1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Serakıncı: “Karantinasız başarmak zor gibi”
Serakıncı: “Karantinasız başarmak zor gibi”

Serakıncı: “Karantinasız başarmak zor gibi”

Başbakanlık Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Profesörü Nedime Serakıncı, Kıbrıslı Türkler’in aile yapısı ve kültürüne bakıldığında karantinasız başarmanın zor göründüğünü söyledi.

A+A-

Başbakanlık Koronavirüs Bilim Kurulu üyesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Profesörü Nedime Serakıncı, birçok Avrupa ülkesinin karantina uygulamasını kaldırdığını ancak Kıbrıslı Türkler’in aile yapısı ve kültürüne bakıldığında karantinasız başarmanın zor göründüğünü söyledi.

Prof. Dr. Serakıncı, “Birçok Avrupa ülkesi karantina uygulamasını kaldırdı ama bu ülkelerde bireyler sosyal mesafe kurallarına, hijyene, maske kuralına kesin uyuyor ve çok güçlü sağlık altyapıları var. Karantina yerine bireysel değerlendirmeye bağlı kurallar uyguluyorlar. Söz konusu bireyin kuralları ihlal edeceğini tespit ederlerse karantina uygulanıyor yoksa genelde ev izolasyonu kullanılıyor. Oysa bizim aile yapı ve kültürümüze baktığımızda sanki karantinasız başarmak zor gibi” diye konuştu.

Prof. Dr. Serakıncı, ev izolasyonu imkanı olmayan veya tur ile otellere gelecek kişilere de “izole tatil” imkanı  sağlanabileceğini belirtti.

Aşılarla da ilgili bilgi veren Prof. Dr. Serakıncı, dünyada salgının ikinci dalgasının pik yaptığına dikkat çekerek, “Eğer aşılar hemen kullanıma geçerse, gidişatı baskılayacağını veya yumuşatacağını düşünüyorum. Ama yine de üçüncü dalganın kesinlikle olmayacağını söylemek için çok erken. Eğer aşılardan sonra kişisel tedbirleri elden bırakırsak üçüncü dalga kaçınılmaz olur. Tedbirlere uyarsak bunu ya hiç yaşamayız ya da çok yumuşak geçeriz” dedi.

“Alınanlar tedbirler yerinde ve doğru”

  • Soru: Son dönemde yerel bulaşta artış oldu. En son alınan tedbirleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
  • Prof. Dr. Serakıncı: Alınanlar tedbirler yerinde ve doğru. Avrupa’da, Amerika’da da bulaş hızını yavaşlatmaya yönelik benzer tedbirler alındığını görüyoruz. Pandemi sürecinde halkta bilinç oluşturuldu, bireysel koruyacak en önemli şey, muhteşem üstü, maske, sosyal mesafe ve hijyen. Bunlara dikkat ettiğimiz sürece önce kendimizi, sonra içinde bulunduğumuz aileyi ve etrafımızdakileri korumuş oluyoruz. Bunlar bulaş hızını düşürmek için yapabileceğimiz en önemli tedbirler. Sağlık Üst Komitesi, Avrupa’daki ülkelerin gidişatını, özellikle adaya girişlerin yüksek olduğu ülkelerdeki güncel verileri değerlendirip bireysel kurallara ilaveler yapıyorlar. Bu doğrultuda ilerlediğimiz sürece yine bir başarı hikayesi yazabiliriz, çünkü ada olduğumuz için giriş çıkışları kontrol etme şansınız daha fazla. Tabii ki bunu yaparken, hükümetin ekonomik durumu da göz önüne alarak, ne adımlar atacağına karar vermesi gerekiyor, bu kısım siyasi kanadın görevi.
    Ben daha önceki açıklamalarımda 30 Kasım’dan sonra ek tedbirlere ihtiyaç duyacağımızı, korkmamız gereken dönemin bu olacağını söylemiştim. Buradaki gerekçem şuydu, ortaya çıkmış herhangi bir virüs aslında yıl boyunca hep oradadır, ama kış döneminde daha ağırlıklı görürüz çünkü havalar soğur, kapalı ortamlara geçeriz, temas mesafesi kısalır, üşüdüğümüz için yüksek ısıtma kullanılır, nem olur. Virüsler, bakteriler bu ortamları çok sever ve çoğalır.

“Bireysel bir bağışıklık söz konusu”

 

  • Soru: Virüsün ilk çıktığı dönemlerde sürü bağışıklığı konusu çok konuşuldu, tartışıldı. Vaka sayılarındaki artış toplum bağışıklığı anlamına gelir mi?
  • Prof. Dr. Serakıncı: Tam olarak değil aslında. Grip için de geçerli değil örneğin, çünkü her yıl grip oluyoruz ama bu yıl grip olan birisi, bir sonraki sene aynı virüsle karşılaşınca ya daha hafif geçirir ya da hiç hasta olmaz. Burada bireysel bir bağışıklık söz konusu. Bu RNA virüsleri için, kızamıktaki gibi bir defa olunca, 30 sene kızamık olunmayacak gibi, o kadar güçlü bir bağışıklık söz konusu değil. Çünkü RNA virüsleri sürekli evrimleşiyorlar, mutasyona uğruyorlar.
     
  • Soru: Virüsün mutasyona uğradığı ve daha kolay bulaştığına dair haberler var. Bu ne anlama geliyor?
  • Prof. Dr. Serakıncı: Öncelikle mutasyonun ne olduğunu açıklamak isterim. Çok basitçe  söylersek, genomun alfabesinin 4 harflı olduğunu kabul edersek, bu 4 harfin farklı şekillerde bir araya gelmesinden kelimeler, kelimelerin farklı şekillerde bir araya gelmesinden cümleler, paragraflar ve onlar da bir kitap oluşturur. Kitabın sayfalarının yerini değiştirip okursanız anlam farklılığı olabilir. Aradan sayfa çıkarma, sayfanın yerinin değişmesi mutasyonla aynı şeydir. Çünkü okunması gereken anlam veya şekli değiştirmiş olursunuz. Genomda mutasyon, bu alfabeden 4 harfin yerlerinin değişmesi, onun anlamının yani o genomun ne yapacağının değişmesi demektir.
    İngiltere’de ortaya çıkan bu son mutasyondan Danimarka’da, Hollanda’da Güney Afrika’da da belirlendi. Güney Afrika aslında kendilerindekinin İngiltere kaynaklı mutasyonla çok benzediğini ancak aynı olmadığını söylüyor. Virüsün mutasyona uğramış şekli bu ülkelerde görüldüğü için Türkiye ve biz ilk etapta bu ülkelerden gelişleri yasakladık.
    Aslında bu değişiklik son birkaç haftada ortaya çıkmadı. İngiltere bu değişikliğin 8 Eylül’de tespit edildiğini ancak o dönemde bulaşıcılık hızıyla ilişkili bir veri olmadığı için buna çok anlam verilmediğini açıkladı. Koronavirüste bugüne kadar 17 mutasyon belirlendi. Bu son mutasyonda bulaş hızının arttığı tespit edildi, %70 oranında daha fazla bulaşıcılık gösterdiği belirlendi. Halihazırda kullanılan PCR testleriyle “virüs var mı, yok mu” bilgisi elde edilebilir.


“Çin’de üretildi, Çin malı” diye yaklaşmak doğru değil!

 

“Etkinlik olarak iki farklı yöntemle geliştirilen aşılar arasında bir fark olacağını zannetmiyorum. Güvenilirlik konusuna gelince, buna ne açıdan baktığınıza bağlı. Olaya önyargılarımızla, ‘Çin’de üretildi, Çin malı’ diye yaklaşmak doğru değil çünkü bunu yetkin bilim insanları, firmalar, üniversiteler klasik yöntemle üretti.”

 

  • Soru: Mutasyon olduğunda aşılar etkisini yitirecek mi? Aşılarla ilgili de bilgi verir misiniz lütfen...
  • Prof. Dr. Serakıncı: Kabaca söyleyecek olursak aşılar hedeflediği bir başka değişle içerdiği mikrobun tipine göre iki gruba ayrılır. Daha spesifik olarak anlatırsak içerdiği mikrobun durumuna göre de 4 ana gruba ayrılırlar. Birinci grup canlı aşılar dediğimiz aşı içerisindeki mikroorganizmalar canlıdırlardır ancak vücut için tamamen zararsız hale getirilmişlerdir, bunlar örneğin verem, kızamıkçık, kabakulak ve suçiçeği aşılarıdır.
    İkinci grup ise ölü aşılar dediğimiz aşılardır. Bu aşılarda kullanılan mikroorganizmalar tamamen öldürülmüştür fakat vücudu uyarak bağışıklık sistemizce antikor dediğimiz koruyucu maddelerin yapılmasını sağlar, boğmaca aşısı buna bir örnektir.
    Üçüncü grup aşılar ise subünit diye isimlendirilen aşılardır. Bu aşılarda, kullanılan mikroorganizmalar öldürüldükten sonra parçalanarak vücudumuzu uyaracak, antikor yapımını tetikleyecek kısımları aşıda kullanılır. Hepatit B ve grip aşıları bunlara örnek verilebilir.
    Dördüncü grup aşılar ise toksoid aşılardır ki bu tür aşılarda mikro organizmaların kendileri yerine ürettiği zehirler birtakım kimyasal maddelerle işlenerek hastalık yapıcı etkileri yok edilerek kullanılır. Bunun en güzel örneği ise tetanoz ve difteri aşılarıdır.
    Birde yeni tip aşılar vardır ki mikroorganizmanın genomu veya bir özelliği bir çeşit sentetik olarak üretilerek yapılır. Burada gen teknolojileri kullanılır ve ilk örneklerinden biri ebola aşısıdır. İşte korona aşısı da bu grupta yer almaktadır.
    Korona için gündemde olan aşılar Moderna’nın, Phizer’in aşısı, Çin’in yaptığı aşı diye bilinen Sinovac ve Türk-Alman işbirliğinde yapılan bioNTech aşısı. Çin’de yapılanın dışında diğer üç aşı modifiye yani virüsün genomunu kullanarak yapılmıştır. Bir mutasyon durumunda tanışıklık yeterli değilse, hemen onun dizisini kullanarak yenisini üretme şansı vardır, şu anda bu yapılabiliniyor. Çin’deki aşı klasik yöntemle hazırlandı. Bireylerde oluşan antikorlar üzerinden gidildi. Bir miktar canlılığı kısmen öldürülmüş virüsün verilmesi sonucunda onun verdiği yanıt üzerinden aşı geliştirilirdi.

COVİD-19 aşıları...

 

  • Soru: Virüsün mutasyon geçirmesi durumunda bu aşılarda kolayca değişiklik yapılıp etkinliği sağlanabilir mi?
  • Prod. Dr. Serakıncı: Yapılabilir, özellikle genetik olarak modifiye edilenlerde bu çok daha kolay yapılabilir. Bunu söylerken yine de altını çizmek isterim ki “yapılabilir” derken,  “hemen anında yapılır, mükemmeldir” demek istemiyorum, teorik olarak mümkün olduğunu belirtmek isterim. Şu ana kadar denenen Covid-19 aşılarının başarı oranlarının yani immun yanıt oranlarının %90-95 arasında olduğunu görüyoruz. Virus RNAsı kullanılan Pfizer, BioNTech %90, kısmi RNA kullanılan Moderna %95, genetik olarak modifiye virüs kullanılan Gamaleya (sputnikV) %92 oranında. Viral vektör kullanılan Oxford uni-astraZeneca’nın aşısının güçlü immun yanıt verdiği söyleniyor ama yüzdesini bilemiyoruz. Çin aşısı olarak bilinen aşının ise Hacettepe Tıp Fakültesi’ndeki faz 3 çalışmalarının ara analiz çalışmasının yayımlandığı ve bu çalışmaya göre söz konusu aşının %92 oranında bir başarı sağladığı belirtiliyor.

 

Aşıların etkinliği- güvenilirliği...

 

  • Soru: Hangi aşının daha güvenilir, daha etkin olacağı da tartışılıyor. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
  • Prod. Dr. Serakıncı: Etkinlik olarak iki farklı yöntemle geliştirilen aşılar arasında bir fark olacağını zannetmiyorum. Güvenilirlik konusuna gelince, buna ne açıdan baktığınıza bağlı. Olaya önyargılarımızla, “Çin’de üretildi, Çin malı” diye yaklaşmak doğru değil çünkü bunu yetkin bilim insanları, firmalar, üniversiteler klasik yöntemle üretti. Etkinlik olarak, modifiye olarak üretilmiş aşılarla bir farkı olacağını düşünmüyorum. Çünkü kullandığımız diğer modifiye RNA aşıları en az 10 yıldır kullanılmaktadır, örneğin ebola 13 yıldır kullanılmaktadır. 
    Güvenilirlik konusuna, normal bir aşı üretiminde 12 aya yayılarak yapılması gereken testlerin bu aşılarda 3 ay gibi kısa sürede yapılması açısından bakarsanız, orada kısmi soru işaretlerimiz olabilir ama bu tüm COVİD-19 aşıları için geçerlidir. Olası yan etkiler söz konusu olabilir.
     
  • Soru: Güneyde ve Avrupa’da aşılama başlıyor. Bizde henüz bu konuda bir hazırlık çalışması yapılmamış gibi görünüyor...
  • Prof. Dr. Serakıncı: Genel anlamda bütün ülkelerin uyguladıkları klavuzlara bakarsak risk oranı üzerinden hareket edilmesi, bağışıklık sistemi bozulmuş, sağlıkta ciddi sistemik rahatsızlığı olan 65-70 yaş üstü bireylerle başlanmalıdır çünkü ilk dalgada ağırlıklı olarak etkilenenler onlardı. Sağlık çalışanının risk grupları içerisine alınarak başlanması da en doğru yaklaşımdır. Şu anda bütün ülkelerde yapılan budur. Bizim de bunu adapte etmemiz çok mantıklı ve yerinde olur. Elimizde bir aşı olmadan plan yapmanın çok bir faydası olmaz. Ne kadar aşı geleceğini bilmeden, kimlerin risk grubuna alınacağını hesaplamak çok doğru değil. Gelmesi muhtemel aşı miktarı açısından bir ön çalışma yapıldığından da eminim.

“Tedbirlere uyarsak üçüncü dalgayı ya hiç yaşamayız ya da çok yumuşak geçeriz”

  • Soru: Üçüncü dalga söz konusu olabilir mi?
  • Prof. Dr. Serakıncı: Şu anda dünyada ikinci dalga pik yapmış durumda, en şiddetli kriz dönemini yaşıyor. Eğer aşılar hemen kullanıma geçerse, gidişatı baskılayacağını veya yumuşatacağını düşünüyorum. Ama yine de üçüncü dalganın kesinlikle olmayacağını söylemek için çok erken. Eğer aşılardan sonra kişisel tedbirleri elden bırakırsak üçüncü dalga kaçınılmaz olur. Tedbirlere uyarsak bunu ya hiç yaşamayız ya da çok yumuşak geçeriz.

İlaçlar...

  • Soru: Aşılara ek olarak tedavide kullanılacak ilaçlar da çok önemli. Bu konuda son durum nedir?
  • Prof. Dr. Serakıncı: Şu anda “COVİD-19 için ilaç bulundu” diyemeyiz ama aday ilaçlar, etkin olduğu gösterilen ilaçlar var. Adını duyduğumuz Remdesivir, Favipiravi gibi antiviral ilaçların fayda sağlayacağını biliyoruz ama hangisinin, hangi toplumda daha etkin, daha ağırlıklı olacağı gibi bir çalışma henüz tamamlanmış değil. O yüzden genel anlamda bütün ülkeler kendi imkanlarını kullanarak değişik testler yapıyorlar.


“Otelden çıkmadan, izole tatil imkanı sağlanabilir”

  • Soru: Gidişata, çıkan vaka sayılarına, yerel vaka sayılarına baktığınızda önümüzdeki süreçte bizi ne bekliyor? Kapanma söz konusu olabilir mi?
  • Prof. Dr. Serakıncı: Aralık ayı başlarından ortalarına giderek artış gösteren yerel vaka sayıları son günlerde azaldı gibi görünüyor. Buna alınan ek tedbirlerin ve halkın “ikinci dalga krizine mi gidiyoruz” korkusu ile kapanmayı istememesinin rolü olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde devam ederse kapanmayız diye düşünüyorum.

“Birçok Avrupa ülkesi karantina uygulamasını kaldırdı ama bu ülkelerde bireyler sosyal mesafe kurallarına, hijyene, maske kuralına kesin uyuyor ve çok güçlü sağlık altyapıları var. Oysa bizim aile yapı ve kültürümüze baktığımızda sanki karantinasız başarmak zor gibi”

 

  • Soru: Mevcut şartlarda yılbaşı döneminde karantinasız girişlere izin verilebilir mi?
  • Prof. Dr. Serakıncı: İnsanlarımızın yaklaşımları, kurallara verdikleri önem ve sağlık alt yapımızı göz önüne aldığımızda bize yönelik farklı kurallar olması normaldir. Örneğin birçok Avrupa ülkesi karantina uygulamasını kaldırdı ama bu ülkelerde bireyler sosyal mesafe kurallarına, hijyene, maske kuralına kesin uyuyor ve çok güçlü sağlık altyapıları var. Karantina yerine bireysel değerlendirmeye bağlı kurallar uyguluyorlar. Söz konusu bireyin kuralları ihlal edeceğini tespit ederlerse karantina uygulanıyor yoksa genelde ev izolasyonu kullanılıyor. Oysa bizim aile yapı ve kültürümüze baktığımızda sanki karantinasız başarmak zor gibi…Ev izolasyonu imkanı olmayan veya tur ile otellere gelecek olanlar için ise uygun tedbirler alınarak zaten kalmaları planlanan otellerde yapılacak özel düzenlemelerle, otelden çıkmadan, izole tatil imkanı sağlanabilir. Bu tür bir çözüm bulunması olasıdır.

 

“Ev izolasyonu imkanı olmayan veya tur ile otellere gelecek olanlara, uygun tedbirler alınarak, zaten kalmaları planlanan otellerde yapılacak özel düzenlemelerle,  bu tür bir çözüm bulunması olasıdır”

 

“Önce kendimizi, sonra da sevdiklerimizi korumalıyız”

 

  • Soru: Son olarak ne söylemek istersiniz?
  • Prof. Dr. Serakıncı: Toplum olarak başarılı olmak istiyorsak, maske, mesafe, hijyen kurallarına çok iyi uymalıyız. Bunlara dikkat ettiğimiz sürece başarılı olma, korunma ve bunu çok hafif bir şekilde atlatma şansımız yüksek. Küçük bir toplumuz, ekonomik kaynaklarımız belli. Yapabileceklerimizi en üst düzeyde yaparsak, dışarıya olan ihtiyacımızı da en alt düzeyde tutabiliriz, başarıyı güçlendirebiliriz. Sağlık altyapımız belli, elimizdeki imkanlar belli, yardımların ve hibelerin ne hızla gelebildiği belli. Her ülkenin kendi krizleri var. Şu anda Türkiye dahil olmak üzere pek çok ülke ikinci dalgayla ciddi mücadele veriyor. Dolayısıyla göz göre göre kendimizi ateşe atmamamız, önce bireysel, sonra toplum düzeyinde salgına karşı mücadele etmemiz lazım ki birinci dalgada olduğu gibi, ikinci dalgayı da hafif atlatabilelim. Önce kendimizi, sonra da sevdiklerimizi korumalıyız. Salgınla mücadelede yapılabilecek en önemli şey bu.

 


Prof. Dr. Nedime Serakıncı kimdir?

Prof. Dr. Nedime Serakıncı 1970 yılında Lefkoşa’da doğdu. Lisans eğitimini 1992 yılında İstanbul Üniversitesi’nde biyoloji alanında tamamladı. 1993 yılında İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalın’nda yüksek lisans eğitimi aldı ve Tıp Fakültesi’ne özel öğrenci statüsünde devam etti. Aynı zamanda Genetik Danışmanlık eğitimi  aldı. Marmara Üniversitesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik Bölümü’nde doktoraya başladı ve doktorasını Marmara üniversitesi ile parallel Aarhus Üniversitesinde yaptığı çalışmalarla tamamladı. Doktorasını takiben Telomer- telomeraz biyolojisi, kanser ve kök hücre biyolojisi alanlarında yaptığı araştırmalarla, çeşitli projeler için destek alarak Aarhus Üniversitesi, İnsan Genetiği Enstitüsü’nde “Kök Hücre ve Genetik Tedavi” araştırma programını kurdu.

Prof. Dr. Serakıncı tıbbi genetiğin yanı sıra mezenkimal kök hücre biyolojisi, kanser ve telomer/telomeraz biyolojisi alanlarında çalışmalarını sürdürdü. 2003’te Tıbbi Genetik alanında ve 2007 yılında diğer bir ilgi ve çalışma alanı alanı olan yaşlanma ve kök hücre genetiği alanında doçentlik aldı.

1992-1999 yılları arasında sırası ile Çapa Tıp Fakültesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı, Marmara Üniversitesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim dalında sitogenetik ve kanser genetiği çalıştı. 1999 -2002 yılları arasında Aarhus Üniversitesi’nde kanser biyolojisi, sitogenetik, moleküler sitogenetik ve moleküler genetik alanında bilgi ve tecrübesini artırarak 2003-2007 Aarhus Üniversitesi’nde Moleküler Biyoloji ve Genetik Laboratuvarı’nı kurarak yürüttü ve yetkilendirildi. Daha sonra 2007-2011 Güney Danimarka Üniversitesi’nde Moleküler Biyoloji ve Genetik Laboratuvarı’nı kurarak yönetirken yaşlanma ve telomere biyolojisi araştırma grubunu yürüttü. 2011 yılında Tıbbi Genetik ve Kök Hücre Genetiği alanında profesörlüğünü aldı. Bugüne kadar iki klas II tip laboratuvar ve 4 tam donanımlı genetik tanı ve genetik araştırma laboratuvarı kuran Prof. Dr. Serakıncı, ayrıca Aarhus Üniversitesi kök hücre ve genetik tedavi bölümünü de kurdu ve yönetti.

Ekim 2011- 2020 Yakın Doğu Üniversitesi, Tıp Fakültesi bünyesinde Tıbbi Biyoloji ve Genetik bölümünü kurdu. 2013 yılında YDÜ Mükemmeliyet Merkezi’ni kurdu ve başkanlığını yaptı. Ayrıca 2014 yılında YDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü’nün kuruculuğunu ve 2020’ye dek bölüm başkanlığını yaptı. 2014 yılında YDÜ Sağlık Bilimleri Enstitüsü bünyesinde Tıbbi Biyoloji ve Genetik yüksek lisans ve doktora programlarını kurdu. 2011-2020 yılları arasında Tıp Fakültesi’nde Tıbbi Genetik Anabilim Dalı ve YDÜ Hastanesi Genetik-Kanser Tanı ve Araştırma Merkezi’yle laboratuvarlarını kurdu ve yönetti.

Pek çok araştırma projesi yürüten Prof. Dr. Serakıncı’nın 69’dan fazla uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış makalesi bulunmaktadır, ayrıca 13 kitap bölümü yazmıştır. Prof. Dr. Serakıncı’nın kanser kök hücreleri ve genetiğiyle ilgili makaleleri 2004, 2006, 2010’da dünyanın en iyi 10 sırada, 2014’te de 5’inci bilimsel yayını arasında yer aldı.

Bu haber toplam 3880 defa okunmuştur