Renk

Renk

"Düşündü, aklına birçok sahne doluşmuştu. Örnekler çoğaldıkça bir tanesi ağır basmaya başladı: Dünün Dünyası’nda iki vahşi olay. Kendisinin nasıl da acımasızca katliam sebebi yapılabildiğine hayret etti."

A+A-

 

Şefika Aydın *
elissa.dennis@gmail.com

Kapıyı açtı, içeri girdiğinde aklında olan yegane soru bu insanların ne yaptığıydı. Etikten bihaber olan bu insanlar kendisine saygı duymuyor, onu çekiştirip duruyor, onun en çok kendilerinde barındığını iddia ediyorlardı. Oysa, kendisi, kendisinin bu kokuşmuş kalabalığın renksizliğinde kaybolamayacak kadar değerli bir varlık olduğunu biliyordu. O; bilgiydi. Goethe’nin zihni kulaklarında bir uğultuya neden oldu. Düşüncelerinden dolayı aşağılanan insanların yaşadığı toplumda neyden söz edilemezdi?

Kapıyı kapattı, dışarı çıktığında aklında bir soru canlanmadı. Caddeler rengarenk, nefes kesici bir görünüme sahipti. Melodi müthişti. Bilgi, her insanın bünyesinde ahenkle hareket edebiliyor, toplum bu musikiden ve ahenkten faydalanabiliyordu. “Belki de,” dedi, “Belki de tek sorun dört duvardır.”

Düşündü, aklına birçok sahne doluşmuştu. Örnekler çoğaldıkça bir tanesi ağır basmaya başladı: Dünün Dünyası’nda iki vahşi olay. Kendisinin nasıl da acımasızca katliam sebebi yapılabildiğine hayret etti. Irkın bilgisi nasıl da delice bir savaş unsuru yapılmıştı. Zihninde o dört duvarın silüeti canlandı.

Hırpalanmış hissediyordu, dinlenmek adına yaşlı –genç birçok erkeğin bulunduğu çay veya kahve seçenekleriyle bir durak niteliği olan duvarlar arasına girdi. İskemlesine oturdu. Renklerin yavaş yavaş göz yormaya başladığını gözlemledi ve şaşırdı; o renkleri çok severdi. Sonra tüm bu göz yorgunluğunun nedeninin renklerin amacından uzak bi yoğunluğa ve keskinliğe sahip olması nedeniyle oluştuğunu kavradı. Renkler birbirine karışmıyordu, ahenk yoktu. Peki ama, tüm sıkıntı duvarlarda mıydı?

Bilgi dünyanın her bir köşesine parçalara ayrılarak dağıldı, geriye ise soruları kaldı. Renk nedir? Peki, ahengin sebebini ve katlini oluşturan o sesler, neydi?

1.Dünya Savaşı’nda Çanakkale- Gelibolu Yarımadası’nda dünyanın en ağır harplerinden biri gerçekleşti. Barışın ve savaşın diyalektiğinde, en acımasız ve etik dışı sahnelerden biriydi bu. Ağır bir tahribatın altında savaşa tamamen ters olaylar döndüğü ise aslında sadece savaşın taraflarınca biliniyordu: Birbirine bomba atan eller başka bir saatte konserveleri, ilaçları fırlatıyordu. Bambaşka bir paradigmanın ürünü olan bu durum, renklerin ölüme değil ancak ahenge neden olabileceği konusunda insanları yüz yıl önce uyardı. Peki, sonra?

Ülkeler birbiriyle savaşırken zaiyatlarının farkına varınca devreye antlaşmalar girdi. Her şey yoluna girecek gibiydi. Savaş yoksa sanat dünyaya hakim olabilirdi. Oldu. Resimler, heykeller, şiirler ve romanlar ülkeler arasında bir yarış unsuru haline geldi. İnsanlar katledilmiyor, yaşamı ve yaşamın incelikleri seçilebiliyordu. Seçimler hızla yapıldı. İnsanlar kendilerine bir taraf yarattılar. Savaş ise bu kez sanatla iç içe yapıldı.

Komünizm, önceki evre sosyalizm, karşılarında kapitalizm, insanı güvensizliğe iten liberalizm ve daha birçokları, fakat ağır toplar bunlardı, kendi etrafına, hatta bünyesine insanları toplarken taraflaşma aniydi. Bunların yanında topraklar din ile harmanlandığı için hiçbir görüş sadece kendisini de temsil edememişti. Birçok görüş vardı, birçok genç ve seçim hakkı. Yıkımın ve nesillerin heba edilişinin en net resmi ise bu üç sac ayağının sokakları kana bulamasıyla çizildi.

Görüş farklılığı çatışmalara neden olurken gelişmeler ardı ardına gerçekleşti. Darbe tüm bunların ardından peydah oldu, seçim hakkının doğurduğu tüm çatışmalar bu hak tüm ülkenin elinden alındığında da devam etti.

Ama , ses neydi?

İnsanların bilgileri, etik öğretileri, kimlikleri, sesleri, seçimleri onların rengi ise, bunu aşırılığa, bir dogma haline sokmadan, renkleri çarpışmadan ahenk haline getirmek mümkün değil miydi?

Demokrasi her çeşit görüşün ve yaşama idealinin bir arada barış içinde yaşamasına imkan veren bir toplum düzenidir.

Dünya yardımlaşan savaş taraflarına şahit olmuşken birbirinden hiç de farklı olmayan, tek bir ülkenin mensupları barışın evreninde seçimlerini yapabilmelidir. Bir görüşü baskı unsuru yapmak ancak dört duvarların arasında, her bir insanın ayrı bir rengi temsil edebileceğini unutanlarca yapılan bir yanlış olabilir. “Düşüncelerinden dolayı zulmedilen insanlar varsa o toplumda demokrasi yoktur.” Ve görüşlerin, yansımaların, akımların bilgisi demokratik bir süreçte ancak bir renk olabilir ve dünyanın artık savaştan çıkıp sanata yönelmeye ihtiyaç duyduğu açık bir gerçek olarak karşımıza çıkar.

* Kıbrıs Felsefe Olimpiyatı beşincisi, 19 mayıs Türk Maarif Koleji öğrencisi.

 

Bu haber toplam 2142 defa okunmuştur
Gaile 466. Sayısı

Gaile 466. Sayısı