Vatan GazetesiDevrim Sevimay

 

Bu haber toplam 47900 defa okunmuştur