1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Polise ‘DÖV’ emri
Polise ‘DÖV’ emri

Polise ‘DÖV’ emri

Polis örgütü, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın 2 günlük ziyaretinde bir kez daha yetkilerini aşan davranışların başrol oyuncusu oldu. Can ve mal güvenliklerini, yasa gereği korumakla yükümlü olduğu insanları saçlarından tutup yerlerde sürükledi, yumruk

A+A-

Polis örgütü, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın 2 günlük ziyaretinde bir kez daha yetkilerini aşan davranışların başrol oyuncusu oldu.

Can ve mal güvenliklerini, yasa gereği korumakla yükümlü olduğu insanları saçlarından tutup yerlerde sürükledi, yumrukladı,  yüzlerini gözlerini patlattı.

Peki neydi bu insanların suçu?

Seslerini Erdoğan’a duyurmaya çalışıyorlardı.

Bunu yaparken yasalara aykırı mı davranmışlardı?

Hukukun ihlali mi vardı?

Hayır!

Peki neydi polisin maksadı?

Susturmak ve göz önünden kaçırmak!

Neden?

Erdoğan duymasın, görmesin diye.

Bu insanlar KTHY çadırı önünde durmayınca, KTHY sorunu ortadan kalkmış sayılacaktı herhalde.

Eleştirenler Hamitköy kavşağına yaklaştırılmayıp da alkışlayanlar oraya dizdirilince, memleket topyekûn Erdoğan’ın hayranı bellenecekti belki de.

Ya da malum pankart KTAMS binasından indirilip de mahkeme emriyle polisin ambarına atılınca, Türkiye’nin 1 verip 5 aldığı gerçeği, yalana dönecekti ‘paf’ diye.

Değil elbette!

Tüm bunlar, devekuşu masalında olabilir sadece.

Ama esas mesele biraz daha derinde.

Polis, kendi halkına karşı orantısız güç kullanarak, suç işliyor.

Ancak işin daha vahimi şu ki polis, bundan sonraki süreçte kendi halkına karşı orantısız güç kullanımını artıracak.

Bunu öngörebilmek için medyum olmaya hiç lüzum yok.

Çünkü bizzat hükümet, polisin bu davranışını onaylıyor ve hatta alkışlıyor.

Kimdir hükümet?

Örneğin Başbakan’dır.

Peki ne diyor Başbakan?

(Hatalara dokunmadan aynen aktarıyorum)

“(…)Provokatif eylemlere dönük polis kuvvetlerimizce alınan başarılı ve etkili tedbirler (dayak), olayların daha çok büyümeden önlenmesini sağlamıştır. Polis kuvvetlerimiz ülkemizde demokrasiyi de asayişi de korumakla mükelleftir. Demokrasimizi yaralayan, ülkede asayişi bozan eylemlere dönük gerekli tedbirleri almakla da yükümlüdür (Danışmanlarının Sayın Başbakan’a demokrasinin kelime anlamı ve kullanım alanları konusunda daha ayrıntılı bilgi vermeleri önemle rica olunur). Hal böyleyken, adamıza böylesine anlamlı ve önemli bir ziyaret gerçekleştiren anavatan Türkiye’nin Başbakanı’na bir grup provokatif eylemcinin ortaya koydukları çirkin eylemlerde polis kuvvetlerimizin sessiz kalmasını ve göz yummasını kimse beklememelidir. Bu olaylarda polisimiz yetki ve sorumluluğunun gereğini yapmıştır(…)

Bir Başbakan’ın ‘şiddet’i onaylaması kabul edilebilir değildir. Hele de söz konusu olan, polisin uyguladığı ‘orantısız güç kullanımı’ sonucu ortaya çıkan bir şiddetse, kabul edilmesi zinhar mümkün değildir.

O mevkideki bir kişinin bu durumda yapması gereken şey, teşkilatın (ki bu teşkilat kağıt üzerinde de olsa ona, yani Başbakan’a  bağlıdır) derhal kendi içinde bu olayları araştırmasını talep etmek, suç işleyen polislerin cezalandırılması yönünde takipçi olmaktır.

 Oysa Sayın Küçük polisin bu davranışını, ‘yetki ve sorumluluğunun gereği’ olarak addetmiş, yasalara uygun davranışların yasalara aykırı şekilde engellenmesini polisin yetkileri arasında saymış, yani hukuksuzluğu meşrulaştırmaya çalışmıştır.

Durum buyken, polisin bundan sonraki süreçte farklı hareket etmesini beklemek, abesle iştigalden başka bir şey değildir.

Polis bundan böyle daha çok insanı dövecek, daha çok insanı yaralayacaktır.

Çünkü hükümet arkasındadır.

Çünkü aslında İrsen Küçük’ün bu açıklamayla yaptığı, polise ‘döv’ emri vermektir.

Ve tabii böylece yaşananların ve de yaşanacakların sorumlusu da bizzat İrsen Küçük ve hükümeti olacaktır.


 

Hristofyas Kordonboyu’nda!

Erdoğan Güzelyurt’u beğenmiş. Helikopterle üzerinde gezmiş, hoşuna gitmiş.

‘Gerçekten de güzel bir yurtmuş’ diyor ve ekliyor:

‘Rum tarafı boşuna beklemesin, Güzelyurt artık pazarlık konusu olmayacak, Güzelyurt’u vermek bizim kitabımızda yok!’

***

Olası bir anlaşmada yaklaşık % 7 oranında bir toprağı Rum kurucu devletine vermemiz gerekecek.

KKTC şu anda ada toprağının %36’sını elinde bulunduruyor. ‘% 29 + ‘ da Denktaş tarafından altına imza atılan bir oran olduğuna göre hesap ortada, yaklaşık % 7 oranında bir toprağı elden çıkaracağız.

Peki madem ki Sayın Erdoğan Güzelyurt’u vermekten vazgeçti, o halde Güzelyurt, neresiyle ikame edilecek?

Annan Planı’nda, civar köylerle birlikte Rum kurucu devletine bırakılacak toprakların önemli bir bölümünü oluşturan Güzelyurt’un yerine, neresi verilecek?

Aşağı Mesarya’nın büyük bölümü Annan Planı’nın verilecekler listesinde. Maraş da öyle. Güzelyurt ve Karpaz’ın verilmesi kitapta(!) olmadığına göre, geriye kalıyor Yukarı Mesarya, Lefkoşa merkez, Mağusa merkez ve Girne.

Yukarı Mesarya pahada pek yüklü olmadığından, Mağusa’da ise Maraş’ın ardından verecek pek yer kalmayacağından, görünen o ki sıra gelecek Girne’ye, Lefkoşa’ya…

Artık Dereboyu mu olur, Kordonboyu mu, gayrı kısmet nereye, Hristofyas oraya!

***

İşin şakası bir yana, müzakerelerin devam ettiği ve hatta Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban’ın talebiyle yarın başlayıp 21 Ekim’e kadar sürecek yoğunlaştırılmış sürece girilmek üzereyken, toprak konusunda basın yoluyla Rum tarafına bu denli keskin mesajlar göndermek ne kadar doğru?

Hele de toprak gibi hassas ve kırılgan bir konuda.

Güzelyurt Annan Planı’nda Rum devletçiğine bırakılmış yerlerden biriydi. Ama Annan Planı artık masada olmadığına göre, toprak pazarlığı günü geldiğinde yeniden yapılacaktır.

Ve fakat pazarlığı masada değil de bu şekilde mikrofonlarda başlatmak; daha o noktaya gelmeden bu şekilde ‘retçi’ tavırlar takınmak, müzakere masasının ‘uzlaşıcı’ ruhu için hiç de iyi bir referans olmayacaktır.

‘Çözüm istiyoruz’ naraları, bu tür provokatif açıklamalarla bir araya gelince, anlamsızlaşmaya mahkumdur.

 

 

 

 

Bu haber toplam 1674 defa okunmuştur