1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Sancılı Bir‘Gaile’ Yazısı.
Sancılı Bir‘Gaile’ Yazısı.

Sancılı Bir‘Gaile’ Yazısı.

... entelektüel faaliyetleri facebook yazarlığından ibaret olan, ama bir derginin sayfalarına davet edildiğinde tek bir cümle düşüremeyen kalabalığa ne demeli?

A+A-

Hakkı Yücel
yucelh@kibrisonline.com

Arada bir olur, en çok da yatmadan önce okuduklarım ağır bir yük teşkil ettiğinde kafamın içinde, bıçakla kesilir gibi apansız kopar uykum, gözlerimi yummak artık ne mümkün.O dakikadan sonra koydunsa bul, ne kadar uğraşırsam uğraşayım nafile, uyku muyku hak getire,hem zaten aklım bıraktığım yerdedir, yataktan kalkarım.Bu sefer de öyle oldu,ısrar etmedim,kalktım, mutfağa geçip kendime çay yaptım, masama oturdum, gecenin el ayak çekilmiş ıssızlığına yaslandım ve bıraktığım yerden okumaya başladım: Dergiler...

Yazın bunaltıcı sıcağında el süremediğim dergiler -Birikim, Varlık, Doğu-Batı, Kitap-lık- birikmişti, son günlerdeonların sayfaları arasında geziniyordum. Bilgisayar/internet çağının rüzgârında çoğu savrulup kaybolsa, “katı olan herşeyin”  bir çırpıda buharlaştığı günümüzün baş döndüren hız dünyasına direnmekte zorlansa, kültür endüstrisinin ‘görsel’ olanı allayıp pullayıp tekrar tekrar yeniden sunduğu ortamda okurunu yitiriyor olsa da, ısrarla varlığını sürdüren dergiler hâlâ var ve iyi ki varlar.Bakıyorum, sürekli okuru olduğum aylık edebiyat ve kültür dergisi ‘Varlık’85 yaşında; iki aylık edebiyat dergisi ‘Kitap-lık’ 24 yaşında; aylık sosyalist kültür dergisi‘Birikim’-12 Eylül rejiminde geçirdiği zorunlu suskunluk dönemi dışında- 42 yaşında; üç aylık düşünce dergisi ‘Doğu-Batı’ 20 yaşında.Az şey mi? “Dergi çağı” çocuğu olduğum için belki, onların varlıkları içimi ısıtıyor, zihnimi aydınlatıyor.

Şiirdi, öyküydü, denemeydi, fikir yazılarıydı, söyleşilerdi derken bir dergiden ötekine geçiyorum.Yaygın bir uygulama, hemen hepsinde yer alan, bir isim ya da konu çerçevesinde hazırlanan “özel dosya”lar ise dergilerin nitelikli muhtevalarına fazladan yoğunluk ve değer katıyor. Örneğin ‘Birikim Dergisi’nin Temmuz sayısında,10.ölüm yıldönümü nedeniyle Ulus Baker anısına hazırlanan, Ağustos ve Eylül sayılarında da birer yazı ile devam eden,  “Ulus Baker’i anarken: Arzu, ideoloji, politika” başlıklı dosya, sadece erken yaşta hayata veda eden değerli bir düşünce insanını hatırla(t)makla kalmıyor, onun düşüncenin ve yerleşik kalıpların sınırlarını zorlayan bugün için her zamankinden daha gerekli doğurgan bilinci, ufuk açıcı yazılarla çoğaltılarak bir kez daha gözler önüne seriliyor. Ya da sayfaları baştan sona “distopya” konusuna ayrılan ‘Doğu-Batı’ dergisinde (Şubat-Mart-Nisan 2017 sayısı), “ütopya”lar peşinde koşarken, ayağımıza -zihnimize- takılan ve bir bakıma bugünün kahredici dünyasını resmedenbir gerçekliğe parmak basılıyor, onu daha iyi anlamanın “ütopya”lar kadar, “distopya”lara da kulak vermekten geçeceği, birbirinden ilginç yazılarla gündeme getiriliyor. Ve nihayet “edebiyat-kültür” dergileri olarak ‘Varlık’ ve ‘Kitap-lık’ “her şey bittikten sonra geriye kalacak olan edebiyattır” inancına tutunan edebiyat sevdalılarının yüreğine su serpiyor. Zihnin anlama çabasının telaşına, yürekle hissedebilmenin ayrıcalığını ilave ediyor. Edebiyatın dilinin “dil içinde bir başka dil” olduğunu, o dilin ‘yerli-yurtlulaştırıcı” olduğu kadar “yersiz-yurtsuzlaştırıcı” olduğunu, insanın “dilin sınırlarının onun dünyasının sınırları” olduğunu hatırlatıyor.

Uykudan kaçarak içine sığındığım gecenin ıssızlığında dergi sayfaları arasında gezinirken, onların, uzun soluklu okumaların ağır havasını dağıtarak bunalmış zihinlere yeni pencereler açtıklarına, yeniden başlama gücü verdiklerine, ‘hatırlamak’ ve ‘yeniden düşünmek’ gibi yaşamsal/varoluşsal işlevleri yerine getirdiklerine, aynı zamanda entelektüel/kültürel dünyanın kendini ifade ettiğive kendinden beslendiği doğurgan platformlar olduklarına bir kez daha inanıyorum. Buna inandığımdan mıdır, her şeye rağmen ayakta kalarak yayın hayatlarını sürdüren dergilere ve buna katkıda bulunanlara büyük saygı duyuyorum. Galiba kıskanıyorum da, ondan mıdır aynı anda, bildikbir eksilik düşüncesi zihnimde yeniden beliriyor ve başkalarının da sorduğuna emin olduğum “neden bizim ülkemizde de bu türden dergi(ler) yok ya da neden yola çıkanlar kısa sürede tökezleyip yok oluyorlar” sorusunu kendime soruyorum. (Bu arada yayın hayatına yeni başlayan ‘Uçsuz Dergisi’nin uzun soluklu ve kalıcı olmasını yürekten diliyorum)

Büyük laflar etmeden bu soruya,yukarda saydıklarım kadar iddialı olmasa da, mütevazi haliyle kendimin de bir parçası olduğum, bu nedenle serüvenine doğrudan tanıklık ettiğim ‘Gaile’ örneği üzerinden yanıt vermek istiyorum. İzleyenler hatırlayacaktır, yayın hayatına aylık dergi olarak başlayan Gaile, dokuz sayıdan sonra, varlığını bugüne dek Yenidüzen Gazetesi’yle dağıtılan haftalık ek olarak sürdürmektedir. Dergi olarak da ek olarak da yola çıkış amacı düşünen insanların kendilerini özgürce ifade edecekleri,barış ve çözümden yana olan, eleştirel-özgürlükçü demokratik geniş ölçekli bir tartışma platformu oluşturmak, karınca kararınca ülkenin entelektüel/kültürel/politik yaşamınakatkıda bulunmaktır. Buradan hareketle bu duyarlılıkları taşıyan, katkı koyacak herkese sayfaları açıktır ve dahası bu katkıyı/katılımı da talep etmektedir. Bugün itibarıyla 442.sayıya ulaşıldığı ve başka örneği olmadığı gerçeği göz önüne alındığında Gaile’nin başarılı olduğu söylenebilir. Ancak belirtmek gerekir ki Gaile’in son halinde -yayınlanmış halinde- somut olarak açığa çıkan bu başarı, madalyonun bir yüzü (görünen yüzü)dür. Bir de yayın aşamasına gelinceye kadar yaşanan, madalyonun görünmeyen yüzü olan süreç vardır ki, işte orası sorunludur. O sorunun adı: düşüncelerin yazıya dökülmesi sorunudur; daha net bir ifadeyle yazı yazacak olan insan,  dergi için yazı bulma sorunudur. Gaile bu sorunu başından beri yaşamıştır. Ne yayın kurulunu genişletmek, ne mümkün olduğunca çok insandan yazı talebinde bulunmak yeterli yazı akışınısağlayabilmiştir. Eğer bugüne kadar yayında aksaklık olmamışsa bu dar bir grubun fazladan,kimi zaman ucu ucuna yeten gayretiyle gerçekleşmiştir. Bu telaş ise özellikle son dönemlerde daha da belirgin bir hal alan kalite sorununu gündeme getirmiş, deyim yerindeyse bir sayıda “yükseklerden uçan” Gaile, bir başka sayıda“dostlar alış verişte görsünden” öteye geçmeyen bir muhteva ile yetinmek zorunda kalmıştır.

Fazla uzağa gitmeden, dergiyle başlayan, ekle devam eden az buz sayılmayacak  uzun tecrübe toplum olarak çok konuştuğumuzu ama az yazdığımızı -fikir yazılarından söz ediyorum- bir kez daha açığa çıkarmıştır. Entelektüel olmanın temel koşulu düşüncelerinbelirli bir kapsam ve derinlikte yazıya dökebilme becerisiyse, bunun mahrumiyetinin ciddibir zafiyeti gösterdiği aşikârdır. Böyle bir malûliyet yaşadığımızı inkâr etmek mümkün mü; eğer böyle değilse, entelektüel faaliyetleri facebook yazarlığından ibaret olan, ama bir derginin sayfalarına davet edildiğinde tek bir cümle düşüremeyen kalabalığa ne demeli?

Gecenin karanlığı usul usul aydınlanıyor, ıssızlık yerini belli belirsiz bir gürültüye bırakıyor, yazıya noktayı koymadan son sözlerimi yazıyorum:

Gaile tekliyor. Toparlanıp yoluna devam eder mi, yoksa son noktayı koyup susar mı, bilmiyorum..

 

 

Bu haber toplam 2292 defa okunmuştur
Gaile 443. Sayısı

Gaile 443. Sayısı