1. HABERLER

  2. HABERLER

  3. Kenya… Yoksulluğun da, zenginliğin de tavan yaptığı topraklar. Buralarda isyanın adı dans
Kenya… Yoksulluğun da, zenginliğin de tavan yaptığı topraklar. Buralarda isyanın adı dans

Kenya… Yoksulluğun da, zenginliğin de tavan yaptığı topraklar. Buralarda isyanın adı dans

Bir gezginden alıntı yaparak “Afrika topraklarına bir kez ayak basan, bir daha aynı insan olarak kalamaz” demişti arkadaşım Kenya yolculuğum öncesi.  

A+A-

GÜNCEL / GEZGİN [7 mart 2020]

www.neziregurkan.com

Nezire GÜRKAN

Bir gezginden alıntı yaparak “Afrika topraklarına bir kez ayak basan, bir daha aynı insan olarak kalamaz” demişti arkadaşım Kenya yolculuğum öncesi.  Bu sözün haklılığını Kenya’ya ayak bastığım gün fark ettim, toplam 17 gün süren seyahatim de pekiştirdi bu farkındalığı.

Kenya’ya yolculuğum, bilindik gezmelerimden farklı bir seyahat oldu. Gezgin ruhumla bilindiğimden belki, bu da öyle algılandı ama değildi. Bir sosyal sorumluluk projesi demek daha doğru. Gerçi gezme, keşfetme, farkındalık, oradaki yaşamı algılama bakımından daha da nitelikli katkı sağladı ama özünde bir sosyal sorumluluk projesi.

Bir gün bir telefonla gündemime girdi. Merkezi Avustralya’da bulunan, adını ilk defa duyduğum Kıbrıslı Türk Ayda Sabri’nin kurduğu, o güne kadar tanımadığım The Gift a Dream (Bir Hayal Hediye Et) adlı bir vakfın organize ettiği bir proje. Kenya’nın başkenti Nairobi’de çoğunluğu engelli veya özel eğitime muhtaç yoksul çocuklara gönüllü eğitim veren bir okul/merkezle ilgili farkındalık projesi.

Önce gezgin, maceracı ruhum devreye girdi, Afrika ve safari zaten gerçekleştiremediğim planlarım arasında, reddedilecek bir öneri değil ama, amaları da var. Tanımadığım, bilmediğim yer, burada ne yaparım; yazmadan başka bir yeteneğim yok, o çocuklara nasıl katkım olabilir! Ayrıca virüsler, terör, bölgedeki sıkıntılar derken bir dizi kaygı; seyahat için uygun bir zaman mı! Soru çok, kaygılar var ama bir yanı çok çekici…

Böyle olur mu olmaz mı derken, projeye katılması gündemde olan ekip netleşmeye başladı. Bir baktım iki muhteşem sanatçılar, ikiz kardeşler, benim sevgili arkadaşlarım Sevcan Çerkez ve Semra Beyhanlı ekipte. Yine yakın arkadaşlarımdan, eğitimci Hatice Düzgün. Ve genç eğitimci, İngilizce öğretmeni, bu projeyle tanıştığım Şerife Çelebi. Ekip böyle bir yolculuk için ideal, daha iyisi can sağlığı dedirten cinsten. Nitekim yolculuğun sonunda “dünyanın sonuna kadar giderim” dedirten bir ekip.

Yol arkadaşları ilk teşvik oldu seyahat için. Ardından organizasyonu yapan vakıf ve vakıf sahibi Ayda Sabri’yi araştırma süreci. Nedir, kimdir, ne yapıyor derken; oğlumun dediği gibi katılmazsam hayatım boyunca keşke diyeceğimi fark ettim. Kıbrıs, Hindistan, Kenya dâhil dünyanın farklı bölgelerinde çalışmalarıyla tanınan, hakkında birçok yayın olan bir vakıfmış meğer. Tereddüt için hiçbir sebep yok.

Ekibin belirlenmesi ve toplam 17 günlük programın satır satır, gün gün elimize geçmesiyle gezi netleşti. İlk iş biletler alındı. Ama yapacak çok iş var. En önemlisi de aşılar. Zorunlu aşıları programlı şekilde yaptırabilmek ve uluslararası geçerliliği olan kart alabilmek için Güney Kıbrıs’ta devlet hastanesine başvurduk. Eski genel hastanede bu amaçla oluşturulan merkezde randevuyla aşılarımızı yaptırdık. Sarı humma, tetanoz, sıtma vs. Bazıları hap, çoğunluğu iğne.

“Yoksunluk” diyarına gideceğimiz algısıyla hazırlıkları birlikte yaptık ekiple, koordineli. Kalacağımız yer, görev alanımız, gezeceğimiz mekânlar v.s ile ilgili elimizde çok detaylı program olmasına karşın, oralarda ne bulup ne bulamayacağımıza dair deneyim yoksunluğu nedeniyle abarttık hatta. Ve gidince fark ettik ki aslında yok yok…

Hem bilinmeyen ve sorunlu olarak algılanan bir coğrafyaya gidecek olmamız, hem sürenin uzunluğu ve daha önemlisi salgın virüs nedeniyle seyahatlerle ilgili kaygıların birleşmesiyle aile, arkadaş, hatta hekim çevrelerinin ‘aman ha’ yorumları arasında 15 Şubat’ta başladı yolculuk.

Mısır Hava Yolları ile Larnaka-Kahire-Nairobi arasında aktarmalı transit uçuşumuz toplam 7.5-8 saat sürdü. Kahire havaalanında transit yolcu olarak geçiş yaparken, güvenlik kontrolü yapan resmi görevlinin rüşvet beklentisiyle çantalara bir süre el koyması dışında rahat bir yolculuk yaptık.

Nairobi hava limanında, gerek girişte, gerek ülkeden çıkışta alışılmışın ötesinde 5-6 kademeli güvenlik kontrolü yapıldığını da not etmekte fayda var. Benim bu güne kadar seyahat ettiğim ülkelerde görmediğim parmak basma, hava limanına daha girişte araçtan inerek güvenlikten geçme, uçağa girene kadar veya alandan çıkana kadar tekrar tekrar kontrol gibi önlemlerin ülkedeki güvenlik sorunuyla bağlantılı olduğunu tahmin ediyorum. Ama yolculuk sırasında söylendiği veya beklendiği gibi vücut sıcaklığını ölçen bir uygulama veya yaygın maske kullanımına ne kapılarda, ne de hava limanlarında rastladık.

Kıbrıs’tan bir saat ilerde olan Nairobi’ye inişte organizasyonu yapan vakfın sorumlusu Ayda Sabri, eşi Arthur Kipouridis ve görev alanımız olan Mary Rice Center’in sorumlusu Gerald Mgalula ile birlikte hava limanında karşıladı bizi. Bu ekip 17 gün boyunca her şeyimizle yakından ilgilendi. Yememiz, içmemiz, gezmemiz. Brother Gerald, şoförlüğümüzü de yaptı, gözü gibi korudu, hatta koruma sağladı başından sonuna.

Sadece bize değil, projeye katılan tüm ekibe aynı özen gösterildi. Güney Kıbrıs’tan gelen Pavlina Platanos ve Andreas Andreou ile Avustralya’dan Darren Sandford ile kalabalık bir ekip olduk. Hep birlikte, görev alanımız olan Mary Rice Center’e yaklaşık yarım saat mesafede, kiliseye ait bir tesiste kaldık. Sister ve Brother denen rahibe ve rahiplerin çalıştırdığı bir tesis. Danslarla, şarkılarla karşılayıp uğurlayan insanlar. Kaldığımız sürede Afrika danslarını sergileyen, bizimle birlikte çiftetelli oynayan insanlar.

safari-nez-profil-2-768x1024.jpg

Geniş yeşil alanı olan, hijyen, bahçesinde hayvanların dolaştığı, herkese açık bir tesiste konakladık. Geleneksel yapıda, çevresi duvarlarla çevrili, demir kapısı içerden açılan bir mekân. Zaten tüm tesis ve hatta evler yüksek duvarlarla çevrili Nairobi’de. Kimine göre güvenlik kaygısıyla, kimine göre bir kültür bu durum.

Tek kişilik odalarda kaldı tüm ekip tesiste. Kahvaltı ve akşam yemeği, damak tadımız ve sağlıklı beslenme dikkate alınarak hiç aksamadı. Balık, et, tavuk, makarna, salata, bahçeden avokado ve muz…

Buradan hafta sonları hariç hemen her gün mesaiye gider gibi Mary Rice Center’e gittik. Bazen 2, bazen 5 saatimiz burada geçti. İlk gün danslarla, adımız yazılı pankartlarla karşıladı öğretmenler ve çocuklar. Sınıflara girdik, çocukların yemek yemesinden eğitimlerine kadar her aşamayı yakından gözlemledik, kimi zaman yardımcı olduk, kimi zaman izledik. Ama tüm ekip bu iki haftalık sürede kalıcı izler bıraktı.

Eğitimci Hatice Düzgün, beraberinde götürdüğü ve oradan temin ettiği malzemelerle sıfırdan bir odayı montessori sınıfı olarak düzenledi. Boyası, perdesi, malzemesiyle… Hatta öğretmenleri de eğitti. İki hafta boyunca çocuklarla, öğretmenlerle iç içe yaşadı. Şerife Çelebi de ona yardımcı oldu. Seramik Sanatçısı Sevcan Çerkez, orada kil buldu, iki ayrı seramik heykel yapıp okula bıraktı. Ayrıca, çocuklara kurs verdi. Resim Sanatçısı, öğretmen emeklisi Semra Beyhanlı, okulun duvarlarını boyadı, yazılar yazdı. Gece gündüz çalışarak yağlıboya iki resim yaptı. Bu resimler okula bağış amacıyla açık artırmada satılmak üzere Ayda Sabri tarafından proje sonunda Avusturalya’ya götürüldü. Pavlina Platanos ve Andreas Andreou da, okulu ağaçlandırdı. Uygun bitkiler seçerek çocuklar, veliler ve öğretmenlerle birlikte tüm alanı ağaçlandırdılar. Çiçekler, ağaçlar, sebzeler. Darren Sandford da, çocuklarla müzik çalışması yaptı, her anı ve her adımı çekerek, röportajlar yaparak belgeseller oluşturdu.

Mary Rice Center, İrlandalı bir iş insanı tarafından kurulmuş, engelli kızının adını taşıyan bir merkez. Amacı engelli, özel ilgiye muhtaç, yoksul çocuklara eğitim vermek. Yaklaşık 15 yıllık. Burada down sendromlu, zihinsel engelli, otistik, farklı pozisyonda 100 civarında çocuk var. Gündüz eğitim veriyor, normal okul gibi. Kilise desteğinde ve tamamen gönüllü yardımlarla, bağışlarla çalışıyor. Mutfağı, terzihanesi var. Buralarda çalışanlar da genellikle veliler. İmkansızlık çok. Örneğin tekerlekli sandalye alamıyorlar, atölyede tahtadan sandalye yapıyorlar. Veya arabaları yetersiz, yürüyemeyen çocuklar anne-baba veya kardeşleri tarafından kucakta götürülüp getiriliyorlar. Ama yine de bölgenin vahası gibi. Çünkü burada kalan çocuklar, çoğunlukla Kibera bölgesinden.

ekip-okulda-1024x768.jpg

masai-4-1-1024x768.jpg

 

HAFTAYA: Kibera trajedi, yoksulluk ve pisliğin tavan yaptığı bölge

Bu haber toplam 1457 defa okunmuştur